Monthly Archives

Ağustos 2021

Başka Bir Okul Mümkün Derneği ile Öğretmenler için Desteğim Cebimde Projesini Konuştuk

By | Uncategorized

Başka Bir Okul Mümkün Derneği (BBOM), Türkiye’de erken çocukluk ve ilkokul eğitiminin katılım ve barış yönünde gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla çalışmalar yürütüyor. Dernek, demokratik yönetim ekseninde oluşturulan BBOM modeli ile öğrenme ortamındaki tüm öznelerin (çocuklar, öğretmenler, idari ve yardımcı personel ve gerektiğinde ebeveynler) odakta olduğu barışçıl, sosyal ve duygusal becerileri destekleyici yaklaşımların yer aldığı bir öğrenme topluluğu oluşturmayı hedefliyor. Latro Kimya işbirliği ile hayata geçirdiğimiz Eğitimde Yenilikçi Yaklaşımlar Fonu kapsamında sağladığımız hibe desteği ile Öğretmenler İçin Desteğim Cebimde projesini hayata geçirecek olan BBOM, bu proje ile öğretmenlerin sosyal ve duygusal alanda mesleki ve kişisel gelişimleri için sürdürülebilir bir destek oluşturmak amacıyla sosyal duygusal öğrenme yaklaşımının temelinde yer alan beceri sınıflandırması çerçevesinde Android ve IOS destekli bir uygulama geliştirecek. Dernek, her an erişilebilir olan bu uygulamayı çeşitli ağlar üzerinden yaygınlaştırarak öğretmenlerin kullanımına açacak.

Başka Bir Okul Mümkün Derneği İçerik Geliştirme Koordinatörü Zeynep Burçak Kurna ile yaptığımız röportajda eğitim sisteminin güçlenmesinde öğretmenlerin rolünü, COVID-19’un eğitim alanına ve bu alandaki farklı paydaşlara etkilerini ve Öğretmenler için Desteğim Cebimde projesini konuştuk. 

Başka Bir Okul Mümkün Derneği’nin kuruluş amacından ve yaptığı çalışmalardan bahseder misiniz? Salgın sürecinde öncelik alanlarınızda ve/veya çalışma şekillerinizde değişiklik yapmanız gerekti mi?

Başka Bir Okul Mümkün Derneği 2010 yılında mevcut eğitim sistemi içerisinde okul öncesi ve ilkokul döneminde, katılımcı ve barışçıl eğitim modeli geliştirmek ve bu modeli uygulayan okulların kurulmasını desteklemek amacıyla kuruldu. Süreç içerisinde hem model geliştirme çalışmalarını derinleştirmek hem modelin yaygınlaşmasını kamusallaştırmak, devlet okullarında da yaygınlaşmasını sağlamak için “Öğretmen Destek Çalışmaları” yapmaya başladı. Nihayetinde kuruluş amacı ve yaptığı çalışmalar Türkiye’de eğitim sisteminin daha katılımcı ve barışçıl öğrenme toplulukları yönünde değişmesine hizmet etmek. Öğretmen destek çalışmalarının temelinde yine bir öğretmen destek modeli geliştirmek için “BBOM Öğretmen Köyü Topluluğu” yer alıyor. Öğretmenlerin birbirini destekleyen bir öğrenme topluluğuna dönüşmeleri için empati, şefkat, bağlantı ve güven ekseninde sosyal ve duygusal gelişim temelli, sürdürülebilir destek sağlayan programlar geliştiriyor. 

Salgın döneminde öncelik alanlarımızda, çeşitli faaliyetlerimizde ve bu faaliyetleri yürütme yöntemlerimizde değişiklik yapmamız gerekti. Ancak bunlar yaşanan olağanüstü duruma, okulların neredeyse yıl boyu uzaktan sürmesine görece oldukça az sayıda değişiklikler oldu. Çünkü BBOM Derneğinde birlikte çalıştığımız, özellikle Öğretmen Destek Çalışmaları’nda yer alan öğretmenler tüm Türkiye’de yaygın şekilde faaliyet gösteriyor. Topluluk Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) takvimi el verdiğince, özellikle tatillerde Öğretmen Köyü’nün yerleşkesinde buluşsa da, okulların açık olduğu ve eğitim takviminin devam ettiği dönemlerde çevrimiçi olarak buluşuyordu. Dolayısıyla yüz yüze yaptığımız birtakım çalışmaları ertelemenin yanında çevrimiçi yaptığımız çalışmaları derinleştirdik ve çoğalttık. Pandeminin etkilerini birlikte kucaklamak ve dayanışmak için topluluğumuzdaki üyelerle düzenli olarak Bağlantı Çemberleri gerçekleştirdik. Salgın döneminde de birlikte oynayabilmek, eğlenebilmek ve birlikte kalabilmek için yine topluluğumuzdaki öğretmenlerin inisiyatifi ve ihtiyacıyla düzenli olarak Oyun Çemberleri yapıldı. Dolayısıyla salgın döneminde böyle işler yapmanın yanında daha tematik öğrenmelerle ilgili işleri de bir miktar azalttık. Hem “Zoom yorgunluğu’’ hem salgının etkileri üzerinden öğretmenlerin yükünü, baskısını azaltmak için yolumuz daha çok öğretmenlerin iyi olma haline yöneldi.

Öğretmenler BBOM’un yaptığı çalışmalarda öncelikli hedef kitleler arasında yer alıyor. Eğitim sistemini güçlendirmek için yapılan çalışmalarda öğretmenlerin rolü nedir? Çalışmalarınızda öğretmenlere öncelik vermenizin nedenlerini paylaşır mısınız?

Öğretmenler BBOM’un yaptığı çalışmalarda öncelikli hedef kitleler arasında yer alıyor. Eğitim sistemini güçlendirmek için yaptığımız çalışmalarda öğretmenin rolünü bir tür “değişim ajanı” olarak görüyoruz. Yani eğitim sistemi değişecekse bu değişimin ancak öğretmen eliyle ve öğretmenlerin çocuklarla yapacağı işbirliğiyle olacağına inanıyoruz . Çünkü sayısal olarak da uygulayıcı olmasından kaynaklı olarak da, sistemin etkin yetişkin bileşeni öğretmenler. Dolayısıyla bizim için öğretmenin rolü, değişim ajanı olması diyebiliriz. 

Aynı zamanda BBOM olarak değişimin önünde bir engel gibi duran bariyeri de atlamayı önemli buluyoruz. Öğretmenlerin bu değişime gücünün olması, içsel motivasyonunu bulması, nasıl değiştireceklerine dair bilgi, beceri ve yetkinliklerinin artmasını kıymetli buluyoruz. Aslında sistemde öğretmenlerin çocuklarla işbirliği içinde değişmesi mümkün görürken aynı zamanda kamusal olarak da devlet eliyle yapılması gereken köprü değişikliklerin, kaynak düzenlemelerinin, fiziki ve içerik iyileştirmelerinin yapılmaması öğretmenlerde baskı yaratıyor. Bu bağlamda, öğretmenler bizim için değişim ajanı derken, değişim için işbirliği yapabileceğimiz en etkin bileşenlerin de onlar olduğunu söylüyoruz. Sahada yaptığımız çalışmalardan biliyoruz ki; öğretmenler de değişimin gerçekleşmesini ve bu değişimin bir parçası olmayı istiyorlar. Tam da bu yüzden öğretmenlerle işbirliği yapmayı kıymetli buluyoruz. Çünkü zaman zaman sıkışan, çocukların ihtiyaçlarıyla yüz yüze olan, okulun dışındaki okul paydaşlarının, yöneticilerin, ebeveynlerin, eğitimin değişmesini isteyen herkesin yüzünü yönelttiği kitle öğretmenler. Dolayısıyla aslında öğretmenler için düzenli desteği de önemsiyor ve eğitim sisteminin yeniden inşası için olmazsa olmaz başlık olarak ele alıyoruz.

Bir taraftan da BBOM olarak hayal ettiğimiz okullar “katılımcı ve barışçıl öğrenme toplulukları”. Çocukların veya herhangi yaşta bir insanın katılımı, barışı, bu yönde kendi potansiyelini hayata geçirmesini tahta başında öğrenmesini beklemek mümkün değil. Yaşama dair kavram ve beceriler yaşamın içinde öğrenilir. Çocuklar için de bir yetişkinin okul ve/veya sınıf yaşamını bu açıdan kurması önemlidir. Çocuklarla birlikte öğrenme ortamlarında bu yaşamı kuracak olan öğretmenin de bahsettiğimiz becerilere sahip olmasını katılımcı ve barışçıl öğrenmenin gerçekleşeceği bir yaşam için en temel noktalardan biri olarak görüyoruz.

Geçtiğimiz süreci değerlendirdiğinizde, COVID-19 salgının eğitim alanına ve bu alandaki farklı paydaşlara (öğrenciler, öğretmenler, ebeveynler) etkilerinden bahseder misiniz? Yüz yüze eğitimin yakın zamanda yeniden başlayacağını düşündüğümüzde eğitim alanının paydaşlarını bu sürece hazırlamak için neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Geçtiğimiz süreci değerlendirdiğimizde COVID-19 salgının eğitim alanına ve bu alandaki farklı paydaşlara etkilerini merak ediyoruz. Hatta bu bağlamda BBOM Derneğinin Demokratik Yönetim Çemberi ‘’Çocuklar Evde Nasılsınız?’’ anketi gibi evde neler olup bittiğini çalışan etkinlikler de yaptık. Bu çalışmaların önemli çıktılardan biri çocukların bağlantı, hareket ve özerklik ihtiyacının karşılanmaması olarak görülüyor. Bu durumu öğretmenlerin çocuklarla olan ilişkisi açısından da önemli bir nokta olarak yorumluyoruz. Bununla birlikte öğretmenler konusunda da çeşitli araştırmalar yapıldığını görüyoruz. Biz çoğunlukla kendi topluluğumuzda sık iletişimde ve etkileşimde olduğumuz öğretmenleri görebiliyoruz. Öğretmenler hepimiz gibi çok hızlı bir şekilde salgına adapte olmak durumunda kaldılar. Bu durumun sosyal ve duygusal becerileri konusunda çeşitlilik gösteren öğretmenlerde farklı etkiler gösterdiğini söyleyebiliriz. Bir avantaj olarak yaygın olarak teknolojik okuryazarlığın arttığını söylemek mümkün. Biz BBOM’da öğretmen destek çalışmalarını genellikle odaklı, kısa gruplarla, mümkünse yüz yüze, değilse de 20 kişilik gruplarla çevrimiçi yapıyorduk. Ancak şimdi daha çok öğretmenin dijital araçları daha çok kullandığını, en azından korkusunu atlattığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu durumun ileriye dönük olumlu, yapıcı ve değişimi kolaylaştıran bir etki olduğunu söyleyebiliriz. 

Tüm bunlarla birlikte öğretmenlerin esenlikleri ve salgın süresince sosyal duygusal becerilerindeki değişiklikler çok önemli alanlar. Dolayısıyla yüz yüze eğitimin başlamasıyla birlikte hatta başlamasından bağımsız olarak öğretmenlerin gerçekten bu süreçte yaşadıklarının üzerine demlenmesini sağlayacak, öz değerlendirme yapacak araçların, kaynakların yaygınlaşması bize oldukça kıymetli geliyor. Yine aynı şekilde öğretmenlerin halini merak ettiğimiz ve iyilik hallerini desteklemek istediğimiz gibi çocukların da tüm bu değişikliklerin farkına varmaları, bu değişiklerin onlara kazandırdıkları ve iç kaynaklarından tükettiklerini farkına varmaları ve kendilerini beslemeleri için ciddi bir rehberliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Bu süreçte bizim için öncelik kişinin esenliği. Dolayısıyla bu odakta dünyanın yaşadığı bu olağanüstü halin içinde kayıpları olanların yasını tutabileceği, zorlananların ve iç kaynaklarını tüketenlerin destek alabileceği bir alan kurabiliriz, kurmamız da gerekiyor.

