Monthly Archives

Nisan 2020

Sulukule Gönüllüleri Derneği Okula Dönüş Projesini Anlattı

By | Çocuk Fonu

İstanbul’un Fatih-Karagümrük bölgesinde risk altında, dezavantajlı ve ayrımcılığa maruz kalmış gruplarla kadın ve çocuklarla hak temelli çalışmalar gerçekleştiren Sulukule Gönüllüleri Derneği’ne Çocuk Fonu’nun 2020 döneminde hibe desteği sağlıyoruz. 10. yılını kutlayan derneğin bu süreçteki çalışmalarını, çeşitli nedenlerle örgün eğitim sisteminin dışında kalmış çocukların eğitim sistemine dahil olmalarının sağlanmasını hedefleyen Okula Dönüş projesini ve COVID-19 salgınının etkilerini dernekten Aysun Koca ile konuştuk.

Vakfımızı takip edenler Sulukule Gönüllüleri Derneği (SGD)’ni ve çalışmalarını artık yakından tanıyor. Yakın zamanda derneğin 10. kuruluş yıl dönümünü kutladınız. Geçtiğimiz 10 yılda çalıştığınız alanda ne tür gelişmeler yaşandı?

On yıl içinde çalışma sistemimizde, sahanın ihtiyaçlarını gözeterek, birçok değişiklik yaptık. İlk yıllar okul derslerine odaklı ders destek etütleri yaparken, dernek mekanı içindeki çalışmalar çok daha yoğundu. Ancak mekanımız çok küçük olduğu için, çalışmalarımıza olan talep, kapasitemizin çok üzerinde olduğunda bu ihtiyaca yetişemiyorduk. O dönem, sadece bir okulda olan atölye çalışmalarımızı, yıllar geçtikçe bölgedeki diğer okullara da yaygınlaştırdık. Dernekteki faaliyetleri azaltarak, çocukların okulla bağını güçlendirecek atölyeler ve oyunlar yazmaya başladık.

Çalıştığımız okullarda mülteci çocuk nüfusunun artmasıyla atölyelerimizi çok kültürlü bir hale getirmeye başladık. Bütüncül çalışmaya odaklandığımız için bakım verenler, veliler, anneler ve öğretmenlerle de çalışmalara ağırlık vermeye başladık.
Bu on yıl içinde değişmeyen yönümüz, gönüllülerimizin desteğine olan ihtiyacımız ve gönüllülerimizle aramızdaki bağın kuvveti diyebilirim. Bunca yıl gönüllülük yapan pek çok arkadaşımız derneğin yönetim kurullarında yer alıyor ve saha ekibine dahil oluyor. Bütün bunların yanında değişmeyen yönlerimizden bir diğeri ise, mahalle ile olan iletişimi hiç bırakmamış oluşumuz diyebilirim. Çocuk Fonu kapsamında bu yıl desteklenen projemiz de biraz bu ihtiyaca yönelikti.

Vakfımızın önceki dönemde sağladığı hibe desteği ile hazırladığınız “Çocuklarla Çalışma Araçları ve Değerlendirme Süreci Raporu” Sulukule Gönüllüleri Derneği’nin kurumsal hafızasına vurgu yapan ve alanda çalışırken kullandığı yöntemlerin etkisine dair bilgiler sunan bir çalışma. Bu rapordan en öne çıkan bulguları bizimle paylaşır mısınız? Bu bulgular derneğin çalışmalarını ne yönde etkiledi?

Çocuklarla Çalışma Araçları ve Değerlendirme Süreci Raporu, izleme değerlendirme sistemimizi kurmak adına oluşturduğumuz ve dediğiniz gibi kurumsal hafıza çalışmalarımızın ilkiydi. Bu raporun rehberliğinde her yılki gelişimimizi izlediğimiz raporlarımız bulunuyor. Raporda hem dernek içi çalışmaların etkisini hem de okullarda süren atölyelerin etkisini ayrı ayrı değerlendirdik. Dernekte oyun temelli gerçekleşen atölyelerin çocukların uyum becerilerinin gelişmesine destek olduğu, odaklanma sorununda azalmaya katkı sağladığı, kaygı düzeyinde azalmayı desteklediği, çocukların sosyal adaptasyonunu artırmaya katkı sağladığı ve özgüvende artışa sebep olduğu gözlendi. Okullarda ise şiddetsiz iletişim kurmanın en fazla zorlanılan alan olduğu belirlendi. Bu bilgiden hareketle bir sonraki yıllarda şiddetsiz iletişim temalı oyunları arttırdık. Raporun bir diğer özeti olarak, çocukların isteğinin daha fazla oyun olduğunu gördük.

Derneğin yıllar içinde geçirdiği evrimi de göz önünde bulundurursak, oyunla öğrenme atölyelerinin niceliğini ve niteliğini artırarak okul içinde geçirdiğimiz süreyi fazlalaştırmak sonraki yıllarda geliştirilen programlarımızın önceliği oldu. Bunun bir yansıması olarak, bu yıl Fatih’te 5 farklı okulda, her hafta 20 farklı grupla atölye gerçekleştirdik. Her yıl güncellediğimiz raporlarımız için web sitemizi ziyaret edebilirsiniz.

Çocuk Fonu kapsamında desteklediğimiz Okula Dönüş projesi, önceki çalışmalarınızdan farklı olarak okul terkinin önlenmesini değil, örgün eğitim sisteminin dışında kalmış çocukların ve ebeveynlerinin güçlendirilmesi yoluyla okula dönmelerini sağlamayı amaçlıyor. Böyle bir projeye neden ihtiyaç duydunuz ve proje kapsamında ne tür çalışmalar gerçekleştireceksiniz?

Proje kapsamında Fatih ilçesinde okula başlamış bırakmış ve uzun süreli devamsızlık yapan çocuklar tespit edecek, içlerinden okula devam etmeye ikna edilenler için onlara hitap edecek sosyal gelişim atölyeleri ile okula hazırlık atölyeleri gerçekleştireceğiz. Bunun yanında, çocuklarla doğrudan ilişkili olan ebeveynleri, başta çocuk hakları olmak üzere, risk altındaki çocuklarla ilgili konularda güçlendirerek odağı çocuklar olan hedeflere ulaşılması konusunda destek mekanizmaları kurmayı hedefliyoruz.

Projeye ihtiyaç duyma sebebimiz, saha çalışmalarını sürdüğümüz bölge olan Karagümrük’te, özellikle 10-16 yaş arası çocuklar arasında okulla bağı zayıf olan, uzun süre devamsızlık yapan ve okulu terk etme riski bulunan çocukların sayısının artmasına dair gözlemlerimiz. Eğitim Reformu Girişimi tarafından hazırlanan Eğitim İzleme Raporu 2019’a göre, 20 gün ve üzeri devamsızlık yapan öğrenci sayısı 2018 yılı verilerine göre ilkokulda %5.7, ortaokulda (temel eğitim) %10, imam hatip ortaokulunda %8.9, mesleki ve teknik ortaöğretimde %44 ve Anadolu imam hatip liselerinde %36 olarak ifade ediliyor. Aynı raporda 9. sınıflarda sınıf tekrarı oranı ise %10,4 olarak belirtiliyor.

Çocuk işçiliği, erken yaşta evlilikler ve adalet sistemi ile tanışma mahalledeki çocukların birçoğunun karşı karşıya kaldığı durumlardan oldu. Bu durumlar devamsızlıkların ve okul terkinin artmasına yol açtı. Birçok çocuk yaşı sebebiyle örgün eğitim sisteminin dışına çıktı, açık ortaokul ve açık lise seçeneğine yönlendirildi. Ancak çocukların, herhangi bir destek olmadan dışarıdan okul bitirme süreci hiçbir zaman başarı ile tamamlanamadı. Okuma yazma bilmeme, yaşının sınıf arkadaşlarından çok daha büyük olması, ayrımcılık, geç kayıt, maddi yetersizlik içerisinde olma, uyum sorunları yaşama, psiko-sosyal anlamdaki yetersizlikler nedeniyle okul ile bir defa bağı kopmuş çocukların; akranlarının, bakım verenlerinin ve uzmanların desteğiyle güçlendirilmesi gerektiği ihtiyacı ile bu projeyi hazırladık. Bu proje ile, Fatih bölgesinde okulu terk etmiş, uzun süre devamsızlık yapma eğiliminde olan, okul sisteminde kayıtlı gözüküp herhangi bir sebeple okula hiç gitmeyen veya yaşı nedeniyle örgün eğitim sisteminin dışında kalmış çocukların ihtiyaçlarına yönelik atölye çalışmaları yaparak okulu terk etmesine neden olan etmenleri azaltmayı, onları eğitim sistemine dahil etmeyi istiyoruz.

Okula Dönüş projesinin derneğinizin bu alanda yaptığı çalışmalar açısından yeni ve yaygınlaştırılabilir bir modele dönüşeceğini düşünüyor musunuz? Projenin ve bu modelin uzun vadede etkili olabilmesi için çocuklara ve gençlere yönelik olarak ne tür destek mekanizmalarına ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz?

Bu model 2008-2009 döneminde başlayan, Sulukule yıkımının etkisi devam ederken, o dönem Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF’in birlikte yürüttüğü Yetiştirici Sınıf Öğretim Programı’na (YSÖP) benziyor. O dönem okula gidip bırakmış veya hiç başlamamış çocukların ikna edilip, onlar için belirlenmiş okulda hızlandırılmış eğitime katılarak bir sonraki yıl yaşıtları ile aynı seviyeden okula başlamalarını hedefleniyordu. Pratikte birçok eksiği olan bir çalışma olsa da pek çok çocuk bu sayede okula dahil olabildi. Sulukule Gönüllüleri Derneği’nin çalışmalarının başlangıcı ve dernek fikri de bu çalışmaların ardından doğmuştu.

Okula Dönüş projesi de bir miktar bu programa benzeyecek. Okula dönmeye ikna ettiğimiz çocuklar için, örgün eğitime yönelik bir program yerine, bilişsel, sosyal ve fiziksel olarak okula hazırlayacağımız atölyeler kurgulayacağız. Eğitim sistemine sonradan ya da tekrardan dahil olan çocukların, okulla bağının güçlenmesi ve kopmaması için okul hayatı boyunca desteklenmeye ihtiyacı olacak. YSÖP’deki deneyim bize bunu öğretti. Proje kapsamındaki örgün eğitim sistemine dahil olan çocukları mümkün olduğunca okul atölyelerine dahil etmeyi, yaşı nedeniyle fiziksel olarak okula gidemese de açık ortaokul veya açık lise süreçlerine dahil olanlarla ise ihtiyaçlarını gözetecek şekilde iletişimde kalmayı hedefliyoruz.

Daha önce de bahsettiğim gibi, farklı nedenlerle Türkiye’de okulu terk etme oranı yüksek olduğu için uygulayacağımız proje gibi modellerin yaygınlaşması gerektiğini düşünüyoruz. Okulu bırakma durumu çok katmanlı bir sorun olduğu için çocukları bilişsel, sosyal ve fiziksel olarak okula hazırlayıp okula başladıktan sonra da alandaki diğer aktörlerle beraber onları takip etmek gerekiyor.

COVID-19 kapsamında alınan tedbirlerin hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında da değişikliklere sebep olduğunu biliyoruz. Bu durum bizden aldığınız hibe kapsamında yürüttüğünüz faaliyetleri ve diğer çalışmalarınızı nasıl etkiledi? Çalışmalarınıza devam etmek için kullandığınız yöntemler varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

Alınan tedbirler doğrultusunda SGD olarak dernek mekanını kapatarak evden çalışma düzenine geçtik. Bu süreçte haliyle tüm saha faaliyetlerimizi durdurduk. Çocuk Fonu kapsamında bu dönem kabul edilen Okula Dönüş isimli projemizin başlama dönemi Mart ayıydı. Henüz hiç saha çalışmasına başlamadığımız için proje dönemini Haziran’a veya gerekli olursa biraz daha ileri bir döneme erteleme yoluna gittik.

Bu süreçte tüm projelerimizin sahası durduğu için elimizdeki bilgilerle hazırlayabildiğimiz raporlara odaklanmaya, saha çalışması boyunca yeterli zaman ayıramadığımız kapasite geliştirme işlerine zaman ayırmaya başladık. Son haftalarda en aktif olarak yürüttüğümüz iş, hedef kitlemiz olan çocuklar ve kadınlarla telefon aracılığı ile bilgi almak ve ihtiyaçlarını belirlemek oldu. Bir sonraki aşamada ihtiyaçları gidermeye yönelik yapılabilecekler hakkında çalışacağız. Gönüllülerle bağımızı sürdürmeye çalışıyor, normal şartlarda aylık olarak yaptığımız buluşmaları, haftalık olarak düzenliyoruz.

Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği Çocuk Fonu Kapsamında Çalışmalarına Başladı

By | Çocuk Fonu

Çocuk Fonu’nun 2020 dönemi kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansal desteği ile hibe verdiğimiz Fikir Sanat Atölyesi Derneği (FİSA) kültürel, bilimsel ve sanatsal eser üretiminin desteklenmesi ve bu alanda eğitim ve burs faaliyetlerinin hayata geçirilmesi amacıyla çalışmalar yapıyor. Dernek bünyesinde faaliyet gösteren Çocuk Hakları Merkezi’ni, hibe desteği verdiğimiz projeleri Çocuğa Yönelik Ayrımcılığa Karşı Stratejik Yaklaşım ve COVID-19 salgınının çalışmalarına etkisini projenin koordinasyonunu yürüten Ezgi Koman ile konuştuk.

Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği’nin kuruluş amacını ve yürüttüğü çalışmaları bizimle paylaşır mısınız?

Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği; 2015 yılında mülteci, çocuk, LGBTİ, medyada eşit temsil alanlarında çalışmalar yapmak, hak sahiplerine erişemedikleri eğitim ve sağlık bursları ve desteklerini sağlamak amacıyla kurulmuş Ankara merkezli bir sivil toplum örgütüdür.

Derneğin bünyesinde faaliyet gösteren Çocuk Hakları Merkezi, çocuk hakları ile ilgili hangi alanlarda ve ne tür çalışmalar yapıyor?

Çocuk Hakları Merkezi 2017 yılından beri çalışmalarını yürütüyor. Ancak çalışmalarının daha sistematik ve bir program etrafında gerçekleşmesi geçtiğimiz yıl başladı. Çocuk Hakları Merkezi; çocukların hak ve özgürlüklerinin yaşama geçmesi için ihlalleri görünür kılan, izleme ve raporlama yaparak politika öneren; aynı zaman somut modeller ve kaynakları geliştiren bir merkez. Son iki yıldır odaklandığı temel alanlar ise çocuk işçiliği, çocuğa yönelik cezasızlık, mülteci çocuklar ile iş dünyası ve çocuk hakları konuları oldu.

Çocuk Fonu’nun 2020 döneminde, Turkey Mozaik Foundation’ın sağladığı finansal destekle Çocuğa Yönelik Ayrımcılığa Karşı Stratejik Yaklaşım projesini hayata geçiriyorsunuz. Projenin amacından ve bu kapsamda yapacağınız faaliyetlerden bahseder misiniz?

İnsan hakları hareketi Türkiye’de de uzun süredir hak ihlalleriyle mücadele ediyor. Bazı alanlarda olumlu bir değişim ve dönüşüm sağlandığı mutlak. Ancak bazı alanlarda gösterilen çaba, elde edilen gelişme ve ihlallerdeki gerileme ile ne yazık ki doğru orantılı değil. Çocuğa yönelik ayrımcılık da aynı şekilde. Ayrımcılık, bir insan hakları ihlali olarak karşımızda durmaya devam ediyor. Zaman zaman şekil değiştiriyor, zaman zaman çeşitli nedenlerle yeniden üretiliyor, bazen artıyor, bazense daha görünür oluyor. Ama ne yazık ki tüm çocuklar ayrımcılığın değişik biçimlerine, değişik ortamlarda ve değişik failler tarafından maruz kalmaya devam ediyor.

Çocuğa yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırmak, ayrımcılığı üreten ilişkisel ve yapısal örüntüleri, mekanizmayı ve sistemi tüm özneleri ve ilişki biçimleriyle anlamak ve etkili stratejiler geliştirmekle mümkün.

Sivil Toplum için Destek Vakfı ve Turkey Mozaik Foundation desteği ile yürütmeye başladığımız bu proje de çocuğa karşı ayrımcılığa karşı etkili stratejiler geliştirmeyi hedefliyor. Bu hedefine ulaşmak için de çocuğa yönelik ayrımcılıkla ilgili olabilecek öznelerle bir araya gelecek ve ortak stratejiler hatta taktikler geliştirmeye çalışacağız. Bütün bunlar Çocuğa Yönelik Ayrımcılığa Karşı Strateji Setinde yer alacak. Bu süreçte bir araya geleceğimiz özneler ise çocuklar, sanatçı ve medya çalışanları, meslek elemanları, sivil toplum temsilcileri ve ebeveynler olacak.

Proje kapsamında, başta yerel yönetimler ve ilgili kamu kurumları olmak üzere farklı paydaşlarla paylaşmak üzere “Çocuğa Yönelik Ayrımcılığa Karşı Strateji Seti”ni hazırlamayı hedefliyorsunuz. Yerel yönetimler ve ilgili kamu kurumları bu setten nasıl faydalanabilirler?

Bu setin; çocuklarla ilgili ayrımcı pratikleri, ayrımcılığın temel örüntülerini, sebep ve sonuçlarını görünen ve görünmeyen yanlarıyla ele almasını hedefliyoruz. Tüm bunların yanı sıra politika ve belki uygulama önerileri de yer alacak. Yerel yönetimler de kamu idaresi de bu set aracılığıyla; öncelikle çocuğa yönelik ayrımcılıkla ilgili yükümlülüklerinin bir kere daha farkına varabilir, ayrımcılığa karşı uygulanabilir pratikler geliştirebilirler. Elbette bu süreçlerde FİSA Çocuk Hakları Merkezi kamu idaresiyle de yerel yönetimlerle de ortak çalışmalar yapmaya çok açık.

Korona virüsü kapsamında alınan tedbirlerin hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında da değişikliklere sebep olduğunu biliyoruz. Bu durum bizden aldığınız hibe kapsamında yürüttüğünüz faaliyetleri ve diğer çalışmalarınızı nasıl etkiledi? Çalışmalarınıza devam etmek için kullandığınız yöntemler varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

Biz bu proje kapsamında; Nisan ayından itibaren 2’şer günlük 5 atölye yapmayı planlamıştık. Bu atölyelerde çocuğa yönelik ayrımcılık ele alınacak ve çıktılarından strateji seti oluşturulacaktı. Küresel salgın sebebiyle alınan tedbirler kapsamında biz de ne yazık ki faaliyetlerimizi daha önce planladığımız şekilde gerçekleştiremiyoruz. Bu yüzden projemizin hedeflerini ve çıktılarını değiştirmeden, yöntemsel bir değişiklik yaptık. Bu değişiklik ile 12’şer kişilik atölyeler yerine çocuğa yönelik ayrımcılığı tüm yönleriyle ele alabileceğimiz çevirimiçi birebir görüşmeler yapacağız. Çocuklarla yapılacak atölyeyi ise, çevirimiçi görüşmelerin uygun olmayacağını düşündüğümüzden, ileriki bir tarihe erteledik. Bu görüşmelerin sonuçlarından yine strateji setini oluşturmayı planlıyoruz.

Küresel salgın elbette bizim de çalışmalarımızı evlerden yürütmemize yol açtı. Yani biz evde kalabilen şanslı gruptanız. Devam eden çalışmalarımızı başka araç ve yöntemlerle yürütmeye çalışıyoruz. Ama asıl bu sürecin çocuklar üzerindeki etkisini azaltmak için politika önerileri geliştirmeye ve süreci çocuk hakları temelinde izlemeye çabalıyoruz.

DİSA, Önce Çocuk: Çocukların Travmalarıyla Baş Etme Projesi için Çalışmalarına Başladı

By | Çocuk Fonu

Farklı program alanları altında yürüttüğü araştırmalarla toplumun sosyal ve siyasal gelişiminin önünü açacak araştırmalar yapan Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA), Çocuk Fonu’nun 2020 dönemi kapsamında desteklediğimiz Önce Çocuk: Çocukların Travmalarıyla Baş Etme projesi için çalışmalarına başladı. DİSA Enstitü Koordinatörü Atalay Göçer ve araştırmacı ve psikolojik danışman Aysel Fidan ile DİSA’nın araştırma programlarını, Önce Çocuk projesini ve COVID-19 salgının çalışmalarına etkilerini konuştuk.

Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) farklı program alanları altında yürüttüğü çalışmalarla toplumun sosyal ve siyasal gelişiminin önünü açacak araştırmalar yapıyor ve ilgili konularda politika geliştirilmesine destek olmayı amaçlıyor. DİSA’nın çalışmalarında hangi alanlara odaklandığını bizimle paylaşır mısınız?

Enstitümüz çalışmalarını dört araştırma programı ekseninde yürütüyor. Anadili ve Pedagoji Araştırma Programı’nda eğitimde anadilinin kullanılmamasından kaynaklanan sorunlar ile dil ve eğitim politikalarını ele alan araştırmalar yapılarak anadili temelli çok dilli eğitime dair model önerileri geliştiriliyor. Enstitümüz anadilini sosyalleşme evresinde ve örgün eğitim süreçlerinde geliştiremeyen çocuklar nezdinde diller arası hiyerarşinin sonuçlarını ortaya koyuyor ve çok dilli yaşamın pedagojik imkanlarını araştırıyor. Anadilin kuşaklar arası değişimi, linguistik sınırlamaların toplumsal algı ve dışlanma ile ilişkisi, sözlü çocuk edebiyatı ürünlerinin ve oyunların eğitim kaynaklarına dönüştürülmesi, çok dilli ve çok kültürlü eğitim modelleri, toplumsal travma yaşamış çocuklarda kültürel yaratıcılık potansiyelinin teşvik edilmesi ve eğitimci eğitimi konuları bu araştırma programının öğeleri arasında yer alıyor.

Adalet ve Barış İnşası Araştırma Programı; dünyada çatışma çözümü olarak tanımlanan çalışmaların bölge realitesi ışığında çözümlendiği bilgi ve veri üretimini içeriyor. Adaletin bir hukuk düzenlemesi, barışın ise pazarlık sonucu ulaşılan bir asayiş durumuna indirgenmesinin uzun ve iniş-çıkışları olan bir barış inşasından farkını ortaya çıkaran araştırmaları, karşılaştırmalı analizleri ve tartışmaları yürütüyor. Silah bırakma ve silahsızlanma, paramiliter ve paralel yapılar, sivil halkın korunması, çatışma sonrası ve topluluk temelli adalet, geçmişle yüzleşme ve hakikatleri açığa çıkarma, farklı ülkelerdeki geçiş, müzakere ve barış inşası süreçleri, bölgesel çatışma dinamiklerinin yerel süreçlere etkileri, arabuluculuk ve izleme mekanizmaları, kesintiye uğrayan süreçlerin analizi gibi alt-araştırma ve tartışma alanlarında yapılan çalışmaları kapsıyor.

Diyarbakır İçin Sürdürülebilir Yaşam ve Mekan Araştırma Programı; insan merkezli, ademi-merkeziyetçi ve dayanışmacı bir yerel ekonominin, doğal ve kültürel dokuya duyarlı mekan politikalarının imkanları üzerine odaklanan bir program. Bölgede ekonomik gelişmeyi toplumsal sonuçlarından kopuk ele alan merkeziyetçi-bürokratik güdümlü yatırım ve kentleşme politikalarının insani gelişme sorunlarını büyütmesi gerçeğinden yola çıkarak yapılan araştırmaları yürütmek ve sonuçlarını tartışmak hedefi ile tasarlandı. Kent ve barınma politikalarında katılım, barış ekonomisi, özerklik ve merkezi kaynak dağılımı, katılımcı bölgesel ekonomi ve yeşil kentleşme örnekleri, kooperatif sosyal dayanışma ağı ekonomileri, yakın-yerellik tarımı, mekan-insan-doğa ilişkisinin iktisadı, yoksullukla mücadele politikaları bu programın Diyarbakır ve çevresine özgü araştırma alt başlıkları.

Her ne kadar enstitümüz ve araştırma programlarımız bünyesinde yürütülen olan tüm çalışmalar toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini temel alsa da özellikle bu alanda derinleşmek amacıyla geçtiğimiz yıl kurulan Diyarbakır için Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Araştırma Programı; toplumsal cinsiyet eşitliğini savunmak üzere bu konuda farkındalık geliştirmek, ayrımcılık temelli eşitsizliğin dinamiklerini anlamak, eşitliğin sağlanmasında bireysel ve toplumsal uygulanabilir çözümleri tartışmak için bilgi üretmeyi hedefliyor. Farklı sosyo-ekonomik arka plandan kadınların toplumsal cinsiyet meselesine yaklaşımı, ayrımcılıkla mücadele yöntemleri ve kamusal varoluş biçimleri, cinsiyetlilik-kadın(sı)lık-erkek(si)lik tartışmaları, kadın/feminist hareketlerin ittifak ve dayanışma politikaları ile LGBTİ+ kapsayıcılığı araştırma alanları arasında yer alıyor.

Çocuk Fonu kapsamında desteklediğimiz Önce Çocuk: Çocukların Travmalarıyla Baş Etme projesinin amaçlarından ve bu amaçlar doğrultusunda gerçekleştireceğiniz çalışmalardan bahseder misiniz?

Dört araştırma programımızın kesişiminde yürütmekte olduğumuz Önce Çocuk: Çocukların Travmalarıyla Baş Etme Projesi kapsamında toplumsal barışın inşasında sivil toplumun yedi temel işlevinden biri olan Çatışma Süreçlerinde Vatandaşların Korunması ile Yılmazlık ilkeleri (anadili temelli çok dillilik, kültür-sanat odaklılık, çocuk katılımı) uyarınca çocukların özgüven ve yaratıcılıklarının artırılarak çatışma etkisiyle baş etme yöntemlerinin geliştirilmesi hedefleniyor. Hedef kitlesi Diyarbakır’da Suriçi’nde yaşanan çatışma nedeniyle Suriçi’nin farklı mahallelerinde yaşayan ya da Diyarbakır’ın farklı semt ve ilçelerine göç etmiş sosyoekonomik açıdan dezavantajlı konumda bulunan ailelere mensup çocuklar ve sorumlu ebeveynleri olan projede çoğunluğu kadın olan, çocukları ile birlikte psikososyal destek alan sorumlu ebeveynlerin hem kendilerinin hem de çocuklarıyla iletişimlerinin güçlendirilmesi amaçlanıyor.

