Monthly Archives

Ağustos 2018

Barış için Müzik Vakfı Hibe Sürecini Tamamladı

By | Röportaj

Kurumsal Hibe Programı dahilinde desteklediğimiz Barış için Müzik Vakfı’nın hibe süreci tamamlandı. Bu süreçte yaptıkları çalışmaları, hibe sürecini ve gelecek planlarını konuştuk. Röportajın tamamını aşağıda okuyabilirsiniz.

Sivil Toplum için Destek Vakfı (DV): Kurumsal Hibe Programı dahilinde hibe desteği aldınız. Bu kapsamda kaynak geliştirme konusunda neler yaptınız?
Barış için Müzik Vakfı (BİM): Sivil Toplum için Destek Vakfı’ndan aldığımız hibeyi en verimli şekilde kullanmak istediğimizden kaynak geliştirme alanında stratejik adımlar atmaya çalıştık. Bunun için hem içeride bir kaynak geliştirme birimi kurduk hem de dışarıdan uzman desteği aldık. 3 yıllık stratejimizi hazırladık ve adım adım uygulamaya koyduk.
Stratejimizin hedeflerinden biri hem kurumların hem de bireylerin desteğini arttırmaktı. Bu sadece maddi bir destek değil, daha çok bireyin ya da kurumun destek vermesi vakfı güçlendiriyor. Her destekleyen bir yenisini haberdar ediyor, kartopu etkisiyle destekçilerimiz artıyor.
Düzenli bağışçılarımızı arttırmak hedeflerimizden biriydi. Bunun için belli hedefler koyduk, bu hedefler doğrultusunda çalışıyoruz. 2017 yılı başında sadece 5 düzenli bağışçımız varken 2018 yılı itibariyle 107 düzenli bağışçıyla başladık.
Konserlerimizi hem bilinirliğimizi arttırmak hem kendimizi anlatmak ve destekçi kazanmak için önemli alanlardan biri olarak görüyoruz. Bu sebeple konserlerde çok yönlü bir ekip çalışması yapmaya başladık.
Bağışçılarımızla ilişkileri geliştirdik. Daha sistemli bir çalışma yürütmeye başladık. Bağışını yaptıktan sonra bağışçımızı ne zaman arayacağımız, hangi dönemde ne gibi bir bilgilendirme yapacağımız belli bir plan dahilinde ilerliyor. Tabii doğum günlerini de atlamıyoruz. Bütün bu çalışmaları Fonzip bağışçı yönetimi sistemi üzerinden yürütüyoruz.
Geçtiğimiz yıl Açık Açık Platformu’na dahil olduk. Gelir – giderlerimizi, ekip şemamızı web sitemizde yayınlıyoruz. Şeffaflığımızı ortaya koymayı önemli buluyoruz. Bağışçıların güveni için önemli bir unsur. Bu yıl da Adım Adım Platformu’na dahil olduk. 2018 yılında İyilik Peşinde Koş Platformu üzerinden koşu kampanyası yürüteceğiz.
Ara ara ihtiyaçlarımıza yönelik çağrılar yaptık ve bağışçılarımız her zaman yanımızda olduklarını hissettiriyorlar.
E-bültenlerimiz konusunda ayrıca bir uzman desteği aldık. E-bültenlerimiz daha efektif bir hale geldi. Instagram, Facebook vb sosyal medya araçları aktif olarak kullanıyoruz, hesaplarımızın etkileşimi oldukça yüksek.

DV: Önümüzdeki dönemde kaynak geliştirme konusunda yapmak istediklerinizden kısaca bahseder misiniz?
BİM: Düzenli bağış ve yüzyüze projesi kapsamında önümüzdeki tüm Barış için Müzik konserlerinde ve mümkün olduğu takdirde kurumsal danışmanımız İKSV’nin etkinliklerinde yüzyüze yapmayı planlıyoruz.
Bağışçılarla iletişimimizi ve bağımızı kuvvetlendirmek adına bağış programlarımızın isimlendirilmesi için bir çalışma yaptık. İsimlendirmede klasik müzikten esinlendik. Bunun üzerinde çalışıyoruz. En yakın zamanda iletişimini yapmaya başlayacağız.
Önümüzdeki dönemler için etkinlikler konusundaki deneyimlerimizle yılda 1 defa görünürlük ve bilinirliğimizi artıracak büyük bir etkinlik (tanınmış ünlü sanatçıların yer aldığı konser etkinliği, özel bir yardım gecesi vb. bir etkinlik olacaktır) düzenleyerek vakfımızın daha fazla tanınmasının sağlamayı hedefliyoruz. Duyurusu çok kanallı olacak olan bu etkinliğin televizyon, radyo gibi mecralara yansıyacak etkisinin hem destekçi hem de destek anlamında yüksek olmasını bekliyoruz. Vakfın bilinirliği arttıkça bağışların da artacağına inanıyoruz.
Bugüne kadar genellikle kurumlardan gelen talepleri değerlendirdik. Bundan sonra kurumsal iş birliklerinde daha aktif olacağız. Kurumlara kendimizi anlatacağız, kurumsal sosyal sorumluluk kapsamında projeler geliştirmeye açığız.

