Monthly Archives

Ocak 2022

Yarınlara Uçuyoruz Projesi Başvuruları Açıldı

By | Yarınlara Uçuyoruz Projesi

18-29 yaş arası gençlerin toplumsal, ekonomik ve sosyal hayata katılımı alanında faaliyet yürüten sivil toplum kuruluşlarının (STK) çalışmalarını desteklemek amacıyla amacıyla Pegasus Hava Yolları’nın Sivil Toplum için Destek Vakfı’nın yürütücülüğünde hayata geçirdiği Yarınlara Uçuyoruz Projesi hibe programının başvuruları açıldı.

Yarınlara Uçuyoruz Projesi’nde, COVID-19 salgını ve bunun sonucunda derinleşen ekonomik ve sosyal sorunların gençler üzerindeki olumsuz etkilerini göz önünde bulundurarak, gençleri doğrudan ilgilendiren 3 farklı tematik alanda gençlerin güçlenmesini hedefleyen projeler desteklenecek. Bu alanlar:

  • Çevreyi Koruma ve İklim Değişikliğine Karşı Mücadele: Küresel iklim değişikliği ve çevre sorunlarının olumsuz sonuçlarından genç kuşakların büyük ölçüde etkilenmesi bekleniyor. Bu kapsamda gençlerin bilgilendirilmesi, yaşam becerilerinin geliştirilmesi ve bu alandaki sorunlara yönelik çözüm geliştirme kapasitelerinin güçlendirileceği projeler desteklenecek.
  • Gençlerin İyi Olma Hali: İyi olma hali maddi durum, eğitim, sağlık, ilişkiler, çevre koşulları ve katılım gibi çeşitli alanlarda “iyi” olmayı hedefleyen ve kişilerin refahı ve gelişimini bütünsel olarak ele alan ve belirlenen göstergeler yardımıyla kişilerin yapabilirliklerini arttırmayı hedefleyen bir yaklaşımdır. Gençlerin iyi olma hali perspektifiyle gençlerin yaşamdan memnuniyet, eğitim, çalışma, sağlık, barınma gibi sosyal hak alanlarında öznel iyi olma haline dair proje fikirleri bu başlık altında desteklenecek.
  • Dijital Okuryazarlık ve Dijital Güvenlik: Bu başlık altında gençlerin dijital yetkinliklerinin artırılmasına, dijital dünyada güvenli olma konusunda bilgilerinin geliştirilmesine ve dijital şiddet ile mücadele projelerine destek verilecek.

Yukarıdaki içeriği tamamlayacak biçimde tüm başvurularda:

  • Projenin öncelik alanlarından en az bir tanesi ile doğrudan bağlantılı olması,
  • Gençlere yönelik somut bir fayda odağında kurgulanmış olması,
  • Gençleri ya da gençlerle çalışan uzmanları belli bir konuda güçlendirici faaliyetlerin yer alması,
  • Proje faaliyetlerinde hedeflenen kişi/grupların da dâhil olabilecekleri bir kurgunun yaratılması,
  • Salgın koşulları göz önüne alınarak yüz yüze ve çevrimiçi faaliyet alternatiflerinin düşünülmesi ya da faaliyetlerin dağılımında bu dengenin gözetilmesi,
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğinin güçlendirilmesi için somut bir yaklaşım gözetilmesi gerekir.

Projeye başvuracak STK’ların ve yapılacak başvuruların aşağıdaki kriterleri sağlaması beklenir:

  • Tüzel kişiliğe sahip, kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olması (dernek, vakıf, kooperatif. vb.)
  • Başvuru sahibi ekibin gençlere yönelik çalışmalarda alanlarında deneyim, kurumsal kapasite ve vizyona sahip olması
  • 2021 yılı gelirleri 30.000 TL ile 2.000.000 TL arasında olması

Yarınlara Uçuyoruz Projesi kapsamında STK’lara dağıtılacak hibenin toplam tutarı en az 240.000 TL’dir. Başvuru yapan STK’lar hibe programından en fazla 80.000 TL talep edebilirler.

Projeye başvurmak isteyen kuruluşların başvuru formunu eksiksiz şekilde doldurarak 28 Şubat 2022 Pazartesi günü saat 15:00’e kadar göndermeleri gerekir.