Bu doğrultuda; Diyarbakır’a bağlı Suriçi’nde 2015 yılında yaşanmış olan silahlı çatışmalara maruz kalmış, tanıklık etmiş çocuklar ve sorumlu ebeveynleriyle birlikte terapötik çalışma yürütecek psikolog, psikolojik danışman ve sanat alanında faaliyet yürüten kişilere (kolaylaştırıcı) yönelik sanat terapisi, oyun terapisi ve çocuk hakları üzerine 2 aylık bir eğitim programı düzenlenecek. Bu eğitim programı ile kolaylaştırıcılar alanında yetkin kişilerden eğitim alacak ve bu sayede kapasiteleri gelişecek. 60 çocuk ve 60 sorumlu ebeveyne yönelik ayrı ayrı kapalı grup çalışması ve 3 ay sonra da ebeveyn ve çocuk iletişimini artırmaya yönelik eğitim almış olan kolaylaştırıcıların desteğiyle çocuk ve ebeveyn gruplarının birleştirilerek çocuk ve ebeveyn arası iletişimi geliştirmeye yönelik 3 aylık karma kapalı grup çalışması yürütülecek. Çalışmanın başında kapalı gruplar oluşturulurken hedef gruplar tercih edecekleri dile göre 3 kategoriye ayrılacak. Kürtçe, Türkçe ve çift dilli kapalı gruplar aile görüşmeleri sırasında çocukların ve sorumlu ebeveynlerinin tercihlerine göre belirlenecek. Çalışma sonrasında tercih edilen dilin psikolojik iyileşmeye etkisi ölçülüp değerlendirilecek. Proje kapsamında 2 kitap yayınlanacak: Kürtçe ve Türkçe dillerinde çocuklara ve ebeveynlerine yönelik etkinlik rehberi ve ebeveyn ve çocukların psikolojik iyileşmelerini (ayrı gruplarda ve birleştirilmiş gruplarda), dilin ve sanatın psikolojik iyileşmeye etkisini değerlendiren analiz raporu.

Proje kapsamında öncelikle psikolog, psikolojik danışman ve sanat alanında faaliyet yürüten kişilerle sanat terapisi, oyun terapisi ve çocuk hakları ile ilgili bir eğitim gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz. Çeşitli uzmanlık alanlardan kişileri bu konularda güçlendirmenin çocuk hakları alanında yapılacak çalışmalara ne tür katkılar sağlayacağını düşünüyorsunuz?

Eğitim programına katılacak psikolog, psikolojik danışman ve sanat alanında faaliyet yürüten kişilerin, çocuklara ve sorumlu ebeveynlerine yönelik sanat ve oyun terapi teknikleri aracılığıyla travma ile baş etme, travma sonrası stres bozukluklarının iyileştirilmesi, ebeveyn ve çocuk ilişkisinin iyileştirilmesi, psikolojik gelişimle ilgili ölçme ve değerlendirme yöntemlerinin geliştirilmesi ile alanlarında ihtiyaç temelli (sanat ve oyun terapi teknikleri aracılığıyla travma ile baş etme, travma sonrası stres bozukluklarının iyileştirilmesi, ebeveyn ve çocuk ilişkisinin iyileştirilmesi, psikolojik gelişimle ilgili ölçme ve değerlendirme yöntemlerinin geliştirilmesi alanlarında) grup terapisi yürütebilmeleri doğrultusunda kapasite artırımı sağlanmış olacak.

Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin dört temel ilkesi olan; yaşama ve gelişme hakkı, çocuğun yüksek yararını gözetmek, çocuğun katılımının sağlanması ve ayrımcılık gözetmemek konularıyla ilgili eğitimlerle katılımcıların çocuk algısı ve hak temelli yaklaşıma sahip olmaları öngörülüyor. Bu eğitimlerle psikolog, psikolojik danışman ve sanat alanından kolaylaştırıcıların çocuğa yönelik terapötik müdahale için uygun terapötik dili ve yaklaşımı benimsemeleri hedefleniyor. Çocuklarla çalışma tecrübesi bulunan uygulayıcıların bile dönem dönem sahip oldukları bilgi ve becerileri tazelemeleri önemlidir. Bu durumu, hem onların kapasitelerine bir katkı, hem de çalışmanın verimliliğinin olmazsa olmaz bir parçası olarak gördüğümüz için eğitim sürecine çocuk algısı ile başlamamız ve çocuklarla kurulacak dilin, terapötik gelişimi sağlayacak etkinliklerin yaşa göre seçilmesinin öneminin ve çeşitli uygulamaları kapsayan etkinlikleri içeren anlatımların eğitimin sonlarına doğru yeniden ele almamız bu bağlamda doğru bir çocuk algısı ile çalışma yürütme isteğimizle ilişkili. Çocuk haklarına ve algısına ilişkin hafızası güçlenen psikolog, psikolojik danışman ve sanat alanında faaliyet yürüten kişiler, eğitim programını yürütecek olan uzmanların danışmanlığında, hem kendi çalışma alanlarında hem de çatışma etkisi altındaki çocuk ve sorumlu ebeveynlerine yönelik psikososyal destek çalışmalarında kullanılmak üzere etkinlik kılavuzu hazırlayacak. Çalışma öncesinde verilen eğitim ve proje kapsamında yayınlanacak etkinlik kılavuzu hem çalışmada yer alan kolaylaştırıcıların çocuk hak temelli terapötik bir süreci verimli bir şekilde yürütebilmelerine, hem de benzer alanda çalışma yürüten ruh sağlığı ve sanat alanından kişilere katkı sağlayacağını düşünüyoruz.

Önce Çocuk projesi sonunda sanat ve anadilin travma sonrası psikolojik iyileşme sürecine etkisi hakkında bir araştırma raporu hazırlanacak. Bu araştırmanın, çocuk hakları alanında çalışan ve bu alanda politika önerileri geliştiren kurumlara ne tür katkılar yapmasını öngörüyorsunuz?

Proje kapsamında iki çalışmanın çocuk hakları alanında çalışan ve bu alanda politika önerileri geliştiren kurumlara katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Bunlardan ilki yukarıda kısmen bahsettiğimiz etkinlik kitapçığı. Çalışma süresince yürütülecek etkinlerin kılavuz niteliğinde paylaşımı travmaya maruz kalmış ve hayatta kalan çocuklara ilişkin yürütülecek çalışmalarda psikolojik gelişimin sanatla desteklenmesi noktasında ön açıcı bir yerde duracaktır. Travmaya maruz kalmış çocuklara ve onların sorumlu ebeveynlerine yönelik sağlanacak ruh sağlığı hizmetinin sadece bireysel terapi şeklinde olmayabileceği ve sanat alanlarının psikolojik ilerlemeye katkısının bu alanda çalışanların gündemlerinde tutulması önemlidir. Grup çalışmaları ile birden fazla kişiye destek sunulması, sanat alanının gelişimi hızlandırması sınırlı kaynakla yoğun travmalara müdahalede bulunmak isteyen çocuklara yönelik hak temelli çalışma yürüten kişi ve kurumlara rehber niteliğinde katkı sunacağını ve literatüre katkı sağlayacağını düşünüyoruz.

Projenin diğer bir ayağı olan tercih edilen dilde alınan psiko-sosyal müdahale programının çocuk ve ebeveynlerine nasıl etki edeceği araştırması, katılımcıların bu çalışmadan nasıl fayda sağladıkları, bu faydanın tercih edilen dille ilişkisi ve sanat alanının bu faydayı sağlamadaki rolü incelenecek. Çok dilli toplumlarda psikolojik desteğin belirli bir dil üzerinden verilmesi yürütülen çalışmaların veriminin sorgulanması gerekliliğini ortaya koyuyor. Literatüre bakıldığında farklı ülkelerde gerçekleştirilen travmaya müdahale programlarının fayda sağlayıcılar odaklı hazırlandığı görülüyor. Hak temelli her program fayda sağlayıcısı kişilere (çocuk veya erişkin fark etmeksizin) odaklanmalı ve üst düzey yarar için bu programların adil, eşitlikçi, kapsayıcı, yerelin ihtiyaçlarını göz önüne alınması gibi temel prensipler üzerine kurulması gerekiyor. Çocuk hak temelli çalışan kurumların ilk amacı çocuğa erişimdir ve psikolojik erişim için çocuğun kendini ifade etmek istediği şekilde ve dilde ifade edebiliyor olması gerekir. Bireylerin tercih ettikleri dilin bu bağlamda psikolojik gelişimi destekleyeceğini öngörüyoruz. Çocuk alanında hak temelli çalışma yürüten kurumlara araştırma raporu ile tercih edilen dilin terapötik sürece etkisi ve çocuklarla çalışma yürütürken sanat alanının kapsanması gerekliliğine ilişkin verilerle katkı sağlanmış olacak.

COVID-19 salgını kapsamında alınan tedbirlerin hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında da değişikliklere sebep olduğunu biliyoruz. Bu durum bizden aldığınız hibe kapsamında yürüttüğünüz faaliyetleri ve çalışmalarınızı nasıl etkiledi? Çalışmalarınıza devam etmek için kullandığınız yöntemler varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

Neyse ki COVID-19 salgınına dair Türkiye’de ilk ölüm gerçekleştiğinde, çalışmamıza ara vermeye karar verdiğimiz aşamada kolaylaştırıcı eğitimleri tamamlanmış hatta grubu oluşmuş olan kolaylaştırıcılar dört modüllük etkinlik programının ilk modülü olan “sevgi ve güven alanının oluşturulması” için etkinliklerini büyük ölçüde tamamlamıştı.  Gelinen aşamada çalışmaya belirsiz bir süreliğine ara verildiğine dair bilgilendirme yapılan ailelerle iletişimimiz telefon üzerinden de olsa devam ediyor. Grup çalışmasına dahil olan kadın ve çocuklardan bazılarının özlem içerisinde olduklarını kolaylaştırıcı arkadaşlarımız oluşturduğumuz Whatsapp grubunda aktarıyorlar.

DİSA olarak bileşeni olduğumuz Diyarbakır Çocuk Çalışmaları Ağı’nın, mevcut sürecin yarattığı ihtiyaca binaen sosyal medyada paylaşmak üzere hazırladığı çocuklar ve sorumlu ebeveynleri için koronavirüs salgını hakkında bilgilendirme ve pandeminin psikososyal etkisiyle baş etme yöntemlerine dair yazılı ve görsel çalışmalar ile ebeveynlerin evde çocuklarına ya da çocuklarıyla birlikte uygulayabileceği oyun ve etkinliklerden oluşan kaynak ve materyalleri çalışmamıza katılan ailelerle paylaştık. Halihazırda iletişimde olduğumuz kolaylaştırıcı ve eğitmenlerimizle online süpervizyon toplantıları gerçekleştirebildiğimiz gibi uzman eğitmenlerin desteği ile kolaylaştırıcı arkadaşlarımızla baskıya hazırlamak üzere etkinlik programı kitapçığı için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Koronavirüs sürecinden sadece aileler ve çocuklar değil çalışmamızda yer alan kolaylaştırıcılar da olumsuz yönde etkilenebiliyor. Stresli yaşam olaylarını tetikleyen pandeminin kolaylaştırıcıları nasıl etkilediği ve onların bu süreçte öz bakımlarına faydalı olabilecek önerilerin de ele alınması çalışmamız açısından önemli. Bu bağlamda planlanan süpervizyon çalışmalarının birinde koronavirüs süreci, onun kolaylaştırıcılar üzerine etkisi, bu süreçte baş etme mekanizmalarının güçlendirilmesi ve bu sayede kolaylaştırıcıların psikolojik sağlamlıklarının artırılması hedeflenmiştir.

Kültür Sanat Fonu Kapsamında Desteklediğimiz Mezopotamya Caz Müziği ve Dans Kültürü Derneği Çalışmalarına Devam Ediyor

By | Kültür Sanat Fonu

Diyarbakır’da faaliyet gösteren Mezopotamya Caz Müziği ve Dans Kültürü Derneği, dans ve müzik aracılığıyla kültürler arası etkileşim, ifade özgürlüğü, çocuk hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği alanlarında çalışıyor. Vakfımızın 2019 yılında ilk kez açtığı Kültür Sanat Fonu kapsamında kurumsal hibe desteği sağladığımız dernekte, Proje Koordinatörü olarak görev alan Hazni Demir ile devam eden çalışmalarını, kurumsal hibenin derneğe katkılarını ve Covid-19 salgınının faaliyetlerine etkilerini konuştuk.

Kültürler arası etkileşim, ifade özgürlüğü, çocuk hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği alanlarında dansı ve müziği öne çıkaran faaliyetler yapan Mezopotamya Caz Müziği ve Dans Kültürü Derneği’nin kuruluş hikayesinden ve yaptığı çalışmalardan bahseder misiniz?

Mezopotamya Caz Müziği ve Dans Kültürü Derneği Şubat 2019’da kuruldu. Öncesindeki 2 yıl boyunca, enformel bir dans topluluğu olarak Swing dansları ve caz müzik ile ilgili atölyeler düzenledik. Sonrasında ise çalışmalarımızı daha akademik bir çerçeveye yerleştirmek, bu çerçeveyi farklı sosyo-ekonomik-kültürel gruplarla pratiğe döküp yaygınlaştırmak, çalışmalarımızı daha düzenli ve sürdürebilir hale getirmek amacıyla dernekleştik. Çalışmalarımızın temelinde dansı ve müziği hak temelli perspektifler ile ortak bir potada buluşturmak ve çocuklar ile gençler için yeni bir sosyal ve kültürel alan yaratmak yatıyor. Şimdilik sadece Swing dansları ile yürüttüğümüz ancak ilerleyen zamanlarda belki de tüm dans türlerinde de kullanılabilecek Hak Temelli Dans Müfredatımız bulunuyor. Bu müfredat hem güncel gelişmelerle hem de müzik-ses, dans-hareket üzerine yapılan araştırmalarla yeni içerikler ve formlar kazanabilen dinamik bir yapıya sahip.