Hibe desteğimizle Öğretmenler İçin Desteğim Cebimde projesini hayata geçireceksiniz. Bu projenin amacından ve proje kapsamında yapmayı planladığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Gün boyu çeşitli sorunlara çözümler üretmesi ve sorumlu kararlar vermesi beklenen öğretmenin sosyal ve duygusal açıdan desteklenmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Okul ekosisteminde öğretmenin her gün temas ettiği çocuk, ebeveyn ve meslektaş gibi birçok öznenin çeşitlenen ihtiyaçları ile bağlantı kurması önemli. Bunu yaparken de öğretmenin esenliğine destek olacak becerileri üzerine çalışmasının öncelikli olduğunu düşünüyoruz. Öğretmen İçin Desteğim Cebimde projesinde; öğretmenlerin her an erişebileceği, onların sosyal ve duygusal alanda mesleki ve kişisel gelişimleri için sürdürülebilir bir destek oluşturmak hedefleniyor. Ana faaliyet olarak Android ve IOS’tan erişilebilen bir uygulama geliştireceğiz. Geliştirilecek uygulamada alanında uzman danışmanlarla, sosyal duygusal öğrenme yaklaşımı temelinde beceri sınıflandırması yapılarak öğretmenin gelişiminin hedeflendiği beceriler belirlenecek. Bu programda öğretmenin üzerine çalışmak istediği duygular seçilecek ve bu duyguların bedensel karşılıkları belirlenecek.

Öğretmenin sosyal ve duygusal gelişimin alanlarını hedefleyen yaygın duyguları yine öğretmenlerle seçeceğiz. Seçilen bu duyguların yanında öğretmenin okulda her gün kaşılaştığı örnek olaylar da listelenecek. Böylece öğretmenin hem üzerine çalışmak istediği duygu hem de günlük yaşamlarında karşılaşabilecekleri olaylar konusunda sürekli olarak destek alabilecekleri bir uygulama geliştirmiş olacağız. Bu uygulamada aynı zamanda kişilerin bu alandaki sosyal ve duygusal becerileriyle ilgili gelişim alanlarını keşfetmelerini sağlayacak öz değerlendirme ve kendine empati süreçlerine katkı sağlayacak sorular hazırlanacak.

Proje kapsamında oluşturacağınız uygulamanın içeriğini sosyal duygusal öğrenme yaklaşımının temelinde yer alan beceri sınıflandırması çerçevesinde geliştireceksiniz. Öncelikle sosyal duygusal öğrenme yaklaşımı nedir? Projede kullanacağınız sınıflandırma yönteminden ve bu yöntemin eğitim alanında yapılan çalışmalara katkısından bahseder misiniz?

Sosyal ve duygusal öğrenme insan gelişiminin merkezi olan yaşam becerilerini ifade eder. Toplumsal yaşamın getirileri ile birlikte, insanların bir arada uyum ve barış içinde yaşamasını destekleyecek beceriler gittikçe daha fazla önem kazandı. Bu bağlamda insanın kendiyle ve çevresindekilerle kurduğu bağlantıyı geliştiren, empatik ilişkiler kurmasını sağlayan ve sorumlu kararlar vermesi açısından katkı sunan yaşam becerileri giderek daha da önemli bir hale geldi. Bu öğrenme yaklaşımı bireylerin kendileriyle ve çevreleriyle olan ilişkileri bağlamında yaşamı zenginleştiren çıktılar elde etmesini ve sorumlu kararlar vermesini ifade ediyor. Sosyal ve duygusal öğrenme; öz farkındalık, duyguları yönetmek, hedeflere ulaşmak, kendine ve başkalarına empati ile yaklaşmak, yapıcı destekleyici ilişkiler kurmak ve sürdürmek ve sorumlu kararlar almak için bilgi, beceri ve tutumların bütüncül olarak ele alınmasıdır. Bu beceriler öğrenilebilir ve geliştirilebilir becerilerdir. Sosyal ve duygusal öğrenmenin sosyal yönü; kişilerin birbiriyle olan destekleyici ilişkilerini, duygusal yönü; kişilerin öz farkındalık süreçlerini, öğrenme yönü ise bu becerilerin öğrenilebilir, geliştirilebilir ve ölçülebilir olduğunu ifade eder. 

Eğitimde sosyal ve duygusal öğrenme yaklaşımı bir arada, barış ve huzur içinde, deneyimlerden beslenen öğrenme topluluklarını hayata geçirmek için zemin hazırlar. Bu bağlamda insanı bütüncül bir varlık olarak gören yaklaşımın temelinde uygulama yöntem ve planlama kolaylığı açısından çeşitli beceri sınıflandırmaları kullanılıyor. Projede kullanılacak beceri sınıflandırmasında; benlik farkındalığı, günlük yaşam becerilerini yönetme, kişiler arası beceriler ve sorumlu karar verme ile problem çözme becerileri olarak dört ana beceri sınıflandırmasına ilişkin çalışmalar gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Bu 4 ana beceri grubundan oluşan sınıflandırmanın, öğretmenin öz farkındalığında, ilişki becerilerinde ve karar verme süreçlerinde ihtiyaç duyduğu desteği sağlamak için anlamlı bir yöntem ve çerçeve sunacağını düşünüyoruz. Öğretmenin günlük yaşamında ihtiyaç duyduğu desteği almalarını sağlayacak beceriler bu 4 ana beceri grubu altında ele alınacak.

Eğitim ortamlarının, içinde yer alan tüm aktörlerle birlikte, barış içerisinde ve deneyimlerden öğrenen ve gelişen bir topluluk olmasını hayal ediyoruz. Bu topluluğun sosyal ve duygusal açıdan gelişim süreci, uygulama içerik ve yöntemi açısından belirli bir sınıflandırmanın kullanılmasıyla bütüncül bir çerçeve sunuyor. Sosyal ve duygusal öğrenme yaklaşımında kullanılan beceri sınıflandırması insanı bütüncül olarak ele alan anlamlı bir çerçeve sunarak yaşamı zenginleştiren çıktılar elde etmenin yanında akademik başarının artmasını da sağlıyor. Sosyal duygusal öğrenme yaklaşımının merkezinde kullanacağımız beceri sınıflandırması bu yönüyle eğitimde de olumlu çıktılar elde etmeyi mümkün kılıyor.

 

BoMoVu ile Irkçılık Karşıtı Pedagoji Projesini Konuştuk

By | Uncategorized

Sosyal Güçlendirme için Spor ve Beden Hareketi Derneği (BoMoVu), bedensel hakları ve özgürlükleri temel alan bir metodolojiyle, sporu ve beden hareketini sosyal faydaya dönüştürmek amacıyla programlar geliştirip, uyguluyor. Dernek, çocuklar, mülteciler, kadınlar gibi çeşitli dezavantajlı gruplara yönelik olarak yaptığı çalışmalarla bu grupların sosyal olarak güçlenmelerine katkı sağlıyor. Latro Kimya işbirliği ile hayata geçirdiğimiz Eğitimde Yenilikçi Yaklaşımlar Fonu kapsamında sağladığımız hibe desteği ile BoMoVu eğitim alanında yer alan çeşitli ırkçılık biçimlerini görünür kılmak ve çocuklara yönelik ırkçılık karşıtı bir eğitim aracı sunarak, öğretmenlerin bu konudaki kapasitelerini artırmak amacıyla 2019 yılından beri devam eden Irkçılık Karşıtı Pedagoji projesini daha fazla öğretmene ulaştırmak için çalışmalar yapacak. BoMoVu proje kapsamında, Türkiye’nin en az 5 farklı ilinden 15 öğretmene yönelik, 3 gün sürecek çevrimiçi ırkçılık karşıtı pedagoji eğitmen eğitimleri düzenleyecek. Bu 3 günlük eğitime katılan eğitmenler tarafından gerçekleştirilecek olan atölyeler ile de en az 150 öğretmene yönelik ırkçılık karşıtı pedagoji eğitimleri verilecek. Öğretmenlerin kapasitelerini güçlendirmek ve kullanabilecekleri yeni araçlar sunmak amacıyla yurt dışında yayınlanmış kaynakları Türkçe’ye çevirecek olan BoMoVu, ırkçılıkla mücadele konusunda duyarlılık geliştirmek amacıyla sosyal medya platformları üzerinden bir kampanya da düzenleyecek.

BoMoVu Proje Koordinatörü Samet Saygı ile yaptığımız röportajda ırkçılık ve ayrımcılık gibi konuların Türkiye eğitim sistemi içerisinde nasıl ele alındığını, geçtiğimiz dönemde gerçekleştirdikleri “Eğitimde Irkçılık mı?” çevrimiçi konferansını ve Irkçılık Karşıtı Pedagoji projesini konuştuk.

BoMoVu’nun kuruluş amacından ve yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? Salgın sürecinde öncelik alanlarınızda ve/veya çalışma şekillerinizde değişiklik yapmanız gerekti mi?

2016’daki kuruluşumuzdan bu yana bedensel hakları ve özgürlükleri temel alan metodolojimizle, bir arada yaşamak ve kapsayıcı toplumlar olmak adına öğretmenlerin çocuklarla birebir uygulayabilecekleri etkinlikleri ve pedagojik yaklaşım araçlarını içeren toplam 9 farklı kaynak geliştirdik. Bunları üç ana başlık altında toplamak mümkün: 

1) Sınır bölgelerinde yaşayan çocukların sınır ve öteki algısını iyileştirmeye yönelik kaynaklar. (Barışa Oyna projesinin destekleyicilerinden biri de Sivil Toplum için Destek Vakfı olmuştu.)

2) Okullardaki hareketsizliğin çocukların hem öğrenim kapasitelerini hem de hareket etme haklarını kısıtlamasına karşı çözüm için geliştirdiğimiz araçlar. (Hareket Okulda – Nike’ın globalde yürüttüğü projesinin Eğitim Reformu Girişimi(ERG) ile birlikte taşıyıcısıyız)

3) Irkçılık karşıtı pedagojik araçlarla okullarda ırkçılığa uğrayan çocukları görebilmeyi ve onları destekleyecek mekanizmaların oluşturulmasını hedefleyen öğretmen atölyeleri ve araçları. (Irkçılık Karşıtı Pedagoji projesi)

Bunlara ek olarak göçmenlik geçmişi olan ve olmayan Türkiye’de ve Almanya’da gençlerin “kültürel eyleyebilirlik”lerini icra etmelerine yardımcı olan Dans Umurumda aracı Anadolu Kültür’ün Hep Beraber projesi kapsamında geliştirdiğimiz bir diğer kaynaktır.

COVID-19 salgını ve beraberinde gelen eve kapanma tedbirleriyle birçok dernek gibi bizim de dijital çalışmalarımız büyük ölçüde arttı. Çevrimiçi öğretmen atölyeleri, hareket videoları, çocuklar için aktivite kitapları ve onlarla gerçekleştirdiğimiz çevrimiçi aktiviteler, öğretmenler için çevrimiçi uygulanabilecek etkinlikler ile çalışmalarımız çeşitlendi.

Irkçılık ve ayrımcılık gibi konular Türkiye’deki eğitim sistemi içerisinde ele alınıyor mu? Bu konuların eğitim sisteminin bir parçası haline gelmesi ve eğitim alanının farklı paydaşlarının (öğretmenler, öğrenciler, veliler) farkındalığının artması neden önemli?

Irkçılık ve ayrımcılık konuları ne yazık ki Türkiye’de eğitim sistemi içerisinde yer almadığı gibi okul ortamları ırkçılığın en yoğun şekilde üretildiği mekanlar oluyor. Ders içeriklerinde bulunan ırkçı söylemlerin aktarıldığı öğrenciler ırkçılığı normalleştiriyor ve ırkçılık, öğrencilerin birbirleriyle ilişkilerini de şekillendiriyor. 