Yarınlara Uçuyoruz Projesi hakkında detaylı bilgilere (başvuru koşulları, değerlendirme kriterleri ve proje takvimi) ve başvuru formuna buradan ulaşabilirsiniz.

Kurumsal Destek Fonu 2021 Dönemi Fon Başlangıç Raporu Yayımlandı

By | Kurumsal Destek Fonu

Sivil toplum kuruluşlarının (STK) kurumsal kapasitelerinin güçlenmesini desteklemek amacıyla Turkey Mozaik Foundation ve Dalyan Foundation işbirliği, bireysel ve kurumsal bağışçıların desteğiyle hayata geçirdiğimiz Kurumsal Destek Fonu’nun 2021 dönemi fon başlangıç raporu yayımlandı. Fon kapsamında; Açık Alan Derneği (Derin Yoksulluk Ağı), Başka Bir Okul Mümkün Derneği, Çorbada Tuzun Olsun Derneği, Sivil Toplum ve Medya Çalışmaları Derneği ve Yeşil Düşünce Derneği’ne toplam 439.720 TL hibe desteği sağlıyoruz.

Kurumsal Destek Fonu 2021 döneminin yapısı, desteklediğimiz STK’lar ve yapacakları çalışmalara dair bilgilerin yer aldığı raporumuza buradan ulaşabilirsiniz.

 

Temiz Giysi Kampanyası Derneği ile Kurumsal Destek Fonu Kapsamında Yaptıkları Çalışmaları Konuştuk

By | Kurumsal Destek Fonu

Tekstil işçilerinin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesini amacıyla çalışmalar yapan Temiz Giysi Kampanyası Derneği (Temiz Giysi Kampanyası) tüketici aktivizm kampanyaları düzenliyor; farklı paydaşlarla savunuculuk ve lobicilik faaliyetleri yürütüyor ve daha fazla işçinin meslek hastalıklarından korunması ve tedaviye erişebilmesi için bilgilendirme çalışmaları yapıyor.  Kurumsal Destek Fonu’nun 2020 döneminde sağladığımız hibe ve kapasite güçlendirme desteği ile iletişim başlığında çalışmalar yapan dernek, iletişim stratejisini oluşturdu ve bu stratejiyi uygulamak için çalışmalar yaptı. Temiz Giysi Kampanyası, bu dönemde işçi sağlığını temel alan çalışmalarına da devam etti.

Temiz Giysi Kampanyası Proje Koordinatörü Damla Uçak ile yaptığımız röportajda, temiz giysi kavramını, derneğin yayımladığı Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Pandemide Kadın Sağlık Çalışanları raporunu ve hibe kapsamında yürüttükleri çalışmaları konuştuk.

 Okuyucularımız için “temiz giysi” kavramından bahseder misiniz? Temiz giysi akımının daha etkili olması için üreticilerin ve tüketicilerin neler yapması gerekiyor? Derneğiniz kurulduğundan bu yana bu alanda ne tür gelişmeler yaşandı?

Temiz giysi ile kastettiğimiz giysiyi üreten işçinin; yaşam ücreti aldığı, sağlığına zarar vermeyen ve sağlığını tehlikeye sokabilecek risklere karşı güvenlik önlemlerinin alındığı bir ortamda çalıştığı, sendikal haklarının engellenmediği giysidir. Çocuk emeğini sömürmeden üretimi yapılan giysidir. İşçinin çalışma koşullarının yanı sıra giysinin üretimi sırasında çevreye zarar vermeyen giysidir.

Yapılması gerekenler konusunda ise ilk olarak üreticilerden bahsedecek olursak; dünyanın farklı  bölgelerinde üretim yaptıran büyük markaların tedarik zincirlerini açıklamaları önemli. Böylece hem tüketici giydiği giysinin hangi koşullarda üretildiğini takip edebilir hem de markaların tedarik zincirinde yer alan tüm işçilerden sorumlu tutulması kolaylaşabilir. Çünkü büyük markalar muhatap olduğu (Bizim Tier 1 olarak adlandırdığımız) birinci halka üreticinin sorumluğunu alıyor ve onların çalışma koşullarını kontrol ediyor. Oysaki tedarik zinciri ikinci halka, üçüncü halka gibi gittikçe kötüleşen çalışma şartları içerisinde merdiven altı atölyelere uzanıyor. Genel olarak zaten işçi ücreti ve iş güvenliği uygulamaları işveren açısından bir maliyet unsuru olarak görülürken bu sorumluluk almama durumu, alt halkalarda çalışan işçiyi yoksulluğa hatta açlığa mahkûm ediyor.