Caz müziği ve swing dansı üzerinden ırkçılık, toplumsal cinsiyet eşitliği, engelli hakları gibi birçok hak temelli alanda farkındalık yaratan atölyeler düzenliyorsunuz. Çalışmalarınızda Caz müzik ve Swing dansı tercih etmenizin nedeni nedir?
Caz müzik, özellikle Swing dönemi ve dansları, hak temelli çalışmalar için muazzam bir kaynak ve araştırma sahası sunuyor. Ortaya çıktıkları ve yayıldıkları, değişimler geçirdikleri, bittikleri, tekrar canlandıkları tarihi süreçler aynı zamanda dünyada da hak mücadelesi ve politik mücadelelerle örtüşen bir çizgi izliyor. Bu süreçlerde, müziği ve dansı geliştiren, insanların politik-etnik-cinsiyete dayalı kimlikleri de bize bir araştırma ve tartışma alanı açıyor. Bazen paralel bazen çakışmalı bir seyri var. Hepsinden de önce, caz müziğin kendisi aslında bir demokrasi şöleni. Bu benzetme çok sık yapılır. Farklı enstrümanların ve müzisyenlerin farklı tekniklerin bir arada bir uyum içerisinde ancak kendi bağımsız alanlarına sahip olarak icra ettiği bir müzik türüdür caz. Aslında bizim için en önemlisi, caz müziği ve özellikle swing dönemi mutluluğun, neşenin, umudun simgesidir.

Derneğinizin öncelikli hedef kitlelerinden birini de çocuklar oluşturuyor. Çocuklara yönelik olarak yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? Çocuklarla yaptığınız çalışmalarda kültür sanat faaliyetlerini kullanmanın nasıl bir etkisi oluyor?

Swing danslarının ve caz müziğin, fizyolojik ve bilişsel faydalarının yanı sıra sosyal yetilerin gelişmesi için de çok faydası oluyor. Farklılıkları yargılamadan, iyi veya kötü etiketlemeleri yapmadan meselenin özünün ne olduğunu hep beraber kavramaya çalıştığımız çalışmalar yapıyoruz çocuklarla. Dans ve müzik bunu yapmanın en iyi yolu bizce. Hatta belki amacın ta kendisi. Biraz önce bahsettiğimiz caz müzik ve demokrasi benzerliği burada da geçerli. Bunun anlatılması ve gerçekliğinin gösterilmesi çok faydalı oluyor. Aynı şey dans için de geçerli. Başlarda grup içinde hakimiyet kurma-geride durma gibi katılımcılığı azaltan davranışlar, zaman içinde azalıyor. Sonuçta araç olarak kullandığımız şey bedenimiz. Hepimiz buna sahibiz ve bedenlerimizin ölçüsünün ve fizyolojik farklılıklarının orada bir önemi yok. Nasıl hepimiz yürüyebiliyorsak ve birimizin yürüyüşü diğerinden daha mükemmel değilse dans da öyle. Dans bir hareket alanı ve birbirimizden farklı özelliklerimiz olduğu için hareketlerimizin de farklı olması gayet doğal. Önemli olan o farklı hareketleri bir uyum içinde bütüne dönüştürebilmek. Çocuklarla aslında bu temelde çalışıyoruz. Ek olarak, dansın ve müziğin, farklı kültürlere saygı konusunda da çok yardımını görüyoruz. İlk izlediklerinde asla yapamayacaklarını, kendilerine çok yabancı olduğunu düşünseler de pratik etmeye başladıktan sonra kendi yaşam alanlarında gördükleri dans formalarıyla benzer olduğunu hissedip çok daha fazla eğlenmeye, yaratıcı ve katılımcı olmaya başlıyorlar. Yetişkinler için hazırladığımız hak temelli müfredatı şu sıra çocuklar için de uyarlamaya yönelik çalışmalar yapıyoruz.

2019 yılında ilk kez hayata geçirdiğimiz Kültür Sanat Fonu kapsamında Vakfımızdan kurumsal hibe desteği alıyorsunuz. Bu hibe ile ne tür çalışmalar yapacaksınız? Bu hibe desteğinin derneğin çalışmalarına nasıl bir katkı sağlayacağını düşünüyorsunuz?

Kültür Sanat Fonu’ndan aldığımız hibe, hem dans hem de müzik çalışmaları için daha elverişli bir mekana taşınmamızı ve çalışmalarımızın verimliliğinin artmasını sağladı. Fonu temel olarak kurumsal giderlerimizi karşılamak amacıyla kullanıyoruz. Bu da bizi mali kaygılardan uzaklaştırarak hali hazırda zaten gönüllü olarak yürüttüğümüz projelerimizi hızlandırma, çoğaltma ve genişletme imkanı sunuyor. Yürüttüğümüz ve üzerinde çalıştığımız projeleri şu şekilde sıralayabiliriz; şehirde çocuklar ve kadınlarla çalışmalar yürüten STK’lar ile ortaklaşarak sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı kesimlerle yapılandırılmış dans atölyeleri, dezavantajlı gençler-yetişkinlere dans ve müzik eğitimleri için burs sağlanması, çocuklar için hak temelli bir dans müfredatı geliştirilmesi ve uygulanması ile radyo programcılığı ve caz müzik eğitimi.

Koronavirüs kapsamında alınan tedbirlerin hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında da değişikliklere sebep olduğunu biliyoruz. Bu durum bizden aldığınız hibe kapsamında yaptığınız faaliyetleri ve çalışmalarınızı nasıl etkiledi? Çalışmalarınıza devam etmek için kullandığınız yöntemler varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

Covid-19 salgını sebebiyle 12 Mart’tan beri fiziki yakınlık gerektiren tüm çalışmalarımızı askıya aldık. Beraber çalıştığımız diğer kurumlar da aynı kararı aldı. Biz de bu süreçte herkesin yaptığı gibi çalışmalarımızı dijital ortamda nasıl sürdürebileceğimizi düşündük. Hali hazırda var olan projelerimizden hangileri dijitale dönüştürmeye uygun, hangileri değil bunları ayrıştırarak yeni bir yol haritası belirledik. Başlangıç için, caz müzik ve dansları ile ilgili sosyal medya hesapları ile iş birliği yaparak o hesaplardan yayınlanan, bir ay süren ve sembolik ödüller sunan mini bilgi yarışması serisi yayınladık. Bu kitlemizin bir kısmını dernek ile etkileşimde tutmanın yanı sıra bir farkındalık yaratma, araştırma ve öğrenme sürecinin yolunu açtı. Buna ek olarak, planladığımız Radyo Programcılığı ve Caz Müzik Eğitimini dijitale taşıyarak mayıs ayı içerisinde çevrimiçi araçlarla gerçekleştireceğiz. Ayrıca, Kültür Sanat Fonu’nun çevrimiçi değerlendirme toplantısında tanıştığımız fondan hibe alan diğer kültür sanat kurumlarından bazılarıyla ortak yeni projeler geliştirme ihtimaliz doğdu. Görme engellilerin kullanımına da sunulabilecek podcast serileri, sesli ve detaylı anlatımlı dans eğitimi videoları hazırlamak gibi henüz kuluçka aşamasında fikirlerimiz de var. Evlere kapanmak durumunda kaldığımız doğru ancak bu süreçte ortaya konan fikirlerin ve uygulamaların da bizlere yeni bakış açıları kazandıracağı ve buradan çıktığımızda önümüzde yeni yollar açacak ortaklıklar geliştireceği de muhakkak.

COVID-19 Salgını Ekseninde Yaşanan Gelişmeler Doğrultusunda 2020 Yılı Hibe Stratejimizi Güncelledik

By | Vakıf Haberi

Sivil Toplum için Destek Vakfı (STDV) olarak, küresel bir salgın olan COVID-19’un hibe verdiğimiz sivil toplum kuruluşlarının (STK) çalışmalarına ve desteklediğimiz projelere etkilerini anlamak ve 2020 yılı hibe stratejimizi bu dönemin ortaya çıkardığı ihtiyaçlar doğrultusunda güncellemek amacıyla yaptığımız çalışmaların ilk aşamasını tamamladık.

Bu doğrultuda, 2019-2020 döneminde farklı fonlarımız altında hibe verdiğimiz 35 STK’dan 25’i ile 25 Mart – 3 Nisan 2020 tarihleri arasında görüşmeler yaptık. Salgının kurumlarına ve hibe verdiğimiz çalışmalara etkileri ile birlikte gelecek dönemdeki ihtiyaçları ve beklentilerine dair görüşlerini aldık. Buna ek olarak, Kurumsal Destek Fonu altında STK’lara sağladığımız kapasite gelişim bileşeninde birlikte çalıştığımız uzmanlar ve alandaki diğer paydaşlarımızla da konuşarak mevcut duruma dair değerlendirmemizi tamamladık.

Yaptığımız görüşmeler sonucunda, COVID-19 salgını ekseninde yaşanan gelişmelerin Türkiye’de faaliyet gösteren STK’lara başlıca etkilerine dair aşağıdaki tespitleri yaptık:

1. STK’ların önemli bir bölümü çalışmalarını “hayat normale dönene kadar” dönüştürmeye (çoğunlukla dijital platformlar üzerinden gerçekleştirmeye), yaptıkları işin niteliği nedeniyle (okullarda çalışan, yüz yüze görüşmelerle ilerleyen vb.) bunu yapamayanlar ise bugüne kadar zaman bulamadıkları kurum içi çalışmalara odaklanıyorlar. Bununla birlikte, salgının etkilerinin ve bu kapsamda alınan tedbirlerin ne kadar süreyle devam edeceğine dair belirsizlik geleceğe dair bir projeksiyon yapılmasını ve yaşanabilecek gelişmelere hazırlıklı hale gelinmesini zorlaştırıyor.

2. STK’ların sürecin getirdiği belirsizlik ve devamında yaşanması beklenen ekonomik kriz dolayısıyla özellikle kira, insan kaynakları gibi idari giderlerini ne kadar süreyle karşılayabileceklerine dair endişeleri bulunuyor. Bireysel ve kurumsal bağışçılardan destek alan STK’ların önümüzdeki dönemde yapacağı kaynak geliştirme etkinliklerinin iptal edilmesinden veya ertelenmesinden de kaynaklı olarak finansal bir darboğaz ile karşılaşmaları bekleniyor. Bu durumun, sivil toplumun halihazırda sıkıntı yaşadığı finansal sürdürülebilirlik ve insan kaynağına erişim gibi konularda daha uzun vadeli sorunlara neden olabileceği ve insan kaynağında yaşanacak kayıpların sivil toplumun geliştirdiği uzmanlıkların sahada kullanımı noktasında gerilemelere yol açabileceği düşünülüyor.

3. STK’ların önemli bir bölümü teknolojiyi daha fazla kullanmaya başlamış durumda ve çalışma şekillerini de bu çerçevede dönüştürüyor. Ancak sivil toplumun dijitalleşmesi açısından değerlendirildiğinde, birçok STK için gerekli altyapıya erişim, gizlilik ve güvenlik kurallarının uygulanması ve içeriklerin dijital ortama uygun hale getirilmesi açısından devam eden bir öğrenme süreci ve çeşitli ihtiyaçlar bulunuyor.

4. STK’lar bundan sonraki süreçte açılacak hibelerin esnek, projeler yerine kurumları destekleyen, mevcut iş yapma şekillerinde dönüşümleri ve farklı kurumların birbirlerinden öğrenmelerini teşvik eden bir yaklaşıma sahip olması gerektiğini belirtiyor.

Bu görüşmelerde ortaya çıkan eğilimleri de dikkate alarak Yönetim Kurulumuz ve bağışçılarımızla yaptığımız değerlendirme sonucunda devam eden hibelerimiz ve 2020 yılı için hibe programlarımızla ilgili stratejimizi aşağıda yer alan yaklaşım ve ilkeler doğrultusunda güncelleme kararı aldık:

Mevcut Hibelerimiz
2019-2020 döneminde farklı fon programlarımız altında devam eden hibelerimizin tamamını bütçelerinde bir kesintiye gitmeden ve hibe sözleşmelerinde yer alan çerçeveye mümkün olduğunca sadık kalarak devam ettireceğiz. Bununla birlikte, yaşanan gelişmeler doğrultusunda STK’ların çalışmalarında yapılacak değişiklik, erteleme ve iptalleri belirlemek için hibe verdiğimiz bazı kuruluşlarla birebir görüşmeler yaparak ve ihtiyaç duydukları esnekliği sağlayarak ortak bir yol haritası belirlemeye başladık.

Yeni Hibe Programlarımız
Sivil Toplum için Destek Vakfı olarak, 2020 yılında açacağımız tüm hibe programlarında salgının ve bu kapsamda alınan tedbirlerin kısa, orta ve uzun vadede sivil toplumu nasıl etkileyeceğini dikkate alan bir yaklaşımla hareket edecek ve sivil toplumun özellikle kurumsal ihtiyaçlarını hibe programlarımızın merkezine alan bir stratejiyi benimseyeceğiz.

Bu doğrultuda STK’ların;

  • Kısa vadede, sürecin getirdiği şartlar karşısında ayakta kalmalarına,
  • Orta vadede, oluşacak yeni dönemin ihtiyaçlarına ve şartlarına cevap verebilmek için gerekli becerileri kazanarak koşullara adapte olmalarına,
  • Uzun vadede, kendilerini kurumsal olarak dönüştürmelerine ve bu dönüşümü iş yapma biçimlerine yansıtmalarına destek olmaya öncelik vereceğiz.