Irkçılık, insan ilişkilerinde çeşitli şekiller alabildiği ve normalleştirilebildiği için ırkçılığa maruz kalmamış kişiler için çoğunlukla görünmezdir. Irkçılığa maruz kalanlar içinse çok yıkıcı şekillerde deneyimlenmektedir. Irkçılığa uğramaktan en çok hasar alan grup elbette çocuklardır. Okul ortamında ırkçılığa uğrayan çocukların duygusal olarak ne denli olumsuz etkilendikleri, yaptığımız atölyelere katılan öğretmenler tarafından çokça dile getirildi. Irkçılığa maruz kalan çocukların ne tür bedensel ve duygusal olumsuzluklar yaşadıklarını öğretmenlerden topladığımız veriler ışığında bir makaleye de dönüştürdük. Irkçılığa maruz kalmak, çocukların eğitim- öğretim hayatını kötü etkilemenin yanında; özgüven, benlik algısı, beden algısı, adalet duygusu gibi pek çok başka açıdan da çocuklara zarar veriyor. Sanılanın aksine okullarda akranları, öğretmenleri, idarecileri tarafından ırkçılığa uğrayan çocuk sayısı bir hayli fazla. Bu sebeplerle ırkçılık ve ayrımcılık konularının muhakkak eğitim sisteminin ilkelerinden birine dönüşmesi gerekir. Bütün ders müfredatlarında yer alması gerektiği gibi eğitim sistemi içindeki tüm paydaşların da ırkçılık karşıtlığı eğitimleri almaları sağlanmalı. 

Dernek olarak hedefimiz öğretmenlerde ırkçılığa karşı bir farkındalık oluşturmakla beraber – hatta daha önemlisi – ırkçılığa maruz kalan öğrencileri güçlendirmek. Sınıf ortamında bütün öğrencilerin katılım sağlayabilecekleri etkinliklerle ırkçılık konusunun farklı şekillerde konuşulmasını sağlayacak etkinliklerimizle hem ırkçı söylemlerde veya eylemlerde bulunan öğrencilerin yaptıklarının farkına varmasını hem de ırkçılığa maruz kalan öğrencilerin sınıf içindeki edilgeliklerinin sebebinin kişisel yetersizlikleri olmadığının farkına varmalarını sağlamak. 

Okul kültürünün, çeşitli farklılıkları kucaklayıcı ortamlar haline getirilebilmesi için bütün kurumsal yapının ırkçılık karşıtlığı üzerine yeniden biçimlendirilmesi gerekir. Okullardaki ırkçılık vakalarına karşı okul idarecilerin, öğretmenlerin, hizmetlilerin ve elbette öğrencilerin farkındalıkları artırılmalı. Ayrıca okullardaki ırkçı vakalar karşısında kurumsal olarak bir prosedür belirlenmeli ve vakalara yaklaşım ve müdahalelerde bu prosedürler uygulanmalı çünkü biz okul ortamındaki ırkçılık vakalarının kişisel inisiyatiflere bırakılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca çocukların okul dışından öğrenip getirdikleri ırkçı söylem ve davranışlara karşı velilerle de işbirliği yapılmalı. Hatta veli eğitimleri okul tarafından verilmeli. Okulun kurumsal yapısından bütün paydaşlara kadar herkesin ırkçılık konusunda hassasiyet geliştirmesi eğitim-öğretim ortamının daha verimli olmasını sağlayacak ve her öğrencinin kurumsal aidiyet hissi gelişecektir. Her şeyden önemlisi ırkçılığa maruz kalmaktan dolayı yaşamı boyunca sorunlar yaşayan öğrenciler olmayacaktır. 

Irkçılık Karşıtı Pedagoji projesinin amacından ve bu zamana kadar yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Irkçılık Karşıtı Pedagoji projesi, BoMoVu tarafından geliştirilen, çocuklara yönelik ırkçılık karşıtı bir eğitim aracıdır. Bu proje, Eylül 2019-Mayıs 2020 tarihleri arasında Eşitlik Forumu’nun parçası olarak Eşit Haklar için İzleme Derneği’nin Avrupa Birliği tarafından sağlanan alt-hibe desteği ile başlamıştı. 

Irkçılık Karşıtı Pedagoji projesi, öğretmen ve çocuklar ile çalışan tüm kişilerin açık erişimine sunulan bir kılavuz ve öğretmen farkındalık atölyelerinden oluşuyor. Bu atölyeler sayesinde öğretmenlerin sınıf ortamında yaşadığı özgün deneyimlerini öne çıkararak, okullarda ırkçılık ve kültürel ayrımcılık durumunu ortaya koyan, herkese açık, çevrimiçi bir rapor yayınlandı. 

Irkçılık Karşıtı Pedagoji projesi, şimdiye kadar İstanbul’un etnik-kültürel çeşitliliğin daha yüksek olduğu bölgelerdeki okullarda çalışan en az 30 kişilik öğretmen grubuna aktarıldı. Bu atölyelere katılan öğretmenleri bir araya getirmek de önemli bir alan sundu. Kendi sınıf ortamlarında, eğitsel materyalleri çocuklar ile uygulayan öğretmenler arasında iletişim ve dayanışma oluşturmak da projenin katkılarından biridir.

Mayıs 2021’de düzenlenen “Eğitimde Irkçılık mı?” adlı çevrimiçi konferansta Almanya ve Türkiye’den uzmanlar bir araya gelerek ırkçılıkla ilgili bakış açılarını ve deneyimlerini paylaştı. Eğitimde ırkçılık konusunun ele alınış şekli açısından Türkiye ve Almanya’daki uygulamaların benzerlik ve farklarından bahseder misiniz?

Almanya, eğitim sisteminde ayrımcılık yaratacak çeşitli çatlakların tespiti üzerine ciddi bir özeleştiri dönemi yaşıyor. Özellikle kendi soykırımcı geçmişini üstlenmesi, sorumluluğunu alması ve hafıza çalışmaları yapması sayesinde böyle konular devlet nezdinde önemseniyor. Bu konuda çalışan dernekler ve inisiyatifler devlet tarafından destekleniyor. Bu nedenle Almanya’da ayrımcılık ve ırkçılık konularında çalışan kişi sayısı Türkiye’ye göre çok daha fazla. Hem devlet desteği ve teşvikleri hem de bu alanda çalışan sayısının fazla olması ırkçılık ve ayrımcılık konularında eğitim alanında daha etkili projelerin yapıldığını gösteriyor. Bunların yanı sıra Almanya’da, ülkenin bir ırkçılık sorunu olduğunu kabul etmeleri de bu alanda daha zengin çalışmalar yapılmasını etkiliyor. 

Türkiye’de asıl problem ülkede bir ırkçılık sorunu olduğunun kabul edilmemesinden kaynaklanıyor. Bu sebeple ırkçılık konusunda çalışma yürüten dernekler de devlet desteği almadığı gibi çeşitli şekillerde engelleniyor ya da okullarda çalışma yürütmelerine izin verilmiyor. Bu koşullar dolayısıyla Almanya, eğitimde ırkçılık konusunda kendi deneyimlerine dair daha fazla veriye sahip. Türkiye’de söz konusu zorluklar dolayısıyla eğitimde ırkçılığın ne kadar yaygın ve görünümlerinin ne denli çeşitli olduğuna dair ciddi çalışmalar bulunmuyor. Bu nedenle de bu alanda çalışanların ellerinde yeterince veri yok. Almanya’da eğitimde ırkçılık konusunda yapılan çalışmaların Türkiye’ye göre daha uzun bir tarihi olması ve eğitim kurumlarında çalışanların da bu konuda farkındalıkları varken Türkiye için aynı şey söylemek mümkün değil. Konferans bağlamında ise bütün bu farklılıklara rağmen ırkçılığın görünümleri konusunda Almanya ve Türkiye açısından büyük benzerlikler söz konusu. 

Hibe desteğimizle Irkçılık Karşıtı Pedagoji projesinin daha geniş bir kitleye yayılması için çalışmalar yapacaksınız. Projenin bu döneminde ne tür faaliyetler gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz?

Projenin bu döneminde daha fazla öğretmene erişebilmek adına çevrimiçi atölyelerin sayısını arttırmak istiyoruz. Ayrıca öğretmenler için dijitale bağımlı kalmadan kullanabilecekleri basılı materyaller geliştirmek istiyoruz. Daha önceki yanıtımda da bahsettiğim gibi, Türkiye’de bu tür araçlar yeterli değil, hatta bu alanın çalışılmaya ve zenginleştirilmeye çok muhtaç olduğunu söyleyebiliriz. Çeşitli çevirilerle bu alana katkı sunmaya niyetliyiz. Bu çeviriler Türkiye’nin çeşitli illerinde bulunan geniş bir öğretmen ağına yaygınlaştırılacak. Hatta bu öğretmenlerden bir kısmının da kendi ırkçılık karşıtı eğitim buluşmalarını yapmasını destekleyeceğiz. Aynı zamanda, daha fazla kişiye ulaşmak amacıyla sosyal medya kampanyaları yapmayı planlıyoruz. Bu kampanyaların bir katkısı da bu kavramların görünürlüğünü arttırmak olacak diye düşünüyoruz. 

 

Çoçuk Fonu 2021 dönemi başvuruları sona erdi

By | Çocuk Fonu

Çocukların ihtiyaçlarının giderilmesi ve haklarının tesis edilmesi için 0-15 yaş arası çocuklarla çalışan sivil toplum kuruluşlarının (STK) projelerini ve kurumsal gelişimlerini desteklemek amacıyla Turkey Mozaik Foundation işbirliği, bireysel ve kurumsal bağışçıların desteğiyle hayata geçirdiğimiz Çoçuk Fonu’nun 2021 dönemi başvuruları sona erdi. 

Fona toplam 25 STK başvuruda bulundu. Başvuruların 22’si dernek, 3’ü vakıf tüzel kişiliğine sahip kuruluşlar tarafından yapıldı. Fona Ankara, Diyarbakır, İstanbul, Mersin, Sakarya ve Tunceli olmak üzere 6 ilden başvuru alındı. Çoçuk Fonu 2021 döneminde talep edilen toplam hibe tutarı 2.117.901 TL oldu.

 

Orman Yangınları Acil Destek Fonu Başvuruları Sona Erdi

By | Orman Yangınları Acil Destek Fonu

28 Temmuz 2021 tarihinde başlayan ve Türkiye’nin farklı illerinde sayısı 100’den fazla olan yangınlar sonrasında sahada faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarını (STK) ve çalışmalarını desteklemek amacıyla Turkey Mozaik Foundation ,  Actecon ve 212  işbirliğiyle bireysel ve kurumsal bağışçıların finansal desteği ile hayata geçirdiğimiz Orman Yangınları Acil Destek Fonu’nun başvuruları sona erdi.

Fona toplam 24 STK başvuruda bulundu. Başvuruların 22’si dernek, 1’i vakıf, 1’i kooperatif tüzel kişiliğine sahip kuruluşlar tarafından yapıldı. Orman Yangınları Acil Destek Fonu’ndan talep edilen toplam hibe tutarı 3.907.338 TL oldu.