Bir de şunu belirtmekte fayda var: Ekoloji, çevre, sürdürülebilirlik gibi kavramlar popülerleştikçe markaların bunu bir satış stratejisi olarak kullandığını görüyoruz. Bir çantayı geri dönüştürerek üretim yapınca ya da bir ürünün üzerine doğayı sevmeye ve korumaya dair bir şey yazınca sürdürülebilir olmuyorsunuz. Sürdürülebilirlik, işçi haklarından muaf değil. “hızlı moda” akımına dahil bir markanın sürdürülebilirlik iddiasını tüketiciyi yanıltma, etkileme çabasından ibaret görüyoruz.

Tüketicinin ise tercih ettiği markalara “Bu giysi nasıl üretildi?” diye sormasının, tedarik zincirini açıklama konusunda markalara baskı yapmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunlar bir markayı dönüştürmeye dair olan şeyler ancak kişisel olarak da tercihlerimiz önemli. Ucuz olduğu için bir tane yerine iki-üç tane alınan giysiye ihtiyacımızın olup olmadığını düşünmek ve “Bu giysi nasıl oluyor da bu kadar ucuz oluyor?” diye sormak, markalara baskı yapmanın ve hatta tekstilde dönüşümün ilk adımı olarak düşünülebilir.

Tekstil sektöründe yaşanan gelişmelerle ilgili şu örneği verebiliriz: 2013 yılında Bangladeş’te güvenli olmadığı bina kontrolü sırasında belirlenen ama üretimin durmaması için işçilerin çalışmaya devam ettiği Rana Plaza’da 1138 tekstil işçisi hayatını kaybetti ve yapılan çalışmalar sonrasında markalar yaşananlardan sorumlu olduklarını kabul eden bir anlaşmayı imzalamak zorunda kaldılar. O günden bugüne gelindiğinde markaların tedarik zincirlerini açıklamaya, alt halkalarda çalışan işçilerle ilgili sorumluluk almaya, sürdürülebilirliğe dair konuları gündemlerine almaya başladıklarını görüyoruz. Bu durum markalar açısından işçi haklarının ve çevrenin öncelikli bir konu haline gelmesinden mi yoksa yeni toplumsal hareketlerden ve bu hareketlerin tüketici tutum ve davranışlarını şekillendiren etkisinden mi kaynaklanıyor? Bu sorunun cevabını, okuyucuların gözlem ve yorumlarına bırakmak daha iyi olur. Ancak bizim çalışmalarımız, tüketici davranışlarının markaları sorumlu davranmaya mecbur bıraktığı iddiası ile şekillenmekte.

Kısa bir süre önce “Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Pandemide Kadın Sağlık Çalışanları” raporunu yayınladınız. Bu alanda bir rapor yazmayı tercih etmenizin nedenlerinden ve raporun öne çıkan bulgularından bahseder misiniz?

Tekstil işçilerine odaklanan çalışmalarımızın yanı sıra Türkiye’de meslek hastalıklarının pek bilinmediği tespitinden hareketle 2017 yılında kurduğumuz ve aylık 450 bin kişi kadar ziyaretçisi olan www.meslekhastaligi.org adlı sitede meslek hastalığı ile ilgili çalışmalar yürütüyoruz.  Pandemide kadın sağlık çalışanları raporu da bu çalışmalarla ilişkili olarak ortaya çıktı.

Meslek hastalıkları, işçi sağlığı ve iş güveliği uygulamaları gibi konularda toplumsal cinsiyet eşitliğinin göz ardı edildiğine dair çalışmalar, yorumlar, göstergeler mevcut. Biz de bu konuya uygun olarak çalışmalarımızı şekillendirmek istiyorduk. COVID-19 ile sağlık çalışanlarının çalışma koşulları gündeme gelince bu konuya eğilmek istedik.  Bunun en önemli nedeni, sağlık alanı hem kadın istihdamının çok yoğun olduğu bir alan hem de bakım emeği yoğun bir alan olduğu için toplumsal cinsiyet rollerine dair yaklaşımların izlenilmesi açısından elverişli. Nitekim yapılan görüşmelere dayanarak şunu söyleyebilirim ki hasta ve hasta yakınlarının kadın hekimleri, hemşire olarak görmesi sıradanlaşmış. Ayrıca sağlık çalışanına şiddet söz konusu olduğunda bağırış, çağırış, itme gibi eylemlerin kadınlara daha rahatlıkla, daha kendinden emin bir şekilde uygulandığı söyleniyor.