Hibe programlarımızı alandaki değişen ihtiyaçlara göre tasarlayabilmek için desteklediğimiz kuruluşlar ve alandaki diğer paydaşlarımızla daha sık iletişimde olacak, çalışmalarımızı mümkün olduğunca hızlı ve esnek bir şekilde gerçekleştireceğiz.

Hibe programlarını bireysel ve kurumsal bağışçılardan aldığı desteklerle hayata geçiren bir Vakıf olarak, bu süreçteki öğrenimlerimizi de dahil ederek bağışçılarımızı düzenli olarak bilgilendirmeye, mevcut ve potansiyel bağışçılarımız arasındaki iş birliklerini artırmak için fırsatlar yaratmaya ve bu süreçte bağışçılarımızın öncelikleri ile sivil toplumun ihtiyaçlarını buluşturmaya devam edeceğiz.

İçinde bulunduğumuz belirsizlik ortamının süreç içerisinde yaşanan gelişmeler doğrultusunda sivil toplum açısından farklılaşan ihtiyaçlara neden olabileceğinin farkındayız. Bu sebeple, yıl içinde açtığımız tüm hibe programlarında bu genel çerçeve doğrultusunda hareket edecek ancak her hibe programının tasarlanması aşamasında mevcut koşulları yeniden değerlendirerek yaklaşımımızı gözden geçireceğiz. Bu doğrultuda, 2020 yılındaki hibe programlarımızın içeriğini güncellerken aşağıdaki iki konuyu hep akılda tutmanın stratejik bağışçılık açısından önemli olduğunu düşünüyoruz:

  • Sosyal mesafelenme sürecinin STK’ların iş yapma biçimlerini (sadece dijital bir dönüşüm olarak değil tüm bileşenleriyle – örgütlenme, kaynak yaratma, krizle başa çıkma, vb. – kurumsal bir yeniden yapılanma) dönüştürmesinden kaynaklı ihtiyaçlara cevap verilmesi.
  • Gerçekleşme ihtimali yüksek olan bir küresel ekonomik daralmanın da sonucunda yoksulluk ve yoksunlukla mücadele konularına özellikle odaklanılması ve bu bağlamda halihazırda kırılgan durumda olan grupların dezavantajlarının artmasından dolayı bu gruplarla çalışan kuruluşlara verilecek desteklerin önceliklendirilmesi.

2020 yılı hibe stratejimiz kapsamında;

Fonlarımızın tamamını (Kurumsal Destek Fonu, Çocuk Fonu, Kültür Sanat Fonu, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Fonu ve kaynak yaratılabildiğimiz farklı fonları) yukarıda yer alan öncelik alanları ve değişen ihtiyaçları dikkate alarak kurumsal ve proje destekleri olarak açmaya devam etmeyi planlıyoruz. Ancak döneme ait kısıtların Vakfımızı etkileme ihtimalini de unutmuyor ve bu çerçevede Vakfımızın finansal sürdürülebilirliğini sağlamak için de çeşitli çalışmalar yapıyoruz.

Tüm dünyanın bu salgını en kısa zamanda ve en az zararla atlatmasını diliyoruz.

Sevgilerimizle,

Sivil Toplum için Destek Vakfı

Çocuk Fonu Kapsamında Desteklenen Sivil Toplum Kuruluşları Çalışmalarına Başladı

By | Çocuk Fonu

Çocukların ihtiyaçları ve hakları üzerine çalışan sivil toplum kuruluşlarının (STK) projeleri ve kurumsal kapasitelerini desteklemek amacıyla Turkey Mozaik Foundation iş birliği ve bireysel ve kurumsal bağışçıların desteğiyle hayata geçirdiğimiz Çocuk Fonu’nun 2020 döneminde desteklediğimiz STK’lar çalışmalarına başladı.

Çocuk Fonu’nun bu döneminde Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği, Ordu Kadını Güçlendirme Derneği, Rengarenk Umutlar Derneği, Sulukule Gönüllüleri Derneği’ne toplam 276.680 TL hibe desteği sağlandı.

Fon kapsamında desteklediğimiz kuruluşlar ve desteklediğimiz çalışmaları ile ilgili raporumuza buradan ulaşabilirsiniz

Nefes Kültür Sanat Derneği ile Nefes Müzik Okulu Projesini Konuştuk

By | Kültür Sanat Fonu

Kültür Sanat Fonu kapsamında hibe verdiğimiz Nefes Kültür Sanat Derneği, Gaziantep’te yaptığı çalışmalarla Suriye ve Türkiye’den çocuklar ve gençlere müzik eğitimi sağlayarak çok kültürlülüğe ve kültürel mirasın değerine vurgu yapıyor. Derneğin Saymanı Tuğba Ünal Jazbeh ile devam eden çalışmalarını, desteklediğimiz Nefes Müzik Okulu projesini ve koronavirüs salgınının çalışmalarında yol açtığı değişiklikleri konuştuk.

Gaziantep’te faaliyet gösteren Nefes Kültür Sanat Derneği, Suriye ve Türkiye’den çocuklar ve gençlerle, müzik ve sanat çalışmaları yapıyor. Derneğin kurulma sürecinden ve çalışmalarından bahseder misiniz?

Nefes Kültür Sanat Derneği Ekim 2017 itibari ile Suriye ve Türkiye’den genç sanatçı ve sanatseverler tarafından kuruldu. Dernek, Suriyeli göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Gaziantep’te, çocuklar ve gençler için kültür sanat eğitimi, üretimi ve katılımı üzerinden çok kültürlülüğe ve kültürel mirasın değerine vurgu yapan yerel topluluklar oluşturmak, katılımcı ve formel olmayan eğitim süreçlerine imkan sağlayacak kültür sanat mekânları yaratmak hedefi ile yola çıktı. Bu anlamda derneğimizin temel iddiası, sanatsal beceri edinme ve kültür-sanata dayalı öğrenme süreçlerinin, çocuklar ve gençlerin kimlik ve özgüven inşası kadar, evrensel değerlere yatkınlık ve açıklık geliştirmeleri için de değerli araçlar olduğudur.

Kurucu üyelerimizin girişimi ile hayata geçen ve derneğimizin kuruluşuna da önayak olan İki Dil Bir Nefes projesi kapsamında Gaziantep Üniversitesi Toplumsal Duyarlılık Projeleri (TDP) birimi ve Gaziantep Üniversitesi Konservatuarı ilk ortaklarımızdı. Proje sonunda Suriye ve Türkiye’den üniversite öğrencileri 3 aylık bir eğitim sürecinin ardından ritim, koro ve halk danslarından oluşan bir performans sergiledi. Bu süreçte TDP, Hollanda Dış İşleri Bakanlığınca desteklenen ve üniversitedeki Suriyeli öğrencilerin akademik ve sosyal entegrasyonunu da destekleyen burs projesi çerçevesinde, finansal ve idari destek sunarken; Gaziantep Üniversitesi Konservatuvarı eğitmen ve müzisyenleri ile iş birliklerimiz oldu. “İki Dil Bir Nefes” eğitim ve performansları 2017’de kurucularımız tarafından başlatıldığından bu yana Gaziantep Üniversitesi Öğrenci Festivali dahilinde her sene gerçekleştiriliyor.

Derneğimiz bünyesinde bugüne kadar genelde Suriye ve Türkiye’den çocuk, gençler ve sanatçılar arasında kültür sanatı görünür kılacak faaliyetler düzenledi. Bu amaçla dernek açılış ve tanıtım etkinliği için sahnede çocuklar, gençler ve sanatçıların olduğu Şark Nefesleri konseri gerçekleştirildi. Konserin sanatsal altyapısı ve yetiştiriciliği de dernek bünyesinde yapıldı. Bu süreçte kuruluşumuzun ilk altı ayında dernek ofisimizde dernek üyelerimizce farklı üç gruba temel müzik bilgisi, ritim ve kanun icrası üzerine ücretsiz dersler verildi.

Kültür için Alan programının finansal desteği, Nefes Kültür Sanat Derneği’nin sanat ve proje koordinatörlüğü ile hazırlanan albüm projesi, Suriyeli kanun sanatçısı Yammen Jazbeh’in 20 senelik kanun çalışmalarının ürünü olan ilk albümünün hazırlanması hedefi ile 2018 yazında hayata geçilirdi. Adından da anlaşılacağı üzere Jazbeh’in bu albüm çalışması, dünya klasiklerinden seçtiği 5 eser ve kendi bestesi olan 5 eser üzerinden kanunun teknik ufkuna dair bir iddia niteliği taşıyor.

Yine Kültür için Alan programı kapsamında gerçekleştirdiğimiz Evler Evi projesini de Eylül 2018’de tamamladık. Üç aylık bir süreçte 8-10 yaş arası Suriyeli çocuklardan oluşan 10 kişilik gruplar resim, koro ve ritim dersleri alarak, yaz sonunda bir sergi ve müzik performansı sergilediler. Bu proje dahilinde Suriyeli çocuklarla Zeugma Mozaik Müzesine bir gezi yapılarak, çocukların yerel kültür ve kültürel miras gibi kavramları düşünmeleri de sağlandı.

Nefes Müzik Okulu, 2019 yılında başlatılan ve farklı yaş gruplarına yönelik müzik bilgisi sağlamak amacıyla, 2016’da kuruluşundan bu yana Nefes Kültür Sanat Derneği sanatsal ve kültürel çalışmalarının ve stratejik vizyonunun bir sonucu olarak başlatılan bir eğitim projesi. Okul, müzisyen İbrahim Muslimani tarafından yönetiliyor; eğitmen kadrosu ise akademisyen ve alanında profesyonel müzisyenlerden oluşuyor.

Türkiye’de mültecilerin sosyal uyumu konusunda pek çok çalışma gerçekleştiriliyor. Sanatın ve sanatsal faaliyetlerin sosyal uyum çalışmalarına katkısı hakkında görüş ve deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Kuruluşumuzdan bu yana gerçekleştirdiğimiz faaliyetler, göçmen çocukların benlik ve özgüven inşasında kültüre dayalı sanatın değerini önceleyen bir bakış açısına sahip. Bu bakış açısını öncelememizin nedeni, çocukların “öteki” kavramını aşabilmek için öncelikle kendi kültürleriyle yaşayan bağlar kurmaları gerektiğine olan inancımız. Bu anlamda, salt sanat eğitimi değil kültür içerikli formel ve formel olmayan eğitim süreçlerinin üretilebileceği sosyal ağlar ve alanlar inşa etmeyi hedefliyoruz. Örneğin, Evler Evi projesi kapsamında oluşturulan repertuar, Suriye ve Türkiye’den ninniler ve barış içerikli İngilizce bir parça; çocukları somut olmayan kültürel mirasla ilişkilendirirken, yeni yerleştikleri kültürle bağ kurmalarını ve bunu da aşarak evrensel olan adına sorular sormalarını sağlıyor.

Sanatın kültürle olan bağını inşa etmenin, öncelikle çocukların kişilik ve özgüven formasyonundaki öneminin altını çizmek gerekiyor. Sağlıklı bir benlik inşası üzerinden devam eden sanatsal beceri gelişimi ise çocuğun evrenselleşebilmesi yönünde güçlü ve sürdürebilir bir araç haline geliyor. Böyle bir ufka çıkan çocukların ise çocukluk adına söyleyecek kendi sözleri olacağına inanıyoruz. Bu anlamda çocukların mağdur değil, birer aktör hatta topluma yol gösterecek belki unutulan değerlerin göstereni ve yeniden üreteni olabileceğini düşünüyoruz.

Sanatsal beceri edinme ve kültür-sanata dayalı öğrenme süreçlerinin çocuklar ve gençlerin kimlik ve özgüven inşası için çok önemli bir araç olduğunu vurguluyorsunuz. Çok kültürlü bir ortamda çocuklarla ve gençlerle çalışırken dikkat ettiğiniz noktalar neler? Bu çalışmalar gençlere ne tür kazanımlar sağlıyor?

Bir arada yaşamı, çocuklar için ve çocuklarla birlikte kurma vizyonumuz çerçevesinde, Suriye ve Türkiye’den çocukların kültürel mirası sahiplenerek bir arada sanatsal faaliyetler yürütmesi, maruz kaldıkları ötekileştirici söylem ve pratik alanlarına alternatif olacak alanlar yaratıyor. Kültür sanat bu anlamda çocuklar için hem işlevsel bir araç hem de kültürünü tanıyan, taşıyıcısı olduğu kültürü de sorgulayabilen ve bu sayede evrensel düşünebilmeyi mümkün kılan pratik bir alan oluyor. Çocukların sanat ve kültür eğitimi üzerine deneyim sahibi, ayrımcılığa duyarlı ve çok kültürlülüğe değer veren hocaların ortaklığıyla aldığı dersler, onları bu yönde güçlendiriyor. Çocuklar, bir arada yaşam becerilerini geliştirirken sanat icra etmeleri ve buna bağlı olarak üretimin doğasındaki başkalık ve zenginlik, iki toplumun yetişkinlerini de farklı biçimlerde düşünmeye ve sorular sormaya sevk ediyor. Bu anlamda çocuklar değişimin ana aktörü haline geliyor ve ilerleyen zamanlarda kendi akranlarının yaşadığı başka problemlerin sözcüsü haline geliyorlar.