 

Sivil Sayfalar Depreme Hazırlık Amaçlı Kurulan Araştırma Komisyonu’nu İzleme Projesini Tamamladı

By | Acil Deprem Fonu

Sivil Toplum ve Medya Çalışmaları Derneği (Sivil Sayfalar), sivil toplum aktörlerinin tecrübesini ve uzmanlığını sivil toplum haberciliği yoluyla medya, kamu yönetimi, kanaat önderleri ve diğer sivil toplum kuruluşları arasında görünür kılmak amacıyla çalışmalar yürütüyor. Sivil Sayfalar, İzmir Depremi Acil Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation ve Kahane Foundationeş finansmanıyla sağladığımız hibe desteğiile hayata geçirdiği Depreme Hazırlık Amaçlı Kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Araştırma Komisyonu’nu İzleme projesini yakın zamanda tamamladı. Bu kapsamda TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partilerin ortak iradesi sonucu kurulan Deprem Araştırma Komisyonu ve STK’ların süreçlere katılımına dair izleme değerlendirme ve farkındalık çalışmaları yürüten dernek, projedeki deneyimlerinden yola çıkarak hazırladığı Sivil Toplum ve Deprem: TBMM Deprem Araştırma Komisyonu Raporu’nu yayınladı.

Sivil Sayfalar Yayın Yönetmeni Emine Uçak Erdoğan ile röportajımızda projedeki deneyimlerini, sivil toplumun karar alma süreçlerine katılımı içi yapıması gerekenleri ve sivil toplumun son günlerdeki gündemini konuştuk. 

Depreme Hazırlık Amaçlı Kurulan TBMM Araştırma Komisyonu’nu İzleme projesini yakın zamanda tamamladınız. Proje kapsamında yaptığınız çalışmalardan ve Sivil Toplum ve Deprem: TBMM Deprem Araştırma Komisyonu Raporu’nun öne çıkan bulgularından bahseder misiniz?

Raporda Depremle ilgili Araştırma Komisyonunun çalışmalarına mercek tuttuk. Tutanakları inceledik ve sivil toplum kuruluşlarının (STK) Komisyon toplantılarına ve afet/deprem politikalarına katılımının nasıl ele alındığını anlamaya çalıştık. STK ve kamu arasındaki kopukluğun izlerini sürdük. Aynı zamanda, doğrudan ya da dolaylı olarak deprem ve afet çalışan STK ve platformların Komisyon’la nasıl bir ilişki kurduğunu, Komisyon’un çalışmalarına katkı sunma kanallarını ne şekilde kullandıklarını anlamaya çalıştık. Sosyal medya kampanyaları, bireysel ve birlikte toplantılarla Komisyon’a katkı sunmaları için STK’ları motive etmeye çalıştık. 

Depremle mücadeleye ilişkin hazırlanan ulusal stratejik planlara göre STK’lar; deprem öncesi, deprem sırası ve sonrası sürecin özneleri olarak tanımlanıyorlar. STK’ların katılımına yönelik oluşturulmuş katılımcı ve “iyi niyetli” politikalar kağıt üzerinde mevcut. Ancak bu alanlarda STK başlığı somutlaştırılamıyor, STK’lar soyut birer özne olmaktan öteye geçemiyor. Ve tabii ki süreçlerin aktif bir tarafı haline getirilemiyor. Türkiye’deki geniş STK yelpazesine yönelik bilgi ve anlayış çok kısıtlı. 

Meclis Komisyonu toplantılarında da kapsamlı bir STK odağının ihmal edildiğini ve STK’ların tam anlamıyla birer paydaş olarak ele alınmadığını görüyoruz. Komisyona davet edilen STK’ların sayısının düşük olduğu, katılan kurumların büyük oranda hali hazırda devletle entegre ya da işbirliği içerisinde çalışan dernek ve vakıflar ile zorunlu üyelik temelinde örgütlenen meslek örgütü ya da meslek odaları niteliği taşıdığı (Türk Kızılay Derneği, AKUT Arama Kurtarma Derneği, Elektrik Dağıtım Hizmetleri Derneği (ELDER ), Türkiye Doğal Gaz Dağıtıcıları Birliği (GAZBİR), Türkiye Deprem Mühendisliği Derneği, Türkiye Müteahhitler Birliği, Tüm İtfaiyeciler Birliği Derneği (TİB), Türkiye Deprem Vakfı, Yapı Denetim ve Deprem Mühendisliği Derneği, İnşaat Müteahhitleri Konfederasyonu, Kentsel Dönüşüm ve Hukuk Platformu) görülüyor.

Komisyonda STK katılımlı formül üzerinden tartışılan çoğu konunun (örneğin, yapı üretim süreçleri) daha çok meslek örgütü niteliği taşıyan kurumlara alan açtığı görülüyor. STK’larla ilgili fazlasıyla genel geçer ve edilgen tanımlamalar var. 

Afet yönetiminde olduğu gibi, kamu kurumlarının sunumlarında ve tartışmalarda, STK’larla işbirliğinde ve koordinasyonda öz eleştiri dozu oldukça düşük. Sadece STK’larla değil, deprem sahasındaki koordinasyon kalitesinin merkezi hükümetle, yerel hükümetin farklı partilerden olduğu durumlarda daha düşük olduğu anlaşılıyor. 

STK’ların önemli bir saha ve ilişki ağı yaratma potansiyeli var. Ancak bu potansiyel karşılıklı güvensizlikler nedeniyle etkili bir şekilde kullanılamıyor. Pek çok STK’da onları diğer STK’lardan ayıran yaklaşımsal ya da siyasi özellikler nedeniyle, deprem gibi kritik durumlarda bile bir araya gelmekte ya da bir arada iş üretmekte zorlanabiliyor. STK’lar, siyasi süreçlere katılımın son derece kısıtlı olduğu bu zamanlarda, açılan olanakları iyi kullanamıyor. Uzmanlıklarını, bilgilerini ve becerilerini bu kanallara ulaştırmak konusunu daha fazla gündeme almaları gerekiyor. Bu noktada STK’ların, kapasite ve yeteneklerini sorgulamaları ve kamunun STK’lara açtığı alana uygun çıktılar üretmeyi gündemde tutmaları önem taşıyor. Bu alan kendi kendine yani devletin insiyatifiyle açılması kolay olmayan bir alan. Bu nedenle STK’lar potansiyellerini ve profesyonellik ölçütlerini test etmesi, profesyonel ve sistematik çalıştıklarını ispat etmesi gerekiyor.

Proje kapsamında deprem konusundaki çalışmalar özelinde kamu-sivil toplum işbirliğini geliştirmek ve sivil toplum kuruluşlarının karar alma süreçlerine katılımını artırmak için çalışmalar yaptınız. Bu süreçte edindiğiniz deneyimlerden ve bu tür çalışmalarda dikkat edilmesi gereken noktalardan bahseder misiniz?

Yukarıda bahsettiğimiz gibi bu konuda aşılması gereken teknik ve algısal zorluklar var. Sivil toplumun kamu üzerindeki etki kapasitesini geliştirmek, STK’ların en önemli gündemi olmalı.  En son Akdeniz bölgesinde yaşanan orman yangınlarında da görüldüğü üzere, insanlar kendilerini etki yaratamadıkları için çaresiz hissediyor ve bir şeyler yapmak istiyor. Bu toplumsal iradeyi profesyonelliğe ve etki yaratmaya yönelik yöntemlere kanalize etmek için çok çalışmak gerekiyor. STK’ların çalışmalarına ilham olması umuduyla, şu somut önerileri sıralayabiliriz:

STK tanımının siyasi ve kamu politikası ile ilgili süreçlerde soyut kaldığından bahsetmiştik. Bunun için afet ve deprem süreçlerine ilişkin doğrudan ya da dolaylı olarak çalışan STK’lar yerel ve ulusal düzeyde haritalandırılmalı. STK’lar buna öncülük edebilirler. Bu haritalar mahallelerden başlayarak, illeri ve tüm ülkeyi kapsayacak seviyelerde hazırlanmalı ve kamu, yerel yönetim ve bütün STK’ların kullanımına sunulmalı. Bu haritalar periyodik olarak güncellenmeli. 

STK’ların kendi çalıştıkları alanlardan bağımsız olarak, afetler, depremler, iklim krizi ve salgın gibi gündelik hayatı etkileyen konuları politika, plan ve programlara dahil etmesi, bu bakış açısının ana programlara yerleştirilmesi gerekiyor. STK’ların konu ve alanlarından bağımsız afet ve deprem durumlarında işleme koyacakları, kaynaklarını ve ağlarını harekete geçirecekleri acil durum planlarının hazır olması da önemli.

STK’lar afet gibi can alıcı bir konuda işbirliğinin önünü tıkayan siyasi çekişmeler ve farklılıklara karşı merkezi ve yerel yönetim ve süreçlerin paydaşı olan STK’lar arasında protokol oluşturmaya yönelik bir çalışma yürütebilirler. Bu protokol, deprem sahasında, aktörler arasındaki ilişkiler siyasi nedenlerle sekteye uğruyorsa, olası anlaşmazlık durumlarında ortaya çıkacak meseleleri ele almada ve sorunların üstesinden gelmede etkili olabilir.

Hibe desteğimizin Türkiye’de depreme hazırlıklık alanında yapılan çalışmalara ve derneğinize nasıl bir katkısı oldu? İzmir Depremi Acil Destek Fonu’nu destekleyen bağışçılarımızla paylaşmak istediğiniz bir mesaj var mı?

Hibe desteği ile birlikte sivil toplumun deprem başta olmak üzere afet politikalarına dahil edilmesi noktasında farkındalık oluşturma imkanı bulduk. Yine aynı şekilde afet alanında çalışan sivil toplumun mevcut durum ve afetlerin risklerinin azaltılması noktasındaki faaliyetlerini, bu konudaki birikimlerini ve öngörülerini gündeme taşıdık. Meclis Komisyonu nezdinde STK katılımı noktasında değerlendirmeler yapma imkanı bulduk. İklim kriziyle birlikte Türkiye’nin afetler karşısındaki kırılganlığı iyice artmaya başladı. Bu nedenle afet konusundaki desteklerin çeşitlenerek artması, dezavantajlı kesimlerin afet politikalarına dahil edilmesi amacıyla çalışmalar yürüten kurumların desteklenmesi önemli.

Hibe kapsamında düzenlediğimiz çalıştay gündelik işleyişlerinde bir araya gelmeyen pek çok farklı kesimden STK’yı bir araya getirdi ve birbirlerini daha yakından tanımlarını sağladı. Toplantıya aynı zamanda Deprem Araştırma Komisyonu üyesi 2 milletvekili, TBMM yasama uzmanların çoğunlukta olduğu Yasama Derneği’nden bilgiler sunan bir uzman ve İzmir ve İstanbul Belediyeleri’nden yetkililer katıldı. Yerel ve merkezi yönetimden siyasetçiler ve bürokratların, STK temsilcileriyle çevrimiçi dahi olsa bir araya gelmesi çok kıymetli. İlişkilerin ve karşılıklı anlayışın oluşmasının kapısını aralıyor.

Sivil toplum haberciliği yapan bir kurum olarak son dönemde sivil toplum gündeminde en fazla yer alan ve tartışılan konuların neler olduğunu paylaşabilir misiniz?

Pandemi tüm dünyada, sektörlerde olduğu gibi sivil toplumun gündeminde de yerini koruyor. Sivil toplum bir yandan pandeminin oluşturduğu eşitsizlikleri görünür kılma, çözüm önerileri oluşturma çalışmaları yürürtürken, bir yandan da varlık mücadelesi veriyor. İklim kriziyle birlikte artan ekolojik sorunlar, Türkiye’in İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle birlikte kadına şiddetin artması, mülteci krizi gibi konular da gündemdeki yerini koruyor. Son günlerde bunlara fon tartışmaları da eklendi. Yangın süreciyle birlikte sivil toplum için önemli olan şeffaflık, bağışların nasıl kullanıldığı, koordinasyon gibi konular da sivil toplumun gündemindeki diğer konular.

Sivil Sayfalar farklı paydaşları bir araya getiren ve diyalog ortamlarını artıran çeşitli projeler de yürütüyor. Bu bağlamda gelecek dönemde yapmayı planladığınız projelerden ve çalışmalardan bahseder misiniz?