DV: Genel olarak kapasite gelişimine yönelik olarak sağlanan ve insan kaynağını da kapsayan “kurumsal desteklerin” etkisini nasıl değerlendirirsiniz?
BİM: Kurumsal destekleri çok etkili buluyoruz. Özellikle kaynak geliştirme alanında büyüme bir günden diğerine çok hızlı olmuyor. Önce altyapı oluşturmak, strateji geliştirmek ve adım adım büyütmek gerekiyor. Bu sebeple bu kurulum aşamasında verilen destek bize hem zaman hem de birçok imkan sağladı.

DV: Sivil Toplum için Destek Vakfı’ndan aldığınız hibe desteğinin çalışmalarınıza ve projelerinize nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsunuz?
BİM: Sivil Toplum için Destek Vakfı’ndan aldığımız hibe sayesinde kaynak geliştirme alanında önemli bir yol kat ettik. Artık bir yol haritamız var. Hazırlanan strateji kapsamında belirlenen yöntemler dahilinde hedeflerimize adım adım yaklaşıyoruz. Bu fon sayesinde vakfımızın sürdürülebilirliği için değerli kazanımlar elde ettik.
Birçok hedeflediğimiz projenin pilot çalışmalarını gerçekleştirdik, bağış sağlamanın yanı sıra en önemlisi deneyim kazandık. Kurumsal destek bize bu zamanı ve bu imkânı sağladı.

Troya Çevre Derneği’ne Remax Toplumsal Gelişim Fonu

By | Röportaj

Troya Çevre Derneği‘ni Remax Toplumsal Gelişim Fonu dahilinde destekledik. Hibe sürecini, çalışmalarını ve gelecekteki planlarını konuştuğumuz röportajı aşağıda okuyabilirsiniz.

Sivil Toplum için Destek Vakfı (DV): Troya Genç Çevre Derneği ne zaman kuruldu? Genel olarak derneğin hangi konularda çalıştığından ve neler yaptığından bahseder misiniz? Ne tür faaliyetler yürütüyorsunuz?
Troya Çevre Derneği: Troya Çevre Derneği, 2009 yılında kuruldu. Kuruluş amacı, iklim değişikliği gibi daha çok akademik çevrelerde itibar görmüş olan ama hepimizin hayatını doğrudan ilgilendiren bir konuda, “yerelden” etki yaratacak eylemler organize etmek, daha görünür kılmak ve özellikle sera gazı salımına neden olan enerji üretimini yenilenebilir kaynaklardan sağlamaktır. Özellikle yerelde yaşayanların da aktif katılım sağlayabileceği kooperatif modelini geliştirmek ve yaygınlaştırmak için toplantılar, etkinlikler, yayınlar ve örnekler düzenlemektedir.

(DV): Çanakkale gibi metropol şehirlerin aksine daha sakin bir yaşamı olan şehirdeki sivil toplum oluşumları ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? Çalışmalarınızı sürdürürken nasıl sorunlarla karşılaşıyorsunuz? Sizce bu sorunları aşmak için yapılması gerekenler nelerdir, kısaca bahseder misiniz?
Troya Çevre Derneği: “İstanbul gibi metropollere sıkışmış olan sivil toplum hareketlerine karşı yerelde yaşayanlar olarak neler yapabiliriz” sorusu zaten bu derneğin kurulmasına neden oldu. Bu kentlerde en dikkat çekici unsur, sivil toplum hareketleri daha çok yetişkin nüfus üzerinden devam etmektedir. Bu kişilerin belli tanınırlıkları açısından olumlu etki yarattığı gibi, genç nüfusun eksikliği de dinamizmi ve yeniliklerin takibini olumsuz etkilemektedir. Buralarda en önemli değişiklik, her ilde bulunan üniversiteler ile iletişime geçmektir.