Kültür Sanat Fonu’nun 2019 döneminde Nefes Müzik Okulu projesi ile vakıfımızdan hibe desteği alıyorsunuz. Nefes Müzik Okulu’ndan ve aldığınız hibe desteğiyle yapacağınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Nefes Müzik Okulu projesinin ilk döneminin devamı niteliğinde olan bu proje ile Haziran- Kasım 2019 arasında Kültür için Alan tarafından desteklenen altyapının devamını sağlamayı hedefliyoruz. Nefes Müzik Okulu’nun 6 ay sürecek bu döneminde Suriye ve Türkiye’den 8-16 yaş arası yaklaşık 40 çocuk ile solfej, ritim, koro ve enstrüman dallarında eğitim almış bir çocuk orkestrası kurmayı hedefliyoruz. Bu hedef doğrultusunda ud, gitar, kanun, ritim, şan, koro ve solfej konularında toplamda 10 sınıfta müzik dersleri veriyoruz. Bu 6 aylık süreçte her sınıfta toplam 24 ders yapmayı planlıyoruz.

Bu hedefler doğrultusunda, Ocak ayı itibarıyla tüm sınıflarda haftada 1 ders olmak üzere eğitimler başladı. Tüm enstrüman ve koro öğrencileri 6 ay boyunca 1. seviye ritim dersi alacaklar. Benzer şekilde, orkestraya dahil olan tüm öğrenciler haftada bir ders koro sınıfına katılıyorlar. Enstrüman sınıfları için ise haftada bir ders yapılıyor. Temmuz başından itibaren ise eğitmenler, performans programına uygun enstrüman ve vokal eşleştirmeleri doğrultusunda gerekli setleri kurarak icra derslerine başlayacaklar. Provaların tamamlanmasının ardından çocuklar çalışmalarını konser performansında seyirciler için sergileyecekler. Buna ek olarak, proje süreci ve konserin video kayıtlarından oluşan bir kısa film hazırlayacağız. Konser etkinliği sonrası Nefes Kültür Sanat Derneği ofisinde veli katılımı ile bir değerlendirme toplantısı da yapılacağız.

Koronavirüs kapsamında alınan tedbirlerin hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında da değişikliklere sebep olduğunu biliyoruz. Bu durum projenizde yer alan faaliyetleri ve çalışmalarınızı nasıl etkiledi? Çalışmalarınıza devam etmek için kullandığınız yöntemler varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

Proje takvimine uygun olarak 2 Ocak’tan itibaren çalışmalarımıza başladık. Bu bağlamda ilk olarak Nefes Müzik Okulu hocaları ve projedeki görev alan teknik ekiple beraber seminerlerimizi tamamladık ve ardından veliler ile görüşmelerimizi gerçekleştirdik. Bu projede yeni açtığımız gitar sınıfı için seçmeler yaparak 3 yeni gitar öğrencisini çalışmalarımıza dahil ettik. 18 Ocak itibarıyla 10 sınıfta toplam 35 öğrenci ile hafta sonlarında derslerimize başladık. Bu kapsamda, her sınıfta 8’er ders yapıldı. Koronavirüs salgını sebebiyle projenin son dersini 8 Mart tarihinde yaptık. Ardından alınan tedbirler doğrultusunda proje derslerine ara verdik.

Şu an her sınıf için kurulan Whatsapp gruplarından, eğitmenler kendi grubu için etüt çalışmaları paylaşıyor ve geri dönüşler alıyor. Böylece, geçmişte yapılan 8 derste öğrenilen bilgilerin taze tutulması sağlanıyor. Koro sınıfı, şan sınıfı ve ritim sınıfları toplu eğitimlerin yapıldığı sınıflar olduğu için çevirimiçi eğitim uygulamasında teknik bir altyapı desteğine ihtiyaç duyuyoruz ve bununla ilgili olarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz; örnek teşkil edecek modelleri inceliyoruz. Koronavirüs süreci Ramazan Bayramı sonrasında eğer hala aynı seyirde devam edecek olursa tüm sınıflarla çevirimiçi eğitime geçecek ve projenin her bir sınıf için kalan 16 dersini bu şekilde tamamlayacağız.

Projemiz her sınıf için 24 dersin tamamlanmasının ardından final konseri ile son bulacak. Temmuz ayının 3. haftasında Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Sahnesi’nde konserimizi yapabilmek adına belediyeye başvuruda bulunmuştuk ancak koronavirüs sebebiyle başvurular durduruldu. Sürecin belirsizliği sebebiyle konser tarihimizi erteledik. Ülkede sürecin normale dönmesi ile projenin son aşaması olan final konserini organize ederek gerçekleştireceğiz ve projemizi tamamlayacağız.

Eğitimde Görme Engelliler Derneği ile Engelsiz Nota Projesini Konuştuk

By | Kültür Sanat Fonu

Kültür Sanat Fonu’nun 2019 döneminde Turkey Mozaik Foundation bünyesindeki Meltem Göçer Fonu’nun finansal desteği ile hibe verdiğimiz Eğitimde Görme Engelliler Derneği (EGED), “görmeyenlerin online müzik kütüphanesi” olarak adlandırdıkları Engelsiz Nota projesinin ikinci dönemi için çalışmalarına başladı. Derneğin görme engelli bireylerin eğitim olanaklarının iyileştirilmesi konusunda yaptıkları çalışmalarını, eğitime eşit erişim hakkı ile ilgili savunuculuk faaliyetlerini ve hibe kapsamında desteklenen Engelsiz Nota projesini dernekten Engelsiz Nota Koordinatörü Ali Caner Alpaslan ile konuştuk.

EGED, engelli bireylerin eğitim-öğretim ve istihdam alanındaki sorunlarına dair çözüm önerileri geliştirmek ve bunların uygulanmasını sağlamak amacıyla kurulan bir sivil toplum kuruluşu. EGED’in kuruluş hikayesini ve yürüttüğü çalışmaları bizimle paylaşabilir misiniz?

Eğitimde Görme Engelliler Derneği’nin kurucuları arasında bulunan birkaç görme engelli genç, 2009 yılında “Görme Engelli Öğrenciler Platformu” adıyla bir e-posta grubu oluşturdu. Bu grup ile amaçlanan, görme engelli öğrencilerin kendi sorunlarıyla ilgili çözüm önerebileceği, kaynak ve materyal paylaşımında bulunabileceği çevrimiçi bir yapı oluşturmaktı. Hedef kitlesi tarafından kısa sürede benimsenen bu platform, daha sonra başta öğretmenler ve diğer mesleklerden görme engelli kişilerin de paylaşım yaptığı bir alan haline geldi. İlerleyen dönemlerde tüzel kişiliğe haiz olmadığından savunuculuk çalışmalarında güçlüklerle karşılaşan platform, yoluna bir dernek çatısı altında devam etmeye karar verdi ve Eğitimde Görme Engelliler Derneği 28 Ocak 2013 tarihinde Ankara merkezli olarak kuruldu. Derneğimiz; kurulduğu günden itibaren engelli bireylerin eğitim-öğretim hayatında karşılaştığı sorunlara yönelik çözümler üretiyor. Hedef kitlemiz ise engelli öğrenciler, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı kurumlarda görev yapan görme engelli öğretmenler ve görme engelli çocuğu bulunan velilerden oluşuyor.

Dernek şu anda eğitimde erişilebilirlik desteğine ihtiyaç duyan görme engelliler ile onlara destek vermek isteyen gönüllüleri bir araya getirmeyi amaçlayan Engelsiz Destek Gönüllü Ağı Platformu‘nu yürütüyor. Braille alfabesinin yaygınlaştırılmasını amaçlayan Her Yerde Braille kampanyası kapsamında farkındalık etkinlikleri gerçekleştiriyor. Uzaktan Eğitim Akademisi Projesi ile üniversite sınavlarına hazırlanan görme engelli öğrencilere yönelik gönüllü olarak kurslar düzenliyor.

Çalışmalarını hak temelli bir yaklaşımla sürdüren EGED, görme engelli bireylerin eğitim-öğretime eşit koşullarda erişiminin sağlanması amacıyla savunuculuk çalışmaları da yürütüyor. EGED’in savunuculuk çalışmalarının kapsamından, iş birliği yaptığınız diğer paydaşlardan ve kamu kurumları ile ilişkilerinizden bahseder misiniz?

Elektronik Yabancı Dil Sınavı’nın (E-YDS) görmeyen bireyler için erişilebilir hale getirilmesi süreci, EGED-Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) iş birliği ile yürütüldü. Az gören adaylara sınavlarda ek süre verilmesi ve görme engellilere sınavlarda sorulacak soruların belirlenmesinde dikkat edilecek kriterlere yönelik kurulan komisyonlara katılım sağlandı. Gelinen aşamada görme engelli bireylerle ilgili ÖSYM ile yapılan çalışmalar güçlü bir diyalog kurularak planlanıyor ve uygulanıyor. Bunun yanı sıra;

  • Görme engelli öğrencilerin Milli Eğitim Bakanlığı’nca geliştirilen dijital uygulamalardan erişilebilir olarak faydalanabilmesi için ilgili Genel Müdürlükler ile olan ortak çalışmalar devam ediyor.
  • Görme engelli öğretmenlerin sorunlarına yönelik ise anket çalışması ve ulusal çapta ilk olma özelliğini taşıyan bir çalıştay yapıldı. Her iki faaliyetin sonuçlarından elde edilen çıktılar ile Görme Engelli Öğretmenlerin Görevleri Esnasında Karşılaştıkları Sorunların Tespiti Raporu olarak yayımlandı.
  • Engelli üniversite öğrencilerinin sorunlarına yönelik gerçekleştirdiğimiz projeler ile politika belgeleri ve mevcut durum analizini ortaya koyan raporlar yayımlandı; kısa filmler çekilerek farkındalık çalışmaları yapıldı. Her yıl yapılan Engelsiz Üniversiteler Çalıştay’ına katılımımız ve Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) Engelli Öğrenci Komisyonu ile yürütülen güçlü iş birliği sayesinde, bu kitlenin sorunlarına yönelik savunuculuk çalışmaları sürdürülüyor.
  • Engelliler alanında çalışan farklı STK’lar tarafından oluşturulan Engelsiz Banka İnisiyatifi’ne katılan EGED, görme engelli bireylerin bankalarda karşılaştığı ayrımcı uygulamaların giderilmesi noktasında yapılan savunuculuk çalışmalarında da etkin bir rol oynuyor.

Vakfımızın Kültür Sanat Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation bünyesindeki Meltem Göçer Fonu tarafından desteklenen Engelsiz Nota projesi, nasıl bir ihtiyaçtan doğdu? Görme engelli bireyler müzik eğitimleri sırasında ne tür zorluklarla karşılaşıyor?

Görme engellilerin müzik eğitimleri sırasında karşılaştıkları en önemli sorun, erişilebilir kaynak bulamıyor olmaları. Müzik eğitiminde tüm süreç nota ile yürütülüyor. Öyle ki dil eğitiminde alfabe ne kadar önemli ise, müzik eğitiminde de nota o kadar önemli elzem diyebiliriz. Görme engelli müzik öğrencisinin elinde okuyabileceği, kendi müzik sistemiyle hazırlanmış notalar bulunmayınca, müzik okullarına kabul edilirken bile birçok sorun yaşanıyor, kabul sürecini başarıyla sonlandırsalar dahi eğitim sürecinde nota yoksunluğundan kaynaklanan sorunlar başarısızlıklara neden oluyor. Engelsiz nota projesi, görme engellilerin erişilebilir nota ihtiyacına çözüm bulmak amacıyla geliştirdiğimiz bir proje.

“Görmeyenlerin online müzik kütüphanesi” olarak da adlandırdığınız Engelsiz Nota projesinde bu zamana kadar ne gibi çalışmalar gerçekleştirildi? Vakfımızdan aldığınız hibe desteğiyle bu konudaki çalışmalarınızı ne şekilde geliştirmeyi planlıyorsunuz?

“Görmeyenlerin online müzik kütüphanesi” olarak adlandırdığımız Engelsiz Nota projesinde Eylül 2018’den bu güne, tamamen gönüllülük esasına dayanan bir çalışma ile piyano, koro, Türk sanat müziği, Türk halk müziği, müzik okullarında okutulan solfej kitapları, oda müziği ve orkestra eserleri gibi birçok türde 480 eseri, görme engellilerin kabartma yazıcı bulunan herhangi bir yerden çıkarabilecekleri ya da Braille ekranlar ile görüntüleyebilecekleri “brf” formatına dönüştürerek kullanımlarına sunduk. Sivil Toplum için Destek Vakfı’ndan aldığımız destekle Aralık 2020 tarihine kadar tam zamanlı olarak bu proje için çalışan bir kişiyi istihdam etme imkanımız oldu. Bu sayede, 2020 sonuna kadar özellikle Türk halk müziği, Türk sanat müziği ve Türk besteciler tarafından bestelenmiş diğer türlerdeki eserlerden toplam 2.500 eseri daha görme engelli müzisyenlerin kullanımına sunmayı hedefliyoruz.

Engelsiz Nota projesi kapsamında üniversitelerin müzik eğitimi veren bölümleri ile de çalışmalar yapmayı hedefliyorsunuz. Bu kapsamda hangi üniversitelerle, ne tür çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz? Bu çalışmaların projeye ve görme engelli bireylerin müzik eğitimine erişimine nasıl bir katkısı olacağını düşünüyorsunuz?