Hastane içinin yanı sıra hastane dışında ev içi emek dağılımında bir değişim yaşanıp yaşanmadığını da incelemeye çalıştık. Yoğun çalışan, ailelerini göremeyen, çocuklarından uzak durması gereken şeklinde uzatabileceğimiz güncel koşullarda ev içi emek dağılımı nasıl bir değişime uğradı? Bu noktada şunu gördük: COVID-19 salgını ve yoğun çalışma koşulları, kadın hangi kademede çalışıyor olursa olsun, cinsiyet temelli düzenlenmiş iş bölümü dağılımında herhangi bir değişiklik yaratmamış.

Kurumsal Destek Fonu’nun 2020 döneminde Vakfımızdan aldığınız hibe ve kapasite gelişim desteği ile hangi alanlara odaklandınız? Bu kapsamda yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Bahsettiğim sitede ( www.meslekhastaligi.org) avukat ile doktor yazılarına da yer vererek, meslek hastalıkları ve iş kazalarına dair çalışmaları, işçi haberlerini takip ediyoruz, soru soran işçilere bilgi veriyoruz. Kurumsal Destek Fonu ile de bu alandaki çalışmalarımızı sürdürmeye devam ettik.

Bu dönem boyunca salgının getirdiği yeni çalışma koşullarına ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ağırlık verdiğimizi söyleyebilirim. Ayrıca Türkiye’de psikolojik rahatsızlıkların mesleki kaynaklı olduğu durumlar göz ardı edildiğinden bu konuya eğilmeye ve mobbing baskısına yer vermeye çalıştık.

Kurumsal Destek Fonu kapsamında aldığınız bu desteğin derneğinize ve çalışmalarınıza nasıl bir katkısı oldu? Fonu destekleyen bağışçılarımızla paylaşmak istediğiniz bir mesajınız var mı?

Fon kaynaklarına bakıldığında işçi haklarına yönelik fon başvurularının sayıca daha az olduğunu görüyoruz. O yüzden bu fon, özellikle salgın dönemi içinde olmamamızın da etkisiyle kaynakların daha da azaldığı bir dönemde bizim için yararlı oldu. Hibe desteğiyle hem sürekli gündemimizde olan iletişim konusundaki eksikliğimiz üzerine çalışma, kararlar alma ve bunları uygulama imkânı yakaladık hem de işçi sağlığını temel alan çalışmalarımızı devam ettirdik. Bu çalışmalar diğer çalışmalarımızı şekillendirmememizde de etkili oldu. Örneğin cinsiyete dair bir eşitsizliği gündeme taşıma ya da sağlık alanına yönelme kararını bu fon kapsamında yürüttüğümüz çalışmaların katkısıyla aldık. Bu yanıyla, hazır yeri gelmişken, bağışçılara teşekkür etmek isteriz.

Temiz Giysi Derneğinin gelecek dönemde yapmayı planladığı çalışmalardan bahseder misiniz?

Türkiye’de kayıt dışı çalışma oranı çok yüksek. Bu oran Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerinde dahi %33 civarında görünürken, bunun gerçeği yansıtmadığı, gerçek oranın çok daha yüksek olduğu yönünde çalışmalar mevcut. Nitekim “COVID-19 salgınının tekstil sektörü işgücüne etkisi: Maskeni tak, çalışmana bak” adlı araştırma raporumuzda bu oran yüzde 70’lerin üzerinde görünüyor. Gelecek dönemde özellikle bu konuya eğilmeyi planlıyoruz.

Dem Derneği ile Kurumsal Destek Fonu Kapsamında Yaptıkları Çalışmaları Konuştuk

By | Kurumsal Destek Fonu

Toplumsal zıtlıklar arasında diyalog alanları yaratmayı ve bu alanlarda sürdürülebilir çözümler üretmeyi hedefleyen Dem Derneği, işiten toplum ile sağır toplum ve işitme engelliler arasında acıma duygusundan uzak ve istihdamı destekleyen diyalog alanları yaratmak amacıyla çalışmalar yapıyor. Kurumsal Destek Fonu’nun 2020 döneminde hibe ve kapasite gelişim desteği verdiğimiz Dem Derneği işaret dili ile ilgili içerik ve video üretebileceği ve mevcut projelerini destekleyecek bir greenbox stüdyo kurdu. Proje geliştirme başlığı altında çalışmalar yapan dernek, geliştirdiği projelerle hibe süresince farklı fon programlarına başvuruda bulundu.