Sivil Sayfalar önümüzdeki süreçte sivil toplumun etkisini, görünürlüğünü arttırma ana misyonunun yanı sıra; sivil alanın genişlemesi ve sivil topluma elverişli sistem reform çalışmalarına yoğunlaşacak. Sivil toplumun ortaya koyduğu birikimi, yürütülen çalışmaları ve çözüm önerilerini karar mekanizmalarına ulaştırma noktasında önemli bir alan sunan sivil toplum haberciliğine de devam edilecek.

 

Her Yaşta Fonu Kapsamında Desteklenecek STK’lar Belirlendi

By | Her Yaşta Fonu

Yaşlılık alanında çalışmalar yapan ya da toplumsal cinsiyet, sağlık, engellilik, eğitim gibi alanlarda biriktirmiş olduğu tecrübeyi çalıştığı hedef kitle nezdinde yaşlılarla genişletmeyi hedefleyen sivil toplum kuruluşlarını (STK) desteklemek amacıyla, AgeSA Hayat ve Emeklilik işbirliği ve mali desteğiyle hayata geçirdiğimiz Her Yaşta Fonu kapsamında desteklenecek STK’lar belirlendi. Fon kapsamında 4 STK’nın 5 farklı projesine toplam 360.970 TL hibe desteği sağlayacağız.

Desteklenen STK’lar ve projeleri ile ilgili ayrıntılı bilgileri aşağıda görebilirsiniz:

Birey ve Toplum Ruh Sağlığında İZ Derneği (Bir İZ): Toplumsal barışa hizmet edecek önleyici ruh sağlığı hizmetlerinin toplumun her kesimi tarafından erişilebilir olması için çalışmalar yapan Bir İZ Derneği, başta kadınlar, mülteciler, çoçuklar ve yaşlılar olmak üzere bireyi güçlendirmeyi merkeze alan projeler gerçekleştirerek ruh sağlığı hizmetlerinin tüm toplum için erişilebilir olmasına katkı sağlıyor. Fon kapsamında 49.170 TL hibe desteği sağladığımız Bir İZ Derneği, bu destekle 65 yaş üstü toplam 60 kişinin öz yaşam hikayelerini anlatı yolu ile kayda geçirerek, psikososyal iyilik hallerini güçlendirmek amacıyla İZ Bırakıyoruz projesini hayata geçirecek. Tıp, psikolojik danışmanlık ve rehberlik bölümlerinden 30 öğrenci tarafından gerçekleştirilecek bu görüşmeler öğrencilerin görüşme becerilerinin gelişmesine de katkı sağlayacak. Proje kapsamında 6 otobiyografik görüşme, 3 grup çalışması ve 30 öğrencinin gerçekleştirdiği görüşmelerin değerlendirildiği 6 adet süpervizyon toplantısı düzenlenecek. Bir İZ Derneği, proje için oluşturulacak internet sitesi ve hazırlanacak rapor ile hazırlanan hikayelerinin ve proje bulgularının daha geniş bir kitleyle paylaşılmasını sağlayacak.

Hayat Boyu Hayat Dolu Derneği: Yaşlanmakta olan kişilerin günlük yaşam kalitelerini artıracak bilişsel ve psikososyal yöntemleri hayata geçirmek, aktif yaşlanma sürecine destek olmak ve bu sürece katkı sağlamak amacıyla çalışmalarını yürütüyor. Dernek, Fon kapsamında sağladığımız 25.800 TL hibe desteği ile Demans Simülatörü: Demansı Anlamanın İnteraktif Yolu projesini hayata geçirecek. Proje kapsamında derneğin çalışmaları arasında yer alan Demans Simülatörü uygulaması ile ilgili bir eğitim modülü hazırlanacak ve bir ölçme değerlendirme sistemi oluşturulacak. Bu alanda nitelikli uzmanların yetiştirilmesinde teorik eğitimlerin simülasyon gibi aktif öğrenmeye yönelik uygulamalı eğitimler ile desteklenmesi için İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji bölümü 3. ve 4. sınıf lisans öğrencilerinden oluşan toplam 100 öğrenci ile gerçekleştirilecek olan simulasyon çalışması ile demanstan en çok etkilenen yaşlı bireylerin gereksinimleri ve ihtiyaçlarını karşılanacak, yaşam kalitelerini artıracak etkin çözümlerin ve uygulamaların hayata geçirilmesine katkı sağlanacak.

Türkiye Alzheimer Derneği: Kişilerin, Alzheimer hastalığı ve bakımı konusunda bilinçlendirilmesi, eğitilmesi ve bu hastalıktan mustarip kişi ve ailelerin yaşam kalitesinin artırılması amacıyla çalışmalar yürütüyor. Fon kapsamında sağladığımız 120.000 TL hibe desteğiyle Alzheimer Hastalarına Bakımveren Kadınların Sertifikalı Eğitimi projesini hayata geçirecek olan dernek, proje ile bakım veren kadınların akrabalarına bakarken edindikleri becerilerin tasdiklenmesi ve belgelendirilmesi ve demans mağduru ailelerin sorunlarını ele almak üzere kampanya ve bilinçlendirme yoluyla toplumda yaygın olan sosyal damgalamayla mücadele etmek için çalışmalar yapacak.

Yaşlanma Çalışmaları Derneği (Senex): Odağına yaşlılık çalışmalarını alan SENEX, insan haklarına özenli, toplumsal cinsiyeti ana akımlaştıran bir yaklaşımla; öğrenme programları, savunuculuk ve akademik çalışmalar, bilimsel araştırmalar, sanat faaliyetleri ve izleme çalışmaları programları geliştiriyor. Fon kapsamında SENEX’in SOLIS-e: Yaş Dostu Mekanları ve Hak Temelli Hizmetleri Planlamak projesine 86.000 TL, Senex İzleme: Yaşlılara Yönelik Şiddet ve İhlallerin İzlenmesi projesine ise 80.000 TL olmak üzere toplam 166.000 TL hibe desteği sağlanacak.

Bir devam projesi olan SOLIS-e: Yaş Dostu Mekanları ve Hak Temelli Hizmetleri Planlamak kapsamında, hak temelli yaş dostu çevrelerin ve hizmetlerin nasıl oluşturulabileceği konusunda bilgilendirici ve yaratıcı eğitimleri içeren bir öğrenme programının sunulması için açık kaynak bir internet sitesi kurulacak. İnternet sitesi üzerinden veri okuryazarlığı, toplumsal cinsiyet, yaş ayrımcılığı, yaş dostu çevre ve hizmetler yaratmak, kapsayıcılık ve katılım başlıklarında 5 ana modülden oluşan SOLIS-e öğrenme programı; yaşlılara hizmet sunan, yaş dostu çevre geliştirilmesi konusunda çalışan, yerel yönetimler, özel sektör, sivil toplum örgütleri ve inisiyatifleri ile araştırmacılar gibi konuyla ilgili kişilere iki dönemde sunulacak.

Ocak 2021’den başlayan Senex İzleme: Yaşlılara Yönelik Şiddet ve İhlallerin İzlenmesi projesi ile dernek, yaşlılara yönelik şiddet, istismar, ihmal, ihlal ve ayrımcılıkla ilgili izleme ve raporlama çalışmaları yapacak Proje kapsamında “yaşlı” anahtar kelimesi ile medyada yer alan haberler günlük olarak taranarak, yaşlılara yönelik ihmal, şiddet, istismar, hak ihlali ve ayrımcılık vakaları düzenli olarak arşivlenecek. Türkçe ve İngilizce olmak üzere toplam 24 adet aylık izleme raporu, 6 aylık ve 12 aylık olmak üzere toplamda 2 tane genişletilmiş izleme raporu yayınlayacak. Konuyla ilgili farkındalık yaratmak amacıyla yerel yönetimlere ve ilgili kurumlara yönelik 2 adet atölye çalışması gerçekleştirecek.

 

Eğitimde Yenilikçi Yaklaşımlar Fonu Başlangıç Raporu Yayınlandı

By | Uncategorized

İlk ve orta öğrenimdeki eğitim kalitesinin geliştirilmesi amacıyla eğitim, çocuk, gençlik ve diğer ilgili alanlarda çalışan sivil toplum kuruluşlarının eğitimde yenilikçi çözüm uygulamaları ve projelerinin desteklenmesi amacıyla Latro Kimya işbirliği ve mali desteğiyle ilk kez hayata geçirdiğimiz Eğitimde Yenilikçi Yaklaşımlar Fonu kapsamında desteklediğimiz STK’lar ve yapacakları çalışmalara dair bilgilerin yer aldığı raporumuz yayınlandı. Fon kapsamında Başka Bir Okul Mümkün Derneği (BBOM) ve Sosyal Güçlendirme için Spor ve Beden Hareketi Derneği (BoMoVu)’ ne toplam 130.900 TL hibe desteği sağlıyoruz. 

Eğitimde Yenilikçi Yaklaşımlar Fonu’nun yapısı, desteklediğimiz STK’lar ve yapacakları çalışmalara dair bilgilerin yer aldığı raporumuza buradan ulaşabilirsiniz.

Temel İhtiyaç Derneği ile Sıfır İsraf Sıfır Yoksulluk Projesini Konuştuk

By | Cemre Fonu

Temel İhtiyaç Derneği (TİDER) desteklediği gıda bankaları ağı ile Türkiye’de hem gıda israfının önlenmesine yönelik çalışmalar yapıyor hem de dezavantajlı kesimlerin bu bankalardan yararlanmasına destek olarak farklı bir dayanışma modelinin yaygınlaşmasına katkı sağlıyor. Cemre Fonu kapsamında hibe verdiğimiz TİDER, bu destekle gıda bankacılığı ağının tedarik zincirini güçlendirmek amacıyla Sıfır İsraf Sıfır Yoksulluk projesini hayata geçiriyor. TİDER proje kapsamında gıda bankaları ağında yer alan İstanbul Küçükçekmece Belediyesi Gıda Bankası, Bursa Mustafa Kemal Paşa Belediyesi Gıda Bankası, İzmit Belediyesi Gıda Bankası, İzmir Karşıyaka Belediyesi iktisadi İşletmesi Gıda Bankası (Kent Market), Samsun Atakum Belediyesi Gıda Bankası, Adana Seyhan Gıda Bankası, Malatya Belediyesi Gıda Bankası ve Elazığ Belediyesi Gıda Bankası’ndan hizmet alan toplam kişi saysını (67.200) %20 oranında, bu gıda bankalarında sunulan ürün çeşitliliğini ise %100 oranında (9 temel ürünü 18’e çıkartmak için) arttıracak.

TİDER Genel Müdürü Nil Tibukoğlu ile yaptığımız röportajda gıda bankacılığını ve bu modelin yoksullukla mücadeledeki rolünü, COVID-19’un birlikte çalıştıkları hedef kitleler üzerindeki etkilerini ve Sıfır İsraf Sıfır Yoksulluk projesi kapsamında yapacakları çalışmaları konuştuk.

TİDER gıda bankacılığı konusunda Türkiye’de öncü bir rol oynuyor ve bir çatı kuruluş olarak da faaliyet gösteriyor. Bize gıda bankacılığı modelinden ve bu modelin yoksulluk ve israfla mücadeledeki rolünden bahseder misiniz?

2010 yılında gıda sektöründe çalışan ve gıda bankacılığının israf ve yoksullukla mücadelede önemli bir araç olduğuna inanan 9 kurucu üyemiz ile birlikte Gıda Bankacılığı Derneği adı altında faaliyetlerimize başladık. Gıda bankacılığı hakkındaki bilgi ve deneyimlerimizi yeni kurulan gıda bankalarına aktardık. Gıda bankalarını ve bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarını bağışlar ile destekledik.