(DV): Özellikle son dönemde çevre hareketi daha görünür olmaya başladı. Türkiye’deki çevre hareketiyle ilgili bir değerlendirme yapmanızı rica etsek neler söylersiniz bizlere?
Troya Çevre Derneği: Çevre hareketinin son yıllarda etkisi ve görünürlüğü arttı. Çünkü insanların yaşam alanlarına müdahaleler çok arttı. Aynı zamanda çevre ve ekoloji hareketi alanında çeşitlilik de çoğaldı. Nükleer enerji bir taraftan, talan edilen ormanlar ve nehirler bir taraftan, madencilik faaliyetleri ve hepsinden öte hızla betonlaşan kentler, insanları kaybettikleri hakkında bir kere daha düşünmeye ve harekete geçmeye itti. İlk önce çıkan cılız itirazlar artık hukuki kazanımlar, daha yaratıcı eylemler ve alternatiflerin üretilmesi ile daha zenginleşti. Bir de uluslararası etki kazanan bu hareketler daha etkili olmaya başladı diyebiliriz.

(DV): Çanakkale özelinde insanların iklim değişikliğine ve ilişkili konulara bakışı nasıl?
Troya Çevre Derneği: Çanakkale, iklim değişikliği etkilerinden en çok etkilenecek yerlerden biri. Özellikle tarıma dayalı nüfusu bu olumsuz etkiyi direkt yaşayacak olan bir kesim. Zaten hava sıcaklıklarının artması ve düzensiz hava koşulları bu değişikliği gözlemlemelerine neden olmakta. Buna karşı nasıl bir hareket etmeleri gerektiği üzerine kafa yorup, çözüm üretmeye çabalayan bir kesim var karşımızda. Tüm bunlar birer kazanım. Özellikle de kentte yaşayanlar, günlük yaşam alanlarına müdahale arttıkça daha da duyarlı olmaya devam ediyor.

(DV): Enerji kooperatifleri konusu sizin son dönemde üstünde kafa yorduğunuz konulardan biri. Genel olarak TR’deki durum ve çözüm önerileriyle ilgili bilgi verebilir misiniz?
Troya Çevre Derneği: Derneğimiz, iklim değişikliğine neden olan enerji üretimi üzerine yoğunlaştı. Fosil yakıtlarla üretilen elektrik bizim en büyük mücadele alanımız. Her köşeye kondurulan ve termik santrallere karşı sadece güneş enerjisi panellerini veya rüzgar güllerini savunmak yeterli değil idi. Biz de özellikle kooperatif modeli ile beraber bu kaynakların sahipliğinin de yerelde yaşayan insanlara ait olması gerektiğini savunan bir modeli geliştirmeye ve yaymaya çalışıyoruz. Bu yerelin kalkınmasıdır. Bu yerelde yaşayan insanlara bir ekonomik güçlenmesi demektir. Bu aynı zamanda yerelin söz hakkının arttırılması demektir. Yani kendi arazinizi başkalarına satmak değil, ondan daha efektif yollardan yararlanmak demektir. Dünyada bu alanda bir gelişme yaşanır iken, ülkemizin de her köşesinde, orada yaşayanlarca yapılan yatırımlardır.

(DV): Sivil Toplum için Destek Vakfı’nın sağlayacağı hibeyi nasıl kullanacaksınız?
Troya Çevre Derneği: Hibe ile derneğimizin kira ödemelerini yapacağız. Ayrıca, yurt dışında daha etkili olabilmek ve ülkemizdeki çevre ve ekoloji hareketi ile yenilenebilir enerji kooperatifleri hakkında bilgi verebilmek için web sayfamızı İngilizceye çevirerek yayın yapmasını sağlayacağız.

(DV): Size sağlayacağımız hibe kapsamında kira, genel gider ve internet sitesinin yeniden yapılandırılmasıyla önümüzdeki dönem gerçekleştirmeyi planladığınız çalışmalardan bahseder misiniz?
Troya Çevre Derneği: Derneğimiz, özellikle Bilgi Üniversitesi Sosyal Kuluçka Merkezi ile kurduğu organik ilişki sonrasında kurumsal kapasitesini çok geliştirdi ve daha hızlı bir şekilde bu alandaki etkili ağların içinde yer almaya başladı. Bu da yeni projelerin üretilmesini, yeni ekip arkadaşlarımızı gündeme getirdi. Doğal olarak da daha büyük yer ihtiyacını doğurdu. Bu kira ve genel giderler ile ilk aşamada bu eksikliğimizi gidermiş olacağız.
İkinci konu ise, artan yeni ağlar (network) ve yeni ilişkiler, bizlerin de daha görünür olmasını zorunlu kıldı. Sadece Türkçe olarak hazırladığımız web sayfamızın daha etkili olması ve de yurt dışı ortaklarımız ile potansiyel takipçilerimize de yönelik bir çalışma yapmamız gerektiğini zorunlu kıldı. Bu amaçla da desteğin ikinci kısmı ile bu eksikliğimizi gidermeye çalışacağız.