Engelsiz Nota projesinde öncelikli hedefimiz eğitim müziği. Hazırlayacağımız eserlerin seçiminde konservatuvarlar ve üniversitelerin müzik eğitimi bölümlerinde yararlanılan eser ve kitaplara öncelik veriyoruz. Bu eser ve kitapların belirlenmesi amacıyla Türkiye’nin belli başlı müzik eğitim kurumlarından olan; İstanbul üniversitesi Devlet Konservatuvarı, İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Konservatuvarı, Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Müzik Öğretmenliği Bölümü, Hacı Bayram-ı Veli Üniversitesi Türk Müziği Konservatuvarı, Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Ege Üniversitesi Türk Müziği Konservatuvarı ile birlikte çalışıyoruz. Lisans öğrenimi boyunca her çalgı türünde ve ortak derslerde kullanılan kitapları ve eserleri belirleme çalışmaları yürütüyoruz. Diğer illerdeki müzik okullarında okutulan kaynaklar çoğunlukla bu üniversitelerde okutulan kaynaklarla paralellik gösteriyor. Böylece, görme engelli müzik öğrencilerinin hangi üniversitede okurlarsa okusunlar, lisans eğitimleri boyunca erişilebilir nota ihtiyacını en aza indirmeyi hedefliyoruz.

Ordu Kadını Güçlendirme Derneği Çocuk Fonu Kapsamında Çalışmalarına Başladı

By | Çocuk Fonu

Çocuk Fonu’nun 2020 dönemi kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansal desteği ile hibe verdiğimiz Ordu Kadını Güçlendirme Derneği, başta kadın ve çocuk hakları alanlarında çalışmalar yürütüyor. Derneğin Genel Sekreteri Aysun Aydın ile Ordu ve çevre illerinde yaptıkları çalışmaları, mevsimlik göçün Ordu’da sebep olduğu sosyal sorunları ve Çocuk Fonu kapsamında desteklenen Oyunlarla Çocuk Hakları projesini konuştuk.

Başta kadınlar olmak üzere genç, engelli ve çocuk grupları için hak temelli çalışmalar yürüten bir sivil toplum kuruluşu olan Ordu Kadını Güçlendirme Derneği’nin kuruluş hikayesinden ve yürüttüğü çalışmalardan bahseder misiniz?

Ordu Kadını Güçlendirme Derneği, 2010 yılında bir grup girişimci kadın tarafından kuruldu. Kurucumuz ve başkanımız Mehtap Mihriban Yuva. Kuruluş amacımız, kadın girişimciliğinin desteklenmesi olsa da zamanla derneğe başvuru yapan kadına ve çocuğa yönelik şiddet vakaları sebebiyle Dernek, çalışma odağını değiştirmeye karar verdi. 2011 yılından bu yana hak temelli çalışmalar yürüten Derneğimiz, kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında toplumsal cinsiyet eşitliği odaklı eğitim ve farkındalık çalışmalarının yanı sıra; çocuk ihmal ve istismarı başta olmak üzere çocuk koruma ve çocuk işçiliği konularında çalışmalar yürütüyor. Özellikle, kadına yönelik şiddet, çocuk ihmal ve istismarı konusunda vaka temelli çalışırken; toplumsal cinsiyet, çocuk koruma ve çocuk işçiliği konularında farkındalık arttırma ve savunuculuk temelli çalışmalar yürütüyoruz. Dernek merkezimiz Ordu’da olmakla birlikte Samsun, Giresun ve Trabzon gibi şehirlerde de çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ayrıca, kadın ve çocuk hakları çalışmalarımızın yanı sıra diğer dezavantajlı grupların yaşadığı hak ihlallerine yönelik de çeşitli çalışmalarımız bulunuyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının yaygınlaştırılması amacıyla farklı grupları bir araya getiren ve bu konu üzerine tartışmaların yürütüldüğü atölyeler düzenliyoruz. Örneğin Eşitlik Mahallelerden Başlıyor isimli projemiz ile Ordu ilinde 92 muhtarla toplumsal cinsiyet odaklı atölye çalışmaları gerçekleştirdik. Son olarak, Ayrımcılığa Karşı Sivil Toplum ve Yerel Medya İş birliği projemiz ile Ordu ve Giresun illerinde faaliyet gösteren yerel medya çalışanları ile toplumsal cinsiyet odaklı atölyeler düzenledik. Bu atölyeler sonucunda yerel medya için bir toplumsal cinsiyet politikası oluşturduk.

Çalışma alanlarımızdan bir diğeri ise çocuklar. Çocuk istismarı konusunda vaka temelli çalışmalar yapıyoruz. Yine 2012 yılından bu yana ise mevsimlik tarım göçünün çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri üzerine çalışıyoruz. Bu konuda özellikle çocuk işçiliğinin önlenmesi konusunda fındık üreticilerine yönelik farkındalık oturumları düzenledik. Mevsimlik tarım işçilerinin konaklama yerlerine ziyaretler düzenliyoruz. Yaşam koşullarının iyileştirilmesi için yerel makamlarla görüşmeler yapıyoruz. Ordu özelinde mevcut durumu ortaya koymak açısından çok önemli bulduğumuz bir çalışmamız var. 2019 yılı hasat döneminden bu yana Mevsimlik Tarım Göçüne Katılan Çocukların İyi Olma Hallerinin Belirlenmesi projemizi yürütüyoruz. Proje ile mevsimlik tarım göçünün çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerini ortaya koymayı hedefliyoruz. Yine, yerel medya ile olan çalışmamızda, yerel medya için bir çocuk koruma politikası oluşturduk. Ordu Barosu ve Gazeteciler Federasyonu’nun ortaklığında Ordu ve Giresun’da altı çalıştay gerçekleştirdik ve bu çalıştayların sonucunda Yerel Medyada Çocuk Koruma Politika Belgesi’ni oluşturduk. İleriye yönelik bir izleme mekanizması oluşturmayı da planlıyoruz.

Dernek olarak, mevsimlik tarım işçileri ve çocuklarına yönelik çalışmaların öncelikleriniz arasında yer aldığını görüyoruz. Mevsimlik tarım göçünün yoğun olduğu illerden biri olan Ordu’da yaşanan durumu ve bu kapsamda yaptığınız çalışmaları paylaşır mısınız?

Dünya fındık üretiminin %25’i, Türkiye fındık üretiminin ise %35’i Ordu’da yapılıyor. Fındık üretiminin Türkiye genelinde en yüksek olduğu il olan Ordu aynı zamanda yoğun mevsimlik tarım göçü alan bir il. Fındık hasadı döneminde gelen işçiler, Mevsimlik Gezici Tarım İşçilerinin Çalışma ve Sosyal Hayatlarının İyileştirilme Projesi (METİP) alanları olarak tanımlanan çadır kentlerde ya da çoğunlukla bahçe sahipleri tarafından gösterilen yerlerde konaklıyorlar. Ordu’ya gelen mevsimlik tarım işçileri ve ailelerinin sayısının 110 bine yakın olduğu tahmin ediliyor. Bu sayı içerisinde çocukların oranı daha fazla. Ordu ili genelinde, toplam 4 METİP alanı bulunuyor. Resmi rakamlara göre 5 bin civarında mevsimlik tarım işçisi METİP alanlarında konaklasa da Ordu’ya fındık hasadı için gelen mevsimlik tarım işçilerinin toplam sayısı bu rakamın oldukça üzerinde. Bununla ilgili resmi bir sayı olmamakla birlikte gelen işçilerin büyük bir çoğunluğunun METİP alanlarında değil, bahçe sahipleri tarafından gösterilen boş alan, baraka, eski evler, yol kenarları ya da köprü altı gibi resmi izne tabi olamayan yerlerde konaklamak zorunda kaldıkları biliniyor. Bunun yanı sıra, Ordu ilinin 19 ilçesinin tamamında fındık tarımı yapılıyor. Ordu ili genelinde METİP alanları dışında konaklayan mevsimlik tarım işçileri ve ailelerinin 100 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Her yıl fındık hasadı sebebiyle yoğun bir mevsimlik tarım göçü alan Ordu ilinde neredeyse her aile fındık üreticisi. ILO’ya göre çocuk işçiliğinin en kötü biçimi olarak tanımlanan mevsimlik tarımda çocuk işçiliği fındık tarımında yoğun olarak görülüyor. Bu kapsamda yapılan önleyici çalışmalar çoğunlukla mevsimlik tarım işçisi ailelere ve onların çocuklarına yönelik olarak gerçekleşiyor. Oysa biz dernek olarak her yıl gelip konakladıkları şehirlerdeki insanların da çocuk işçiliği konusunda farkındalık kazanmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle de çalışmalarımızı iki yönlü olarak sürdürüyoruz. Yani mevsimlik tarım işçisi aileler ve onların çocuklarına yönelik çalışmalarımızın yanında fındık üreticisi aileler ve onların çocuklarına yönelik çalışmalar da yapıyoruz.

2012 yılından beri mevsimlik tarım göçü ve bu göçün olumsuz etkileri konusunda çalışıyoruz. Mevsimlik tarım işçilerinin konakladıkları alanların iyileştirilmesi amacıyla yereldeki kamu kurumları ile görüşüyor ve kamuoyu oluşturmak için yıl boyunca çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Fındık hasadının yapıldığı ve mevsimlik tarım işçilerinin en yoğun olarak konakladığı dönem olan Ağustos ve Eylül aylarında yereldeki çocuklara ve mevsimlik tarım işçisi ailelerin çocuklarına yönelik oyunlu ve hak temelli farkındalık atölyeleri düzenliyoruz.

2019 yılı hasat döneminde başladığımız Mevsimlik Tarım Göçüne Katılan Çocukların İyi Olma Hallerinin Belirlenmesi projesi kapsamında bir saha araştırması yürüttük. Halen devam eden projemiz ile mevsimlik tarım işçisi aileler ve çocukları ile görüşmeler gerçekleştirdik. Bu görüşmeler sonucunda Ordu özelinde mevsimlik tarım göçünün, çocukların iyi olma hallerini ne yönde etkilediğini raporladık ve çözüme yönelik öneriler geliştirdik.

Çocuk Fonu’nun 2020 döneminde Turkey Mozaik Foundation finansal desteği ile sağladığımız hibe ile Oyunlarla Çocuk Hakları projesini gerçekleştiriyorsunuz. Projenin amaçlarını ve bu kapsamda yapacağınız çalışmaları bize anlatır mısınız?

Oyunlarla Çocuk Hakları Projesi ile çocuk hakları üzerine çocuklara yönelik bir oyun modülü oluşturmayı ve Ordu’da 9-12 yaş aralığında 400 çocuk ile hak temelli oyun atölyeleri gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz. Bu kapsamda öncelikle çocuk hakları evrensel bildirgesi ışığında çocuk hakları, çocuğa yönelik ayrımcılıkla mücadele ve çocuk işçiliği gibi konuları içeren bir oyun modülü geliştireceğiz. Derneğimizin bu alandaki tecrübelerini, Turkey Mozaik Foundation’dan aldığımız hibe desteği ile daha da geliştirmeyi ve başka sivil toplum örgütlerinin de kullanabileceği bir farkındalık aracına dönüştürmeyi hedefliyoruz. Bu süreçte, derneğimizden Tuğba Kontaş Azaklı’nın uzman desteği ile çalışıyoruz. Modülün oluşturulmasının ardından bir eğitici eğitimi gerçekleştireceğiz. İki eğitimci arkadaşımızın desteği ile Oyunlarla Çocuk Hakları modülümüzü 9-12 yaş aralığındaki çocuklarla paylaşacağız. Böylelikle 400 çocuğa ulaşmayı hedefliyoruz. Ayrıca, modülün etkisini ölçmek amacıyla bir değerlendirme aracı da geliştiriyoruz.

Mevsimlik göç, hem Ordu’da ikamet eden çocukları hem mevsimlik göç ile Ordu’ya gelen çocukları etkilemesine rağmen önleyici çalışmaların çoğunlukla mevsimlik göç ile gelen çocuklara yönelik yapıldığını belirtiyorsunuz. Mevsimlik göçün Ordu’da ikamet eden çocuklara etkilerini ve bu gruba yönelik olarak çalışmalar yapmayı tercih etmenizin nedenlerini paylaşır mısınız?

Türkiye’nin en çok fındık üreten şehri olan Ordu’nun neredeyse bütün ilçelerinde fındık yetiştirilir. Dolayısıyla mevsimlik tarım işçilerinin yanı sıra fındık üreticisi aileler de fındık hasadına dahil olurlar. Bu nedenle, Ağustos ve Eylül aylarındaki bu yoğun fındık hasadı sürecinde yereldeki çocuklar da fındık toplamaya yardımcı olurlar. Aileler, kendi fındık bahçelerinde çalışmanın yanı sıra Ordu ili içerisinde başka köy ve ilçelerde fındık hasadına yerli işçi olarak katılabilir. Bu sebeple yereldeki çocuklar için de fındık hasadında çocuk emeği söz konusudur.

Türkiye’de mevsimlik tarım göçü uzun yıllardır artarak devam ediyor. Mevsimlik tarım göçünde çocuk işçiliği sorunu International Labour Organisation (ILO) tarafından da en kötü çocuk işçiliği biçimi olarak tanımlanır. Ordu’nun en çok fındık üreten şehir olması sebebiyle yoğun bir mevsimlik tarım göçüne ev sahipliği yaptığını biliyoruz. Yapılan araştırmalar mevsimlik tarım göçüne katılan ailelerin uzun yıllardır geleneksel olarak bu işi kendinden sonrakilere devrettiğini ve bu durumun neredeyse bir döngü olduğunu gösteriyor. Bu durum aynı şekilde fındık üreticisi aileler için de geçerli oluyor. Fındık tarımı uzun yıllardır bir sonraki nesile geleneksel olarak devrediliyor. Dolayısıyla, bugün yerelde çalışmak istediğimiz grup aynı zamanda geleceğin fındık üreticilerini oluşturuyor.