2014 yılında insanların kendi yetkinlik ve yeteneklerine uygun işlerde çalışabilmesinin de en temel ihtiyaçlardan biri olduğundan hareketle çalışmalarımıza istihdam ve kalkınma projelerini de katarak Temel İhtiyaç Derneği adını aldık. Bununla birlikte küresel gıda bankacılığı ağı olan ve 44 ülkede faaliyet gösteren The Global Food Banking Network (GFN)’ün sertifikalı ve Türkiye’deki tek üyesi olarak dünyadaki gıda bankacılığı çalışmalarını ve deneyimlerini de ağımızdaki gıda bankalarına aktarıyoruz.

Gıda Bankası, ihtiyaç fazlası, satılabilir olmayan ve diğer herhangi bir şekilde bağışlanmış ve/veya satın alınmış gıda, hijyen, temizlik ürünleri, kıyafet ve yakacak ürünlerini toplayan ve bu ürünleri düşük gelirli kişilere, ailelere ve/veya ürünleri ihtiyaç sahiplerine sağlayacak sivil toplum temelli yardım kuruluşlarına dağıtan kâr amacı gütmeyen bir yardım kuruluşudur. 

Gıda bankacılığı bir toplumdaki ya da ülkedeki israfa çözümde bir numaralı sırayı almakla birlikte yoksulluğun çözümü değil ancak büyük bir desteğidir. Toplumun üç farklı kesiminden kamu sektörü (devlet – tüm düzeylerde), özel sektör (iş çevreleri – gıda endüstrisi ve medya dahil) ve gönüllü sektör (STK topluluğu) önemli temsilcilerin, yalnızca dezavantajlı kişilerin gereksinimlerinin karşılanmasına yönelik ciddi bir işbirliğini temsil etmektedir. 

Gıda bankacılığı modelinin tüm Türkiye’de gelişmesi amacıyla gıda bankası kurmak isteyen sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerle işbirlikleri kurarak bu kurumlara çeşitli destekler sağlıyorsunuz. Bu çerçevede oluşturduğunuz gıda bankaları ağından ve desteklerinizin kapsamından bahseder misiniz?

AB Sivil Toplum Sektörü II. Dönem Hibe Programı tarafından desteklenen “Türkiye’de Gıda Bankacılığının Kapasitesinin Geliştirilmesi” başlıklı projemiz sonucunda 12 yeni gıda bankasının açılmasına öncülük ettik. Gıda bankacılığının Türkiye’de yaygınlaşması ve doğru şekilde yapılması ile ilgili çalışmalarımıza kararlılıkla devam ediyoruz. Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’nin 7 bölgesinde 32 ilde desteklediğimiz 57 gıda bankası aracılığıyla yoksulluk sınırı altında yaşayan insanların temel ihtiyaçlarına ulaşmalarını sağlıyoruz. Direkt israftan kurtardığımız, ayni bağış olarak aldığımız veya gelen fon ya da nakdi bağışlar ile bağış olarak almakta zorlandığımız için satın alımını yaptığımız temel ihtiyaç maddesi ürünlerini ağımızdaki gıda bankaları ile paylaşıyoruz. Sadece ürün desteği vermiyor aynı zamanda danışmanlık rolünü de üstleniyoruz. Yeni açılacak bir gıda bankası ise uygun mekanın tespitinden, gıda bankasının iç düzenlemesine, ihtiyaç sahibi tespit yönteminden, tüm stok ve lojistik yönetimine, doğru prosedür ve süreçlerin oluşturulmasına kadar danışmanlık desteği veriyoruz. Kurulu bir gıda bankası ise, süreçlerini geliştirmek ve daha işlevsel bir hale getirmek üzere destek sağlıyor ve bağış aldığımız ürünleri tüm gıda bankaları ile destek bulutu sistemimiz üzerinden paylaşıyoruz. 2020 verilerimize göre gıda bankacılığı sistemi ile bugüne kadar 4402 ton ürünü 626.280 ihtiyaç sahibi kişiye ulaştırdık.

COVID-19 salgını ve alınan tedbirler ile beraber dünya genelinde yoksulluk oranlarının arttığını görüyoruz. Bu bağlamda düşündüğünüzde, salgın Türkiye’yi nasıl etkiledi? Birlikte çalıştığınız hedef kitlenin sayısı ve ihtiyaçlarında bir değişim yaşandı mı?

Ağımızdaki gıda bankalarından aldığımız verilere göre başvuru yapan ihtiyaç sahibi sayısı neredeyse %100 arttı. Değerlendirme ve incelemeler sonrasında yararlanıcı sayısına dönüşenleri baz alırsak yaklaşık %40 oranında bir artış olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bu sayının artmasında küçük işletmelerin kapanması, kayıt dışı işsizlikte yer alan kişilerin de gündelik işlerde çalışamaması gibi sebeplerin etkisi oldu. Pandemi döneminde temel ihtiyaç maddelerine erişimin ne kadar önemli olduğu tüm kesimlerde hissedildi.  Bu da israfla mücadelenin sürekli kılınmasının açlık, yoksulluk ve hatta afet dönemlerinde ne kadar güçlü bir çözüm yolu olduğunu hepimize gösterdi.

Cemre Fonu kapsamındaki hibe desteğimizle Sıfır İsraf Sıfır Yoksulluk projesini hayata geçiriyorsunuz. Projenin amacından ve bu kapsamda yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Bu projede öncelikli amacımız TİDER’in Gıda Bankacılığı Ağı’ndaki 8 gıda bankasının ürün çeşitliğini ve fayda sağladığı kişi sayısını artırmak. Projenin 1. yılında; hizmet alan 67.200 kişi sayısını %20 artırmayı ve gıda bankalarına yaptığımız ürün bağışlarının çeşitliliğini %100 artırmayı amaçlıyoruz. Projenin 2. yılında ise aynı 8 gıda bankasının ulaştığı kapasitede kalmasını sağlamayı ve hizmet alan kişi sayısını ve ürün çeşitliliğini kalıcı olarak artırmayı hedefliyoruz. Fonun sağladığı destek ile ekibimize katılan tedarik zinciri uzmanının çalışmalarıyla bağışçı ilişkilerimizi güçlendirmek ve yeni bağışçılar kazanmak için çalışmalarımızı da sürdürüyoruz. Bu kapsama ek olarak, Sivil Toplum için Destek Vakfı’nın verdiği kurumsal gelişim ve mentorluk desteği ile mevcut gönüllülerle çalışma kapasitemizi ve gönüllü sayımızı artırmayı hedefliyoruz.

Bu projenin Türkiye’de yoksullukla mücadele alanında yapılan çalışmalara ve derneğinize nasıl bir katkısı olmasını bekliyorsunuz? Cemre Fonu’nu destekleyen bağışçılarımızla bu bağlamda paylaşmak istediğiniz bir mesaj var mı?

Projedeki gıda bankalarını özellikle Türkiye’nin 7 farklı bölgesinden ve yeni kurulmuş gıda bankaları arasından seçmeye özen gösterdik. Söz konusu gıda bankaları yeni kurulmuş olmaları sebebiyle yoğun başvuru alıyor. Yine yeni oldukları için ürün miktarı ve çeşitliliğinde sıkıntı yaşıyorlar. Bu sıkıntı gelen başvurulara olumlu dönmelerine engel oluyor. Fon sayesinde verilecek destek ile bölgelerindeki yoksullukla mücadele çalışmalarına hız kazandırmış olacağız. Diğer yandan, bu destek sadece israftan kurtarılmış ürünlerle sağlanacağı için gıda bankacılığını anlatırken en fazla altını çizdiğimiz konulardan biri olan israfla mücadelenin yoksulluğun çözümüne ne kadar önemli bir destek olduğunun da örneğini sergilemiş olacağız. Projenin başarıyla tamamlanmasının, gıda bankacılığı sisteminin özel sektör tarafından daha fazla dikkate alınıp, desteklenmesine vesile olacağını umuyoruz.

Gıda bankacılığı sisteminin başarılı olabilmesi için kamu, özel sektör ve sivil topum kuruluşlarının işbirliği büyük önem taşıyor. Gıda bankacılığı sistemine, israf ve yoksullukla mücadelemize ve Temel İhtiyaç Derneği’ne inandığı ve desteklediği için tüm Cemre Fonu paydaşlarına çok teşekkür ederiz.

 

Orman Yangınları Acil Destek Fonu Başvuruları Açıldı

By | Orman Yangınları Acil Destek Fonu

28 Temmuz 2021 tarihinde başlayan ve Türkiye’nin farklı illerinde sayısı 100’den fazla olan yangınlar sonrasında sahada faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarını (STK) ve çalışmalarını desteklemek amacıyla Turkey Mozaik Foundation, Actecon ve 212 işbirliğiyle bireysel ve kurumsal bağışçıların finansal desteği ile hayata geçirdiğimiz Orman Yangınları Acil Destek Fonu başvuruları açıldı.

Fon kapsamında, aşağıda ayrıntıları verilen 4 ana başlık altındaki çalışmalar desteklenecektir:

1. Yangın bölgelerindeki çalışmalar için teknik ekipman desteği sağlanması: STK’ların yangın bölgelerindeki çalışan ve gönüllülerinin ihtiyaç duyduğu teknik ekipmanların (yanmaz kıyafetler, botlar, jeneratör, vb.) sağlanması amacıyla verilen destekleri içerir. Bu destek altında temin edilecek malzemelerin birden fazla kez kullanılabilir ve ilgili STK’nın envanterine kaydedilerek bundan sonraki yangın ve/veya afetlerde de kullanılabilir nitelikte olması gerekir.

2. Yangından etkilenenlerin geçim kaynaklarına erişiminin sağlanması ve psikososyal çalışmalarla iyi olma hallerinin desteklenmesine yönelik çalışmalar: Farklı bölgelerde devam eden yangınların söndürülmesinin ardından yapılan/yapılacak ihtiyaç analizi çalışmaları doğrultusunda geçim kaynaklarını kısmen veya tamamen kaybetmiş olan kişilerin (köylerdeki tarım ve hayvancılık faaliyetleri, turizm faaliyetleri vb. gibi) yeniden geçimlerini sağlayabilir hale gelmeleri için verilecek destekleri içerir. Bununla birlikte, yangın bölgelerinde yaşayan veya yangının söndürülmesi için yapılan çalışmalara katılan kişilerin iyi olma hallerinin desteklenmesi için verilecek psikososyal destekler de bu başlık altında değerlendirilecektir.

3. Yangından etkilenen canlıların ve biyo çeşitliliğin korunması için destekler: Başta hayvanlar olmak üzere yangınların yaşandığı bölgelerde zarar gören tüm canlı yaşamın ve ayrıca ekosistemin korunması, onarılması ve biyo çeşitliliğin devamının bilimsel yöntemlere uygun şekilde sağlanması için yapılan çalışmalara verilen destekleri içerir.

4. Doğal afetler ve müdahale yöntemlerine ilişkin farkındalık artırma ve bilinçlendirme çalışmaları için destekler: İklim krizi veya insan kaynaklı olarak bundan sonraki süreçte yaşanabilecek yangınlar ve doğal afetler gibi konularda ve bu tür afetlere müdahale yöntemleri hakkında doğru bilgi ve yöntemlerin bilinirliğinin bölge insanı, genel kamuoyu ve yetkililer nezdinde artırılması amacıyla yapılacak çalışmalara verilen destekleri içerir.

Orman Yangınları Acil Destek Fonu kapsamında dağıtılacak toplam hibe miktarı en az 400.000 TL’dir. STK’lar tarafından sahada tespit edilen acil ihtiyaçların karşılanmasının yanı sıra orta/uzun dönemli faaliyetlerin hayata geçirilmesi için de destek verilecektir.