Bomovu Çocuk Fonu Hibe Sürecini Tamamladı

By | Röportaj

Sivil Toplum için Destek Vakfı Çocuk Fonu kapsamında desteklenen Sosyal Güçlendirme için Spor ve Beden Hareketi Derneği (Bomovu), 21 Aralık 2017- 21 Temmuz 2018 tarihleri arasında gerçekleşen hibe sürecini tamamladı. Derneğin, bu süreçte Çocuk Fonu’ndan aldığı 38.825 TL  destek ile yürüttükleri “Barışa Oyna” projesindeki amaçları, çocuk oyunlarını araç olarak kullanarak çocukların kültürel miras, sınır ve öteki, barış, bir arada yaşama gibi kavramlar üzerinde değerlendirmeler yapmalarına eşlik etmekti.

Barışa Oyna, özellikle sınır bölgelerinde bulunan, yaşadıkları yerin tarihinde farklı etnik kökenlere ait izler taşıyan şehirlerde yaşayan çocuklara yönelik bir proje. Çocukların yaşadıkları yerlerden kaynaklanan ön yargılarını keşfetmelerine ve sorgulamalarına araç olarak o topraklarda geçmişte oynanan çocuk oyunlarını kullanıyorlar. Bu çerçevede daha önce Ermenistan/Gürcistan sınırındaki Kars ve Ardahan ile Yunanistan/Bulgaristan sınırındaki Edirne’de modelin uygulamalarını gerçekleştiren Bomovu, bu yıl aldıkları Çocuk Fonu desteği ile proje uygulamasını İzmir ve Diyarbakır’da gerçekleştirdi. Yunanistan adalarına sınır olmasının yanı sıra mülteciler ve tarım işçilerinin göç hareketliliğinden de etkilenmesi açısından ‘sınır’ı konuşmaya uygun yerlerden biri olduğu düşünülen İzmir’de oyunlarla ilgili bir ön araştırma yapıldı. Bu araştırmada yaşlıların çocukluklarında oynadıkları oyunların dinlenmesi ve kayda geçirilmesi sağlandı. Derlenen oyunların 66 çocukla paylaşılmasına yönelik çalışmalar TEGV Balçova, ASAM Al-Farah Çocuk ve Aile Destek Merkezi ve Karabağlar Belediyesi Sosyal İşler Müdürlüğü eğitim biriminde hayata geçti.

Uygulama sonrası Barışa Oyna’nın bir model olarak yaygınlaşması ve yerelleştirilmesi için Antalya, Aydın, Batman, Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Mardin ve Muş’tan, 12 katılımcı ie İstanbul’da bir yaygınlaştırma eğitimi gerçekleştirildi. Bu kişiler sivil toplum kuruluşlarında aktif kişiler, öğretmenler, üniversite öğrencileri ve yeni mezun kişilerden oluşuyordu. Bu eğitim sonrasında katılımcılar, kendi geldikleri yerlerden Barışa Oyna modelini gerçekleştirmelerine yönelik araştırmaya dair yöntemleri, çocuklarla çalışmaya yönelik eleştirel pedagoji yöntemlerini ve Barışa Oyna uygulama deneyimlerini kendi yerellerinde paylaşmaya başladılar. Bu eğitimlere katılan katılımcılardan gelen talep üzerine de uygulamanın 2. uygulama yeri Diyarbakır olarak seçildi ve Göç ve İnsani Yardım Vakfı aracılığıyla 22 çocukla ilgili oyunlar atölyeler çerçevesinde paylaşıldı. Yaygınlaştırma eğitimi ve uygulamaların sonunda hem 4 günlük eğitimin somutlaşması ve basılı hale gelmesine, hem de bu buluşmalarda oluşturulan Barışa Oyna oyun havuzundaki oyunların ve  çözümlemelerinin paylaşılmasına imkan sunan “Barışa Oyna Yaygınlaştırma Eğitimi” kitapçığı hazırlandı ve basıldı.

Bomovu ile hibe süreci ve gelecek planları hakkında yaptığımız sohbeti aşağıda okuyabilirsiniz.

Sivil Toplum için Destek Vakfı (DV): Bomovu çeşitli kesimlerle beden kavramı üstüne çalışıyor. Biraz bu konudaki yaklaşımınızdan bahsedebilir misiniz?