Ayrıca, mevsimlik tarım işçilerinin aileleri iki ay boyunca Ordu’da ikamet ediyor. Bu ikamet, yalnızca Valilik tarafından oluşturulan METİP alanı olarak bilinen konaklama alanlarında değil çoğunlukla fındık üreticisi ailelerin gösterdiği yerlerde oluyor. Bu nedenle yerel çocuklar ve mevsimlik tarım nedeniyle göç eden çocuklar bu süreçte birlikte vakit geçiriyor. Buna rağmen, üretici ailelerin ön yargılı tavrı sebebiyle çocuklar arasında bir hiyerarşi oluşuyor. Projemiz ile bu durumun önüne geçerek bir kaynaştırma süreci başlatmayı da hedefliyoruz.

Ön yargıların kırılması ve çocuklarda hak temelli bir farkındalık geliştirebilmek için erken yaşların kritik olduğu bilinen bir gerçektir. Sahada fındık üreticileri ile pek çok çalışma yürütülse de geleceğin yetişkinleri olan çocuklarla yürütülecek çalışmanın uzun vadede daha büyük fayda sağlayacağına inanıyoruz.

Koronavirüs salgını kapsamında alınan tedbirlerin hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında da değişikliklere sebep olduğunu biliyoruz. Bu durum bizden aldığınız hibe kapsamında yürüttüğünüz faaliyetleri ve çalışmalarınızı nasıl etkiledi? Çalışmalarınıza devam etmek için kullandığınız yöntemler varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

Koronavirüs salgını herkesin olduğu gibi bizim hayatımızı ve çalışmalarımızı da olumsuz etkiledi. Biz saha çalışmaları yürüten bir derneğiz. Hedef gruplarımızla birebir iletişim kurarak çalışıyoruz. Dolayısıyla bu karantina hali bizi oldukça etkiledi. Ancak saha çalışmaları yapmanın en önemli tecrübelerinden biri de krizlerle sık karşılaşıyor olmak ve alternatif çalışma yöntemleri geliştirebilmek. Biz de bu süreçte çalışmalarımızı çevrimiçi ortamlara aktarmayı planlıyoruz. Oyunlarla Çocuk Hakları Projemizde de bir yandan saha oyunları kurgularken diğer yandan alternatif online oyunlar da kurguluyoruz. Yine de umarım tüm dünyada bu süreci bir an önce atlatırız ve yeniden sahada çalışabiliriz.

Rengarenk Umutlar Derneği ile Çocuk Fonu Kapsamındaki Çalışmalarını Konuştuk

By | Çocuk Fonu

Diyarbakır’da başta Sur bölgesi olmak üzere, dezavantajlı mahallelerde yaşayan, risk altında, ayrımcılığa maruz kalmış kadın ve çocukların fırsat eşitliğini sağlamak amacıyla faaliyet gösteren Rengarenk Umutlar Derneği’ne, Çocuk Fonu’nun 2020 döneminde Turkey Mozaik Foundation finansmanıyla kurumsal hibe desteği sağlıyoruz. Hibe kapsamında derneğin finansal sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla çalışmalar yapacak olan Rengarenk Umutlar’ın Yönetim Kurulu Başkanı Evren Ezra Elbistan ile Sur’da yaptıkları çalışmaları, hibe kapsamındaki planlarını ve evde kaldığımız bu günlerin derneğin birlikte çalıştığı çocukların hayatını nasıl etkilediğini konuştuk.

Çocuk hak ve özgürlükleri alanında uzun yıllar sahada çalışmış aktivistler tarafından Diyarbakır’da kurulan Rengarenk Umutlar Derneği’nin kuruluş amacı ve hikayesini bizimle paylaşır mısınız?

Yaklaşık 35 yıldır bölgede devam eden çatışmalı süreç ve son olarak Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yaşanan çatışmalar en çok çocukları etkiledi. Tüm bu süreçlerde çocukların yaşam hakları da dahil birçok hakları ihlal edildi. Çocuğa yönelik şiddet, cinsel istismar, çocuk işçiliği ve ölümleri, çocuk evlilikleri ve anadil eğitiminin yoksunluğu son dönemlerde hem Türkiye’nin hem de Diyarbakır’ın gündeminde yer alıyor. Özellikle 2015 yılı sonlarında Sur ilçesinde başlayan çatışmalar ve ardından uygulanan sokağa çıkma yasakları sırasında çatışmalara tanıklık etmiş çocukların yaşadıkları ve hakları konusunda Diyarbakır’da çalışma yürüten sivil toplum örgütlerinin (STÖ) yeterli sayıda olmamasından kaynaklı ciddi eksikler yaşandı. Bu eksiklikten kaynaklana sorunları gidermek amacıyla uzun yıllar sahada ve özellikle de Sur bölgesinde gönüllü olarak çalışmış küçük bir grup, Rengarenk Umutlar Derneği’ni kurdu.

Rengarenk Umutlar Derneği, Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ve Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına dair Sözleşme başta olmak üzere, tüm uluslararası insan hakları standartlarının toplumda yaygınlaşmasını ve benimsenmesini sağlayarak, evrensel insan hakları kültürünü ve çocuk haklarını geliştirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla çalışmalar yürütüyor. Bununla birlikte toplumda ayrımcılığa uğrayan, sosyal ve kültürel dışlanmaya maruz kalan kadınlar ve çocuklar gibi dezavantajlı kesimlerle dayanışmayı, bu kesimlerin kamusal hak ve hizmetlere erişimini desteklemeyi, sosyal, kültürel, eğitim ve sağlık dahil sorunlarının çözümü için çalışmayı amaçlıyoruz. Odağımız Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yaşanan çatışmalardan etkilenen 5-18 yaş arasındaki çocuklarla sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik çalışmalar yaparak, çocukların gündelik hayatının akışındaki travmanın izlerini silmeye katkı sunmak. Bu amaçla;

  • Sosyal çalışmacı ve çocuk hakları çalışanları ile travma sonrası destek atölyeleri yapıyor,
  • Çatışmalı ortam, göç ve benzeri toplumsal veya doğal olaylar nedeniyle bozulan sosyal ve kültürel yapının onarılmasını destekleyecek etkinlikler düzenliyor,
  • Hedef gruplara yönelik ihtiyaç tespiti çalışmaları yaparak, ihtiyaç alanlarına dair eğitimler veriyor ve
  • İhtiyaç alanlarında hizmetlere erişimi hak temelli yöntemlerle destekleyerek önleyici ve iyileştirici çalışmalar yapıyoruz.

Rengarenk Umutlar Derneği olarak çocukların yanı sıra kadınlara yönelik çalışmalar da yapıyorsunuz. Kadınlara yönelik çalışmalarınızın kapsamından ve bu çalışmaların çocuklar üzerindeki etkilerinden bahseder misiniz?

Her ne kadar odağımız çocuklar olsa da aileleri bu süreçlerden bağımsız ele almıyoruz. Çocukların yaşam becerilerinin ve farkındalıklarının gelişmesine yönelik uyguladığımız atölye çalışmalarında ailenin, çocuğun gelişiminde sorumluluk alması ve sürece katılım sağlaması öncelikli hedeflerimiz arasında yer alıyor.
Toplumsal cinsiyet, çocuk hakları, akran zorbalığı, büyüme- gelişme ve istismar gibi konular aileye ve çocuğa eşzamanlı aktarıldığı takdirde çocukta beklediğimiz değişimin daha hızlı gerçekleştiğini gözlemledik. Ancak çocuklara yönelik yürütülen atölyeler dernek merkezinde yapılırken kadınlara yönelik hazırlanan oturumları toplumsal roller nedeniyle dernek merkezine gelemeyen kadınların evlerinde gerçekleştiriyoruz. Onar kişilik gruplar halinde bir araya gelen kadınlarla yukarıda bahsettiğim konuların yanı sıra kadın hakları, şiddet, çocuk- ergen psikolojisi, evde güvenlik, erken yaşta zorla evlendirmeler, üreme sağlığı gibi konularda da seminerler düzenliyor ve her konu ile ilgili yerelde bu alanda çalışan STÖ’lerden destek alıyoruz.

Çalışmalarınızda Diyarbakır’da faaliyet gösteren ve çocuk hakları alanında çalışan birçok sivil toplum kuruluşu ile iş birlikleri yapıyorsunuz. Haziran 2019’da gerçekleştirdiğiniz Sur Çocuk Festivali de bu iş birliğinin önemli örneklerinden biri. Festival kapsamında düzenlenen etkinliklerden ve festivalin bölgede yaşayan çocukların hayatına nasıl bir katkı sağladığından bahseder misiniz?

Diyarbakır Sur Belediyesi’nin uzun yıllardır gerçekleştirdiği Sur Çocuk Festivali 2015 yılından beri siyasal ortam nedeniyle gerçekleşmiyordu. Bu süreçte Önce Çocuklar Derneği ciddi bir motivasyonla bu fikri olgunlaştırıp, festivali kentte doğrudan çocuk çalışmaları yürüten tüm STÖ’lerle birlikte yapma çağrısı yaptı. Uzun yıllardır yapılmayan ve eksikliği çok hissedilen festival kararı için buradan Önce Çocuklar Derneği’ne teşekkür etmek isteriz. Gerçekleştirilen birkaç toplantıdan sonra hızlıca Rengarenk Umutlar Derneği, Lotus, ÇocukÇA, Ekoloji Derneği, DSM, MedDER, Laleş Sanat Evi, Amidart Kültür&Sanat Topluluğu, Anadolu Kültür, ZimZim, ICC, Ortadoğu Sinema Derneği, Diyarbakır Ticaret Odası, Diyarbakır Sur Belediyesi ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile kolektif bir festival deneyimi yaşadık. Kentin gündemine çocuk haklarını getirmesi ve çocukların 5 gün boyunca farklı içeriklerdeki atölyelere katılması bizim açımızdan oldukça önemliydi.

Her sivil toplum örgütünün kendi atölyeleri ile katıldığı festivale Rengarenk Umutlar Derneği olarak oyuncak yapımı, mandala atölyesi ve dönem sonu etkinliğimizin bütün çıktılarını festival programına entegre ederek dahil olduk. Festivalin 4. gününde gerçekleştirdiğimiz etkinlikte dönem sonuna kadar devam etmiş drama atölyesinden teatral bir sahne performansı, müzik atölyelerinden erbane, doğal ritim ve koro gruplarının gerçekleştirdiği orkestra, halk oyunları ekibi ve erken çocukluk eğitimi grubunun gerçekleştirdiği şarkılı rond ile sahne aldık. Bununla birlikte, festival boyunca yaklaşık 100 çocukla kentin her alanındaki programlara katılım sağladık.

Çocuk Fonu’nun 2020 döneminde Turkey Mozaik Foundation’ın finansal desteği ile Vakfımızdan kurumsal hibe desteği alıyorsunuz. Bu hibeyi derneğin hangi alandaki kapasitesini güçlendirmek ve ne tür çalışmalar yapmak için kullanacaksınız?

Öncelikle STDV’ye bizimle çalışma konusunda aldığı karar nedeniyle çok teşekkür ediyoruz. Belirttiğiniz gibi, bu hibeyi, kapasite güçlendirme alanında derneğimizin en zayıf olduğu alan olan kaynak geliştirme konusunda bir yol haritası için kullanacağız. Üç yıllık bir derneğiz ve birçok konuda yeni yeni kurumsallaşıyoruz. Ancak geldiğimiz aşamada hedeflerimizi ve faaliyetlerimizi yürütmek açısından etkili kaynaklara erişme konusunda kapasitemizi güçlendirmek öncelik verdiğimiz bir alan. Ayrıca hibe desteği kapsamında aldığımız insan kaynağı desteği de işlerimizi daha hızlı ve etkili yürütmek açısından derneğimiz için önemli bir olanak oldu.

Korona virüsü kapsamında alınan tedbirlerin hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında da değişikliklere sebep olduğunu biliyoruz. Bu durum bizden aldığınız hibe kapsamında yapacağınız çalışmaları nasıl etkiledi? Çalışmalarınıza devam etmek için kullandığınız yöntemler varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızla yayılmaya devam eden COVID-19 virüsü kontrol altına alınana kadar ‘’EVDE KAL’’maya devam ediyoruz. Ancak birçok çalışmamızı evden çevrimiçi yöntemler kullanarak yapmaya devam ediyoruz. Masa başı işlerimizde bir aksama yaşamıyoruz. Tüm görüşmelerimizi yeni duruma uyumlayarak gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
STDV’den aldığımız hibe doğrultusunda kaynak geliştirme konusunda destek verecek olan mentorumuzla süreç normalleşene kadar çevrimiçi toplantılar yaparak ‘’kaynak geliştirme politikamızı’’ oluşturacağız.

Tabii Rengarenk Umutlar Derneği’nin en temel çalışması çocuklarla birebir etkinlikler olduğu için bu duruma nasıl adapte olabiliriz diye hızlıca çözüm aramaya başladık. Çünkü bu süreçte çocuklar; var olabildikleri sosyal alanlarını (okul, sokak, park, dershane, kurs, bahçe vs.) kaybettiler. Mevcut durumlarını öğrenmek açısından dernek faaliyetlerini birlikte yürüttüğümüz 115 çocukla telefon görüşmeleri gerçekleştirdik ve çocuklarla yapılan görüşmelerde bu süreci anlamlandıramadıkları, ‘’Evde Kal’’manın sokağa çıkma yasaklarından yaşadıkları travmayı canlandırdığı, endişe ve kaygı bozukluğuna sebebiyet verdiği sonuçlarına ulaştık. Bu kriz anına uygun olarak psikolog, çocuk gelişimci, sağlıkçı, müzisyen gibi çeşitli meslek gruplarından gönüllüler ile telekonferans destek çalışmasıyla çocuklara ulaşmaya karar verdik.