Fona başvuracak STK’ların ve yapılacak başvuruların aşağıdaki kriterleri sağlaması beklenir:

  • Tüzel kişiliğe sahip, kar amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olmak (dernek, vakıf, kooperatif. vb.)
  • Yangınlar sonucunda ortaya çıkan ihtiyaçların giderilmesi için ilgili afet sahasında çalışıyor olmak ya da çalışmak için aktif bir girişim başlatmış olmak.
  • Başvurunun en fazla 200.000 TL içeren bir bütçe ile yapılmış olması.

Orman Yangınları Acil Destek Fonu’na yapılacak olan başvurular için iki farklı son başvuru tarihi bulunmaktadır:

  • Yangın bölgelerindeki çalışmalar için teknik ekipman desteği sağlanması ile ilgili yapılacak acil destekler için son başvuru tarihi 9 Ağustos 2021 saat 17:00’dir.
  • Yangından etkilenenlerin geçim kaynaklarına erişiminin sağlanması ve psikososyal çalışmalarla iyi olma hallerinin desteklenmesi, yangından etkilenen canlıların ve biyo çeşitliliğin korunması, doğal afetler ve müdahale yöntemlerine ilişkin farkındalık artırma ve bilinçlendirme çalışmaları gibi orta ve uzun dönemli çalışmalar için son başvuru tarihi 19 Ağustos 2021 saat 10:00’dur.

Fon hakkında detaylı bilgiye (hibe süreci ve başvuru koşulları) ve başvuru formuna buradan ulaşabilirsiniz.

 

Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği Çoçuğa Yönelik Ayrımcılığa Karşı Stratejik Yaklaşım Projesini Tamamladı

By | Çocuk Fonu

Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği (FİSA) bir yandan maddi yetersizlikler nedeniyle öğrenimini tamamlayamamış, şehir ya da öğrenim kurumu değiştirmiş veya kayıt yaptırmaktan imtina etmiş öğrencilere burs kaynağı sağlarken, öte yandan  çocuk haklarının korunması ve hayata geçirilmesi amacıyla, çocuk ihmali ve istismarı, çocuk işçiliği, ayrımcılık, çocuk katılımı, çocuk ve göç, engellilik ve eğitim alanlarında proje ve programlar yürütüyor. Çocuk Fonu’nun 2019-2020 döneminde Turkey Mozaik Foundation finansmanıyla ile hibe desteği sağladığımız FİSA, hibe kapsamında yürüttüğü Çocuğa Yönelik Ayrımcılığa Karşı Stratejik Yaklaşım projesini tamamladı. Çoçuğa yönelik ayrımcılığa karşı ortak bir strateji oluşturmak amacıyla farklı paydaşları bir araya getiren dernek, proje kapsamında psikoloji, eğitim, sosyal hizmet alanında 6 meslek uzmanı, 5 avukat, 5 gazeteci, 10 sivil toplum uzmanı, 11 ebeveyn ile toplamda 37 kişi ile görüşme yaptı. FİSA, bu görüşmeler sonucunda elde ettiği bulguları  Türkiye’de Çoçuğa Yönelik Ayrımcılık – Güncel Bir Değerlendirme Raporu’unda yayınladı. 

FİSA Proje Koordinatörü Ezgi Koman ile yaptığımız röportajda proje kapsamında yürüttükleri çalışmaları, Türkiye’de çoçukların maruz kaldıkları ayrımcılık türlerini ve Türkiye’de Çoçuğa Yönelik Ayrımcılık – Güncel Bir Değerlendirme Raporu’nun öne çıkan bulgularını konuştuk. 

Alandaki deneyimlerinizden yola çıkarak Türkiye’de çoçukların ne tür ayrımcılıklara maruz kaldığını paylaşır mısınız? Çoçuğa yönelik ayrımcılıkla mücadelede nasıl bir yaklaşım ve yöntemlere ihtiyaç duyuluyor?

Aslında çocukların maruz kaldığı ayrımcılık, yetişkinlerin maruz kaldığı ayrımcılıktan çok farklı değil. Ancak genel ayrımcılık türlerinden, biçimlerinden farklı olarak çocukların yaşadıkları ayrımcılığın özel örüntüleri bulunuyor. Bu örüntüler; toplumda yerleşik olan çocuk algısı, çocukların ayrımcılığa karşı savunmasızlığı ve yüksek kırılganlıkları, çocuklara karşı ayrımcılığın bir dizi zincirleme sonuç üretiyor olması ve çocuklara karşı ayrımcılığın çeşitli olması ve bunların derinliği. Bu örüntüler temelinde baktığımızda son yıllarda çocuklar; sadece çocuk oldukları için maruz kaldıkları yaş ayrımcılığı, göçmen/mülteci olma temelli ayrımcılık, sınıf ve ekonomik temelli ayrımcılık her ne kadar kadın ve LGBTİ+ hareketinin etkisiyle bir parça iyileşmeden söz etsek de hala devam eden toplumsal cinsiyet ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık, çocukların sahip olduğu hareketli, şişman gibi kavramlarla tanımlanan bireysel özellikleri, engelli olma durumu temelli ayrımcılık gibi ayrımcılık türleri çocukların maruz kaldığı ayrımcı pratikler arasında yer alıyor. 

Çocuğa yönelik ayrımcılık karmaşık bir konu. Çok fazla veçhesi olan, farklı derinliğe sahip, her tarihsel dönemde değişebilen, artan ya da azalan ya da biçim değiştirebilen bir ihlal türü. Aynı zamanda ayrımcılık izlemesi ve raporlanması oldukça zor bir alan olan. Bu yüzden ayrımcılıkla mücadelede öncelikle ayrımcılığı görünür kılmak çok önemli oluyor. Çocukların yaşadığı bir durumu “bu ayrımcılıktır” diye tarifleyebilmek; öncesinde önlemeyi ve yaşanmak zorunda kaldıysa telafiyi sağlayabilir. Görünür kılmanın yanı sıra ayrımcılık vakalarını söz konusu karmaşık veçhe ve derinliği ile bütüncül şekilde ele alarak, görünmez sebeplerini, görünmez etkilerini ortaya koymak gerekiyor. Ezberlerden kurtularak çocuğa yönelik ayrımcılığı kavramak gerekiyor. Sonrasında da stratejik bir bakış açısıyla hak temelli taktikler geliştirmek önemli.

Hibe desteğimizle gerçekleştirdiğiniz Çocuğa Yönelik Ayrımcılığa Karşı Stratejik Yaklaşım projesini salgın koşullarından dolayı proje faaliyetlerinde bazı değişiklikler de yaparak tamamladınız. Bu projenin amacından ve bu kapsamda yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Proje ile genel amacımız mücadelesi zor ve karmaşık bir konu olan çocuğa yönelik ayrımcılığa dair ilgili öznelerle bir araya gelerek güncel değerlendirmeler yapmak, stratejiler geliştirmek ve böylece devletlerin ayrımcılık yasağına ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmeye katkıda bulunmaktı.

Salgın süreci bizi de etkiledi. Öncelikle çalışmamızı yüz yüze atölyeler şeklinde yapmayı planlanmıştık. Ancak, salgın önlemleri bunu mümkün kılmadı. Atölyeleri ilgili öznelerle çevrimiçi görüşmelere dönüştürdük. Bu ilgili öznelerin arasında tabii ki çocuklar da vardı. Çocuklarla birlikte ayrımcılığı konuşmak ve stratejiler geliştirmek istiyorduk. Ancak ayrımcılık gibi bir konuyu çocuklarla çevrimiçi konuşmanın doğru olmadığını düşündük. Açıkçası salgın koşullarından kaynaklı olarak bu çalışmanın en büyük eksiği de bu oldu. Yaptığımız görüşmelerden bir rapor hazırladık. Bu raporda ne yazık ki çocukların görüşleri yer almıyor. Halbuki biz Çocuk Hakları Merkezi olarak, çocuk hakları konusunun uzmanlarının çocuklar olduğunu biliyoruz. 

Salgının çalışmamızın bütününü etkilediği bir diğer yer ise, hazırladığımız raporun özellikle hedeflediğimiz yerel yönetimler tarafından dikkate alınmasını sağlamak için yapmayı planladığımız çalışmalardı. Bunun için diyalog görüşmeleri planlamıştık. Ancak yine proje döneminin tam kapanma sürecine denk gelmesi yerel yönetimlerle sadece raporun uzaktan paylaşılabilmesine yol açtı. Ancak bu hedefimizden vazgeçmiş değiliz. Önümüzdeki dönemde proje kapsamında hazırladığımız raporumuzu paylaşarak ve bu raporu temel alarak çocuğa yönelik ayrımcılığa karşı yerel yönetimlerle çalışmalarımıza devam edeceğiz.

Raporumuza ilişkin bir bilgilendirme ve paylaşım toplantısı yaptık. Bu toplantının sivil toplum örgütlerinden, yasamadan, siyasi partilerden ve basından katılımcılar oldu. Onlarla birlikte raporu, bulgularını, yer alan önerileri değerlendirdik ve bu konuda birlikte düşünmeye devam etme kararı aldık. Bu toplantıda bize Prof. Dr. Nilgün Toker de katıldı. Onunla birlikte de ayrımcılığı çok daha iyi kavrayabilmek için “Çocuğun Eşitliği” kavramını tartıştık.

Proje kapsamında Türkiye’de Çoçuğa Yönelik Ayrımcılık – Güncel Bir Değerlendirme Raporu’nu yayınladınız. Bu raporun amacı, araştırma yöntemi ve öne çıkan bulgularını bizimle paylaşır mısınız?

Proje kapsamında hazırladığımız raporun amacı, Türkiye’de çocuğa yönelik ayrımcılığın güncel bir durumunu ilgili öznelerinin görüşleri, bilgileri, gözlemleri ve tanıklıkları temelinde ortaya koyarak çocuğa yönelik ayrımcılığın önlenmesinde yükümlülük sahibi devlet başta olmak üzere bu alanda çalışmak isteyen kişi ve kurumların çocuğa yönelik ayrımcılığa karşı strateji geliştirmelerine yardımcı olabilmek ve ilham vermektir.

Çalışmanın başlangıcı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaşanan COVID-19 küresel salgınına denk geldi. Bu nedenle salgın koşulları dikkate alınarak çalışma içerisinde gruplarla bir arada yapılacak görüşmeler, çevrimiçi bireysel görüşmelere dönüştürüldü. Daha önce de belirttiğim gibi çalışma kapsamında planlanan 13-18 yaş arası çocuklarla yapılacak atölyeler de yine salgın koşulları nedeniyle iptal edildi. 

Çocuklarla ayrımcılık gibi derinlemesine konuşulması gereken bir konuyu çevrimiçi yapmanın çocuk gelişimi ve çocuk hakları açısından doğru olmadığı düşüncesiyle ne yazık ki çalışmaya işin gerçek uzmanlarının görüşleri, sesleri katılamadı. BM Çocuk Hakları Komitesi’nin de belirttiği gibi çocuk haklarıyla ilgili uzman olan çocukların bu çalışmada yer alamaması çalışmanın en önemli sınırlılığını oluşturdu.

Mayıs 2020’de başlayan çevrimiçi görüşmeler Kasım 2020 tarihine kadar devam etti. Çalışma kapsamında psikoloji, eğitim, sosyal hizmet alanında 6 meslek uzmanı, 5 avukat, 5 gazeteci, 10 sivil toplum uzmanı, 11 ebeveyn ile toplamda 37 kişi ile görüşmeler yapıldı. Ayrıca iki görüşmeciden de yazılı olarak görüşleri alındı.

Görüşmelerde, görüşmecilerden son dönemde sık karşılaştıkları çocuğa yönelik ayrımcılık türlerini; bu ayrımcılık türlerinin nedenlerine ve çocuklar üzerindeki etkilerine ilişkin görüş, gözlem ve tanıklıklarını ve ayrımcılığın önlenmesi için önerilerini paylaşmaları istendi.