BOMOVU: Bedenin çeşitli kurumlarca tanımlanmış, disipline edilmiş, kategorilerle anlaşılmaya çalışılmış olmasına rağmen her kişinin özgünlüğünde kendiliğinden yaşayan hisseden dinamik ve canlı olduğu anlayışıyla hareket ediyoruz. Bu çerçevede herkes üzerinde sporun ve beden hareketlerinin sosyal güçlenme süreçlerine katkıları olduğunu düşünüyoruz. Bu yaklaşım etrafında farklı grupların hızlı erişimine ve özel ihtiyaçlarına uygun programlar oluşturmaya çalışıyoruz. Günümüzde sporun beden üzerindeki tahakkümüne; tek tipleştirici, disipline edici, cinsiyetçi… vb. öne çıkan yanlarına eleştirel bir bakış kazandırarak aslında yeni bir şey yapmıyoruz, ufak bir müdahaleyle bu alanı daha fazla kişinin dahil olabileceği hale getirmeye çalışıyoruz. Çünkü bu haliyle egemen – ezilen ilişkileri içinde kurumsallaşanlar oluyor. Ayrıca seçerek bünyelerine aldıkları gibi dışarıda bıraktıkları da olabiliyor. Bunu sorgulama ve alternatif alanlar açma ihtiyacı aslında her birimizin ihtiyacı… Ama buradaki çeşitliliği programlardan örneklerle ifade edebiliriz. Örneğin İstanbul’daki mülteciler ve yerinden edilenlerle çalışan kurumların ihtiyaçlarına  yönelik ‘Hareketin Özgür’ programını geliştirdik. Hareketin Özgür programında, vücut bütünlüğü ve hareket hakkını korumayı ve geliştirmeyi, yeni yaşam alanları ile ilişkilerinde destek olmayı amaçlıyoruz. Çünkü insanların yeni yaşam alanlarında fiziksel aktiviteler sayesinde hareket özgürlüğü algılarını geliştirmenin güçlendirici etkileri olduğuna inanıyoruz. Eleştirel spor çalışmalarımız içerisinde yer alan Kadından Kadına Muay Thai programı da feminist bir grubun (Feminist Fight Club) bizimle iletişime geçmesi sonucunda ortaya çıktı. Spor içerisinde kurulan cinsiyetçi ön yargılar ile mücadelenin bir yolunu açtı. Bir başka örnek, sizin de yakından bildiğiniz Barışa Oyna… Burada da sınır bölgelerinin özelliklerini ve çocuklarla uygulama yapma koşullarını düşünerek çocuk oyunlarını seçiyoruz.

Barışa Oyna modeli bu çerçevede beden hareketinin yarattığı öğrenim gücünden faydalanarak kurgulanıyor. Kastedilen öğrenim sürecini, bilgi aktarımı değil duygu paylaşımı ve soru sorma, merak etme açısından çocukları cesaretlendirme imkanı olarak görüyoruz. Temelde çocuk oyunlarını, geçmişten bugüne hem kültürel çeşitliliği taşıması hem de oyunlar sırasında bedensel aktivite ve oluşan duyguların aktarılmasına imkan sunduğu için bu proje özelinde önemli bir işleve sahip olduğunu söylüyoruz.

DV: Çocuk Fonu Hibe Programı kapsamında ‘Barışa Oyna’ projesi için destek aldınız. Bu çerçevede önce İzmir’de oyunların araştırılması ve çeşitli işbirlikleriyle çocuklarla oynanmalarını gerçekleştirdiniz. Neden İzmir seçildi?

BOMOVU: İzmir Yunanistan’a deniz sınırı olan bir şehir. Geçmişinde çeşitli geçişlere ve yerinden edilmelere de tanık olmuş. Bugün turizm ve bir takım siyasal krizler dışında Yunanistan, Yunanistan’la ilişkilerin tarihi, mübadele ve İzmir Rumlarının hikayeleri pek konuşulmuyor. Şehrin tarihi hala, siyasetçilerin de yeniden gündeme getirdiği biçimiyle ‘Rumların denize döküldüğü’, ‘kahramanlık’ klişeleri üzerinden ele alınıyor. Bu, sınır ve öteki algısı üzerine çalışmanın bir ihtiyaç olduğunu düşündürüyordu.. Başka bir neden de İzmir’in bugün mülteciler ve tarım işçilerinin göç hareketliliğinden etkilenmesi açısından kültürel çeşitliliğe sahip olması ve dünya siyaseti açısından gittikçe katılaşan ‘sınır’ şehirlerinden biri olması.

İzmir’e iki seyahat gerçekleştirdik. İlki Mart ayındaki ön araştırma ve oyunlara ulaşmaya yönelik sözlü tarih görüşmelerini yaptığımız ziyaret. Basmane – Kapılar, Alsancak ve Karşıyaka gibi şehrin farklı sosyo-kültürel mekanlarından yaşlılarla bir araya geldik. İzmir’in tarihine ışık tutan bu kişilerden; Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin, Türklerin, Afro-Türklerin, Levantenlerin, Çerkeslerin, Yahudilerin, İzmir’deki çocukluklarını dinleme şansımız oldu. Bu insanların büyük bir kısmıyla doğrudan tanışıp konuştuk bir kısmını da, onlara duyulan özlem üzerinden bugün İzmir’de yaşayan arkadaşlarından dinledik. Bu duygunun da tahmin edersiniz bizim için önemi büyüktü. Her görüşmede de pek çok oyun öğrendik. Yunanistan’da oynanan oyunlara ilişkin bir literatür taraması yaparak oyunlarımıza oradan da eklemeler yaptık.