Raporun bulgularına gelince; görüşmecilere göre çocukların yaşlarından dolayı günlük hayatta pek çok konuda “bilgi eksikliklerinin olduğu ve bir konuya yeterince hakim olmadıkları” algısı yaş ayrımcılığının bir gerekçesi olarak sunuluyor. Bu algıyla birlikte gelişen, çocukların yetişkinin bakımına muhtaç, yetişkinlerin dünyasında yaşayan ve yaşamın öznesi olamayan varlıklar olduğu düşüncesinin yansıdığı her alan, her eylem çocuğa yönelik farklı ayrımcılık biçimlerini oluşturuyor.

Yaş ayrımcılığının görüldüğü önemli bir alanın medya olduğunu dile getirildi. Görüşmeciler medyada çocukların temsilinin yetişkinlerden farklı olduğunu, çocukların medyada ya hiç yer bulamadığını ya da çok az bulabildiğini dile getirdi. Bu yer alma şeklinin de genel olarak yaş ayrımcılığını besleyen bir çocukluk algısına sahip olduğu belirtildi.

Görüşmeciler çocukların sadece çocuk olmalarından kaynaklı maruz kaldıkları yaş ayrımcılığının yanı sıra sahip oldukları farklı fiziksel ve gelişimsel özellikleri, mizaçları temelinde de ayrımcılığa maruz kaldıklarını belirttiler. Çocuklar bu özellikleriyle etiketlenebilmekte ve bu etiketlenme çocukların gerçek ihtiyaçlarının ve potansiyellerinin görünmez olmasına yol açmakta. 

Görüşmecilerin tamamı çocukların sıklıkla maruz kaldığı ayrımcılık türü olarak toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıktan söz etti. Çocukların bu ayrımcılık türüne evde, okulda, sokakta yaşamın her alanında uğradığı vurgulandı. Bu alanda yaşanan ayrımcı pratiklerinden biri olarak çocukların evlendirilmesi gösterildi. Oğlan çocuklarının yaşadığı ayrımcılık olarak dile getirilen bir diğer başlık da kesişimsel ayrımcılık olarak çocuk işçiliği olarak vurgulandı. 

Sınıf ve ekonomik temelli ayrımcılık olarak çocukların ebeveynlerinin sınıfsal konumu ve buna bağlı olarak ekonomik durumlarının çocukların haklara eşit şekilde erişimlerinde farklılıklar yarattığı görüşmeler sırasında vurgulanan bir başka ayrımcılık türü oldu. Bu alana ilişkin bir örnek yargıdan verildi: Çocukların ebeveynlerinin sınıfsal konumlarının ve ekonomik durumlarının çocukların bu süreçte nasıl bir muameleyle karşılaşacağını, hakkında nasıl bir karar çıkacağını belirleyebildiği dile getirildi. Bu durumun çocukların hapishanelerde maruz kaldıkları muameleyi de etkilediği belirtildi.

Görüşmecilerin sıklıkla karşılaştıklarını belirttikleri bir diğer ayrımcılık alanı da mülteci ya da göçmen olma durumuna bağlı olarak yaşanan ayrımcılık oldu. Özellikle 2011 yılında yaşanan Suriye’deki savaş sonrası Suriye’den gelen mülteci çocukların yaşadıkları tüm görüşmecilerin gündeminde yer aldı. Çocukların maruz kaldığı etnik temelli ayrımcılığa ilişkin Lozan Antlaşmasında azınlık olarak tanımlanan grupların çocuklarının kendi kültürlerinde ve anadillerinde eğitim alma hakkı bulunurken bu tanımın dışında kalan çocukların bu haktan yararlanamadıkları belirtildi. Meslek uzmanı görüşmeci de etnik kökene dayalı ayrımcılıkta her dönem bir grubun öteki olarak görülebildiği, bunun da o gruba mensup çocuklar için ayrımcılık yarattığını vurguladı.

Görüşmeciler dinsel temelli ayrımcılık alanı olarak öncelikle zorunlu din dersleri ve muafiyet sistemini dile getirdiler. Bir diğer konuda da Alevi ailelerin çocuklarının yaşadıkları oldu. Bu kapsamdaki örneklerden biri Ramazan aylarında okulda yemek yiyemeden, din dersleri almak zorunda kalarak büyümeleri idi.

Engellilik temelli ayrımcılık da görüşmecilerin dile getirdiği bir diğer karşılaşılan ayrımcılık türüdür. Görüşmeciler genel olarak engel durumuna göre gerekli erişilebilirlik düzenlemelerinin yapılmadığını vurguladı. Kentte, okulda, çeşitli mekanlarda bununla çok sık karşılaşıldığı söylendi. Erişilebilirliğin tam anlaşılmadığı bir toplumda yaşıyor olduğumuz da ayrıca eklendi. Bu alanda kaynaştırma sisteminin etkileri dile getirildi.

Çalışma kapsamında çocuğa yönelik ayrımcılığın nedenleri üzerinde de duruldu. Görüşmeciler çocukların maruz kaldığı ayrımcılığın görünür olan ve olmayan nedenleri üzerinden gözlemlerini ve görüşlerini aktardılar.Devletin yapısı ve işleyişi, demokrasiye bağlılık, hiyerarşik toplum yapısı ve algısı, eğitim sistemi, çarpık çocukluk algısı, politik iklim, kültürel, toplumsal, dini değerler ve önyargılar ayrımcılığın temel nedenleri olarak dile getirildi.

Görüşmelerde çocukların maruz kaldığı ayrımcılığın etkileri de ele alındı. Verilen yanıtlarda ayrımcılığın çocuklar üzerinde genel olarak güvensizlik, içe kapanma, üzüntü, öfke, öz benliğin yıkımı, suçluluk hissetme gibi psikolojik temelli etkilerin yanı sıra adalet duygusunun zedelenmesi ya da yitimi, erken olgunlaşma ve büyüme, gelecek algısının değişmesi gibi etkilere yol açtığının düşünüldüğü görüldü. Ayrımcılığa maruz kalan çocuğun ayrımcılık yapması da bir diğer etki olarak belirtildi Dışlanma ve uzaklaşma, zorbalık, ayrımcılığı ortaya çıkaran değerlerin örüntülerinin devamlılığı da görüşmecilere göre çocuğa yönelik ayrımcılığın etkileri arasında yer aldı.

Görüşmeler sırasında çocukların maruz kaldığı ayrımcılığın ortadan kalkmasına yönelik çözümler üzerinde de duruldu ve görüşmeciler pek çok öneride ortaklaştı. Bu öneriler arasında: 

  • Çocukluk paradigmasının hak temelli dönüşümü ve katılım hakkının gözetilmesi/çocuğun fikrinin dinlenmesi
  • Sosyo-ekonomik, gelir dağılımı eşitliğinin sağlanması 
  • Demokratik yaşam kültürünün benimsenmesi
  • Çocukların hak ve özgürlüklerine ilişkin, ayrımcılığa, ırkçılığa karşı bilinçlendirilmesi
  • Ebeveyn/yetişkin eğitimleri düzenlenmesi
  • Eğitim sistemi ve müfredatta gerekli değişikliklerin yapılması
  • Adalet sisteminde gerekli değişikliklerin (onarıcı adalet/çocuk cezaevlerinin kapatılması vb.) yapılması
  • STK’ların çalışmalarının güçlendirilmesi 
  • Danışmanlık ve destek mekanizmalarının oluşturulması 
  • Kapsamlı, bütüncül ve insan haklarına dayalı kamu politikalarının geliştirilmesi
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması
  • Çocuk örgütlülüğü, akran danışmanlığı ve çocuk bakanlığının kurulması 
  •  Ayrımcılıkla toplumsal ve bireysel olarak yüzleşme ve bunun mekanizmalarının oluşturulması
  • İnsan haklarına ve çocuk haklarına dayalı, demokratik yaşam kültürünün benimsenmesi,
  • Çatışma iklimin barışa dönüşmesi ve
  • Cezasızlığın ortadan kalkması yer aldı.

Raporda ayrıca yaşanmış, güncel 4 ayrımcılık vakası ele alınarak stratejik olarak değerlendirildi. Bu vakalar basın yoluyla elde edildi ve ayrıntılı bilgi toplanan vakalar oldu. Vakalar arasında; akran zorbalığına maruz kalan ve intihar eden 9 yaşındaki Suriyeli Vail El Suud’un, canlı yayında dini değiştirilen Ermeni bir çocuğun, İstanbul’da internete erişim sağlayamadığı için Eğitim Bilişim Ağı’na giremeyen, babasının çözüm üretmeye çalıştığı sırada çatıdan düşerek yaşamını kaybeden Çınar Mert’in yaşadıkları ile Aksaray’da bir ilköğretim okulunda açılan “otistik sınıflar” yer aldı.

Çocuğa yönelik ayrımcılıkla mücadele etmek için konuyla ilgili çalışan sivil toplum kuruluşları ve kamu kurumları ile çeşitli çalışmalar gerçekleştirmeyi hedefliyorsunuz. Önümüzdeki dönemde bu bağlamda geliştirmeyi planladığınız işbirliklerinden ve yapacağınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Öncelikle dediğim gibi yerel yönetimlerle çalışmalar devam edecek. Çiğli Belediyesi ile bir hazırlık içerisindeyiz. Ayrıca ayrımcılığı izlemek için göstergeler oluşturmak önemli. Bu konuda çalışmak istiyoruz. Raporda yer alan güncel değerlendirmeler temelinde yaş ayrımcılığı yine temel konulardan biri olarak önümüzde duruyor. 

Bir başka çalışma kapsamında Türkiye’de Çocuk Hakları Durum Raporu oluşturuyoruz. Bu çalışma kapsamında farkına vardığımız ayrımcılık türleri üzerinden de izleme yapıyoruz.

Çocuk Fonu’ndan aldığınız hibe desteğinin derneğinize ve çalışmalarınıza ne tür katkıları oldu? Çocuk Fonu’nun destekleyen bağışçılarımızla paylaşmak istediğiniz bir mesaj var mı?

Çocuk Fonu’ndan aldığımız desteğin derneğimize en önemli katkısı; Çocuk Hakları Merkezi’mizin çalışmalarının daha sistematik ve etkili yürümesi için gerekli olan merkezin fiziksel mekanını oluşturma olanağına katkısı oldu. Bunun yanı sıra biliyoruz ki ve ne yazık ki dünyanın pek çok açıdan içinden geçtiği karanlık bir dönemdeyiz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük nüfus hareketlerinin yaşandığı, yoksulluğun, çatışmaların, ırkçılığın arttığı, otoriter ve muhafazakâr rejimlerin güçlendiği, eşitsizliklerin derinleştiği bu döneme COVID-19 küresel salgını da eklenince insanlık onuru, eşitlik, özgürlük gibi değerlere olan ihtiyaç çok daha görünür, çok daha hissedilir oldu.

Böylesi bir süreçten çocukların muaf olması elbette düşünülemez. Hatta bu tür süreçlerin ne yazık ki en çok etkileneni her zaman çocuklar olur. Bu yüzden kötümser bir öngörü de olsa, – bize doğru geliyor – çocuğa yönelik ayrımcılık ve yeni biçimleri önümüzdeki dönemin temel konularından biri olacak. Çocuk Fonu desteğiyle ürettiğimiz raporun; hem bizim çalışmalarımıza hem de çocuk hakları hareketinin çalışmalarına ilham vereceğini düşünüyoruz. Fonun en önemli katkısının bu olduğunu söylemek yersiz olmaz.

Bu anlamda Çocuk Fonu’nun tüm destekçilerine teşekkür etmek ve desteklerinin çocuklar için daha iyi, daha özgür ve daha eşit bir dünya çabasına dair olduğunu vurgulamak isteriz.