İzmir’e ikinci gidişimizde Nisan ayında artık bu oyunları belirlemiş, oyun gruplarına uygun çözümleme soruları ve çocuklardan gelebilecek sorular için hazırlıklıydık. Üç farklı kurumla dayanışma içerisinde bu buluşmaları gerçekleştirdik: Karabağlar Belediyesi, ASAM- Al Farah Çocuk ve Aile Destek Merkezi ve Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı Balçova şubesi. Bu gruplarda birbirinden çok farklı tecrübeler yaşamamız, İzmir seçimimizdeki tutarlılığı da göstermiş oldu.

DV: Daha sonra kataloglanan oyunların bir öğrenme aracı olarak çocuklarla paylaşılmasına yönelik bir eğitim hayata geçirdiniz. Bu eğitimin yaklaşımı ve içeriğiyle ilgili bilgi verebilir misiniz?

BOMOVU: Bahsettiğiniz eğitim, Barışa Oyna’nın bir model olarak yaygınlaşması ve yerelleştirilmesi için planlanmıştı. 12 katılımcı ile bir araya geldik. Eğitimi, hem Barışa Oyna modelini birlikte yeniden ele almak hem de sonrasında katkılarla geliştirmek için önemli bir aşama olarak görüyorduk. Bu nedenle bu buluşmadaki ilişkilerin sürdürülebilmesini istedik. Bu açıdan çok iyi bir grup dinamiği oluştu, şanslıyız. Eğitim yaklaşımı konusunda katılımcı bir modelde karar kıldık. Katılımcıların bu eğitimin bir parçası olması konusunda neler yapabileceğimiz en çok aklımızda tuttuğumuz şeydi. Bu nedenle başvuru formlarına eklediğimiz “Barışa Oyna’ya dair ilk izleniminiz ile eğitimde hangi temel kavramları tartışmayı öneriyorsunuz?” sorusuna verilen yanıtları dikkatle değerlendirdik. Eğitim içeriğini; Barışa Oyna uygulamaları ve deneyimlerin yanı sıra kültürel miras, sınır ve sınır ötesi algısı, barış, çocuklarla hak temelli çalışmalar, bedensel faaliyet ve oyun üzerinden öğrenme gibi başlıkları içerecek şekilde planladık. Eğitimin katılımcı yapısını sürdürmek ve katılımcılara döndüklerinde hazırlayacakları kitapçıklara yardımcı olması için birlikte oyunları derlemeye, çözümleme soruları hazırlamaya yönelik atölye çalışmaları ekledik. Bu eğitim sonrasında katılımcıları, kendi geldikleri yerlerden Barışa Oyna modelini gerçekleştirmelerine destek olmak, katılımcılar teşvik etmek önemliydi. Çeşitli atölyelerle katılımcıların süreci tecrübe etmelerini sağlamaya çalıştık. Araştırmaya dair yöntemleri, çocuklarla çalışmaya yönelik eleştirel pedagoji yöntemlerini, Barışa Oyna uygulama deneyimlerimizi katılımcılarla paylaştık. Ayrıca farklı disiplinlerden, farklı deneyimlerden moderatörlerin de desteğiyle projenin kavramsal repertuarınıoluşturan sınır, beden hafızası ve beden üzerinden öğrenme, somut olmayan kültürel miras gibi konuları programa dahil ettik. Barışa Oyna için ilk eğitim buluşmasıydı. Kendi anlayışımızla bir ‘eğitim’ kurgulayabilmek, bunu bir seminere dönüştürmemek için çaba gösterdik. Beden üzerinden öğrenme anlayışının bu buluşmada tecrübe edilebilmesini istiyorduk. Bu nedenle sunuş, konuşma, tartışma değerlendirmenin yanı sıra beden anlayışımızı paylaşabilmek için bedensel faaliyetleri artırarak planladık. Çocuklarla paylaşmadan önce bizler epey o oyunları oynadık…

DV: Peki eğitime katılanlar kendi yerellerinde yaygınlaştırmalara başladılar mı?

BOMOVU: Yerelde, projenin ikinci ayağında katılımcıların bizim de eşlik ettiğimiz Diyarbakır’daki uygulaması gerçekleşti. Diyarbakır’a gidişimiz katılımcıların çağrısıyla gerçekleşti. Dolayısıyla bunun ilk yaygınlaştırma adımı olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi bu görüşmeyi yaparken de Mardin’deyiz, yine eğitimde tanıştığımız arkadaşlarımızla… Bu çalışmalar daha çok Barışa Oyna Yaygınlaştırma eğitimi sonrası kurduğumuz iletişim grubuyla birlikte ilerliyor. Katılımcıların her biri mesafelere rağmen, dahil olabildiği biçimiyle yeni adımlara destek veriyor. Kimi oyunlar araştırıyor, kimi görüşmelere katılıyor, kimi halihazırda çalıştığı kurumda bu modeli uyguluyor. Muş’tan “Görüşmeler yaptım, oyunları paylaşıyorum” diye bir mail alabiliyoruz. Diyarbakır’da bir araya geldiğimiz kurumların bugün uygulamaları tekrar ettiği haberini alıyoruz. Mardin’deki Sirkhane’de faaliyetlere katılan çocukların, sokakta da İzmirli bir Yahudi teyzeden öğrendiğimiz oyununu oynadıklarını görüyoruz. Aydın’da bir kırsal kalkınma projesinde görevli arkadaşımız daha birkaç gün önce kendi çalışmasında bu modeli kullanacağını, notlarını da bizimle paylaşacağını haber verdi. Herkesin eğitim deneyimini başka bir biçimde geliştirmesi ve yaygınlaştırdığına tanık oluyoruz. Bu zaten Barışa Oyna modelinde yaratmak istediğimiz özgürlük ile örtüşüyor. Bunun yanı sıra başlı başına bir köy, ilçe, bölge seçip bu projeyi gerçekleştirmek yönünde henüz  bireysel bir girişim olmadı. Planlar olmasına rağmen bunu finanse etmenin zorlukları olabiliyor. Devlet kurumunda ya da başka bir sivil toplum alanında çalışmak, ya da sürekli iş arayan bir durumda olmak bu tür adımlar atmayı zorlaştırıyor. Bu konuda alternatif üretmek konusunda, çözüm o ise, proje yazım süreçlerine destek vermeye açığız.

DV: Ve başka bir yaygınlaştırma için Diyarbakır. İzmir’den farklı mıydı? Çocukların yaklaşımı, konuştukları, vb.

BOMOVU: Burada şöyle bir kabulle davrandığımızı söylemek önemli. Çocukların bütün toplumsal süreçlerden azade olduğunu düşünmek, çocukluğa bu tür bir pasif konum, dolayısıyla duygusuna da görünmezlik atfetmek doğru gelmiyor. Dolayısıyla sınır ve öteki kurgusunun farklılaştığı yerlerde daha baştan gruba uygun seçimlerle hareket etmeye çalışıyoruz. Haliyle söylediğiniz türden farklılıklar İzmir’de mahalleden mahalleye, uygulamaya katılan çocuklara göre bile farklılık gösteriyor. İzmir’deki Suriyeli çocuklarla pratiğimizde öne çıkan şehirden gönderilen Rumların mirasını konuşmak olmuyor. Bu çocukların kendi ülkelerinden getirdikleri oyunların kültürel mirasın bir parçası olduğunu ve deneyimlerinin kıymetli olduğunu konuşmak bize daha anlamlı geliyor. Esas amacımızın çocuklar üzerinden bir analiz yapmaktan çok onların güçlenmesini desteklemek olduğunu akılda tutuyoruz.

Soru eğer çatışmanın etkilerini okumak üzerinden soruluyorsa buna yorum yapabiliriz. İzmir’deki gruplardan özellikle sosyo-ekonomik açıdan çoğunluktan olangrup hem öteki algısının hem akran zorbalığının yoğun görüldüğü bir gruptu. Sokak oyunlarından bir hayli uzaklaşmışlardı ve birbirleriyle mücadeleleri, meraklarının soruların yerine geçebiliyordu. ‘Öteki’ olarak kurgulanan kimlikleri tarif ederken ‘kötü’, ‘tehlikeli’, ‘yabancı’ sözcükleri daha çok ifade edildi. Sınırın kurulması süreci ve diğer tarafa dair bilinmezlik, ortak hikayelerin azlığı hissediliyordu. Yunan adaları tatile gidilen bir yer, orada yaşayanlar yabancı birileri. Dolayısıyla bir ilişkisizlik söz konusuydu, bu da dillerine yanısıyabiliyordu. Ama tabii bu değerlendirme Suriyeli çocuklarla bir araya geldiğimizdeki konuşmaları yansıtmıyor. O yüzden karşılaştırma yapmak kolay değil…

Diyarbakır’da ise sınır ve sınır ötesinin orada yaşayan çocuklar açısından algısının, özellikle bir ‘öteki’ inşasına dayanmadığı ve ortaklıklar üzerinden anlaşılır, tanınır olduğu farkediliyordu. Dillerinde de bu açıdan karşıtlıklara rastlanmıyordu. Din üzerinden sorular ve merakla daha yoğun biçimde karşılaştık. Burada özellikle Suriçi’nin yıkımının uygulamaya yansıyan bir gerçeklik olduğunu hatırlamak lazım. Çünkü oyunlar sırasında bir araya geldiğimiz iki gruptaki çocuklar da orada yaşayan/yaşamış olan çocuklardı. Öteki’ne ilişkin kurguları ya da düşmanlıkları yerine kendi kimlikleri ve özellikle yaşadıkları yere ilişkin kaygıları öne çıktı. Eskiden oynadıkları arkadaşlarıyla farklı mahallelere taşınmış olmaları gündeme geldi. Kendi mahallelerindeki kilise ve sinagoglara dair bilgileri ve merakları daha çoktu. Sokakta oyun oynadıkları alanlarla iç içe geçen mekanlar olduğu anlaşılıyordu.

Uygulamalardan alınan hazı, paylaşılan mutluluğu karşılaştırmaksa mümkün değil. Tüm uygulamalarda çok eğlendiklerini görüyoruz.

DV: Bir değerlendirme süreci de yaşadınız. Acaba bu tip faaliyetlerin çocuklar üstündeki etkileri nedir?

BOMOVU: Önünden geçtikleri yapıları, mekanları anlamlandırmalarına, yaşadıkları yerin tarihine ilişkin meraklarını ortaya çıkarmaya katkı sunduğunu düşünüyoruz. Ayrıca eğitim, sosyal çevre ve medya gibi kanallardan maruz kaldıkları bilgi akışını, genellikle önyargı ve ötekileştirme dilinin yoğun olduğu bir ortamı sorgulama araçlarını hatırlatmak önemli oluyor. Bu akışın dışına çıkabilecek buna alternatif üretebilecek merakı teşvik etmek ve sorularını cesaretlendirmenin bugünkü toplumsal koşullarda önemli bir işlevi olduğunu düşünüyoruz. Öğrenimi onlara ödevler vererek değil kendi soruları ve kendi ilgi alanları üzerinden hayatın her alanından kurabilmenin bir örneğini paylaştığımızı düşünüyoruz. Kültürel mirası anlamaya dair ilgi uyandırmak bir yana, yaşlılarla ilişkiye geçmeleri ve onlar için sorular geliştirmelerini olumlu bir pratik olarak görüyoruz. Çocuklar evlerine gittiklerinde eski oyunları sorarak kültürel miras aktarımını teşvik eden aktif araştırmacı rol üstleniyorlar. Hergün yaptıkları bir şeyin, oyun oynamanın böyle yetişkinlerce de merak edilmesi oynamaya, oyunlarının değeri üzerinden onları etkilediğini düşünüyoruz.

DV: Elinizde basılı materyali, 2 uygulama deneyimi ve eğitmenleriyle önemli bir proje var. Bundan sonraki planlarınız nedir?

BOMOVU: Yerelde geliştirilebilecek kitapçık örneği olarak daha önce hazırladığımız Trakya Sınırında Barışa Oynave Kafkasya Sınırında Barışa Oynakitapçıkların yanına bir de “Ege Kıyısında Barışa Oyna” kitapçığı için ilk uygulama sürecinde ön hazırlığımızı tamamladık. Önümüzdeki günlerde onun da basılması için çözümler üzerine düşüneceğiz. Ayrıca İstanbul’daki yaygınlaştırma eğitimine benzer buluşmaları farklı şehirlere taşıyarak Barışa Oyna modelinin yerelleşmesi için çabamızı sürdüreceğiz. Mardin’e ilk araştırma ziyaretimizi gerçekleştirdik. Bu aşamada Barışa Oyna Yaygınlaştırma Eğitimi kitapçığının katkısı olacağına inanıyoruz. Farklı yerlerde düzenlenen buluşmalardan ve uygulamalardan özgün sonuçlar elde edileceğini düşünüyoruz.

DV: Tüm bu proje sürecinin kurumunuz üstündeki etkisinden bahsedebilir misiniz?

BOMOVU:BoMoVu’nun daha fazla insanla tanışmasına fırsat olduğunu söyleyebiliriz. Farklı programlarımız ve atölyelerin yanı sıra İstanbul dışından hem kurumsal hem de kişisel ilişkiler geliştirdik. Bunun sonraki dönemlerde de çok katkısı olacağını düşünüyoruz. Ayrıca yaygınlaştırma eğitimi sayesinde daha fazla kişiye ulaşmanın dışında bir de kendi yaptıklarımızı gözden geçirme olanağına kavuştuk.