Dem Derneği Sürdürülebilir Çözümler Koordinatörü Ayşe Damla İşeri Sunman ile yaptığımız röportajda; COVID-19 salgını sürecinde sağır ve işitme engelli kişilerin karşılaştıkları zorluklar, #koşaradımaltyazıya kampanyası ve hibe kapsamında yürüttükleri çalışmalar hakkında konuştuk.

Hayatın normal akışında devam ettiği dönemlerde bile belirli temel haklara erişmekte zorluk yaşayan kadınlar, çocuklar, engelliler gibi kırılgan gruplar COVID-19 salgını gibi olağanüstü dönemlerde çok daha savunmasız oluyor. Birlikte çalıştığınız sağır ve işitme engelli kişilerin salgın döneminde en sık karşılaştıkları zorluklar neler oldu?

Sağır ve işitme engelli bireylerin en büyük meselesi bilgiye erişim ve iletişim. COVID-19 salgını süresince de bu, en büyük mesela olmaya devam etti. Bu süreçte, bilgiye erişim ve iletişim dışında farklı engeller de ortaya çıktı: Maskeli ve çevrimiçi hayat. Şöyle örnekler verebiliriz:

  • Özellikle cihaz veya koklear implant kullanan bireylerin çevrimiçi sosyalleşme imkanları ve programlar nedeniyle bilgisayar gibi elektronik cihazlardan gelen seslere alışmaları zaman aldığı için zor oldu.
  • Eğitim materyalleri ve eğitim ortamları her zaman eğitimciler tarafından işitme kayıplı bireylerin eşit erişimi gözetilerek hazırlanmadı. (Konuşmacının küçük olduğu ekranlar, ses kaydı ile ders anlatımı, altyazısız videolar, yazı desteği olmadan gerçekleştirilen oturumlar vb.)
  • COVID-19 salgını sürecine özel olmasa da işaret dili ile eğitime erişim ya yoktu ya da gecikmeli olarak hazırlanıp sunuldu.
  • Televizyon başta olmak üzere bilgiye erişilebilecek her türlü mecrada her zaman işaret dili tercümanı yoktu.
  • Dudak okuyarak iletişimini destekleyen sağır ve işitme engelli bireyler kamusal alanda herhangi biriyle mesafeli ve maskeli olunca anlaşmakta sıkıntı yaşadı.

Daha fazla örnek ve detaylı bilgiye internet sitemizde yer alan Anlamamız Lazım sonuç raporundan ve vaka kitapçığından ulaşabilirsiniz.

#koşaradımaltyazıya kampanyası ile yakın zamanda Disney Studio Türkiye işbirliği ile sağır ve işitme engelli bireyler için Eternals filminin ayrıntılı alt yazı ile gösterimini gerçekleştirdiniz. Kampanyanın amacından ve kapsamından bahseder misiniz?  Film gösterimi sonrasında ne tür geri bildirimler aldınız?

İşitme engelli ve sağır bireyler işaret dili ile ya da farklı seviyelerde Türkçe ile iletişim kurabilirler. Ancak çevrimiçi dersleri, toplantıları, videoları, haberleri, filmleri vb. görsel ve sesli içerikleri tam anlamıyla takip etmek için ayrıntılı alt yazıya ihtiyaç duyarlar.

Ayrıntılı alt yazı sadece konuşmaların değil, işitsel unsurların da yazıyla aktarıldığı alt yazılardır. Örnek vermek gerekirse; gerilim müziği çalıyor, ağaç hışırtısı, ağız şapırdatması, homurdanmalar, kapı gıcırtısı, rüzgâr sesi gibi işitsel öğeler alt yazı ile aktarılır. Böylelikle izleyiciye eşit ve tam erişilebilir bir deneyim sunulması amaçlanır.

Dem Derneği olarak 31 koşucumuzla 7 Kasım 2021 Pazar günü düzenlenen 43. İstanbul Maratonu’na sağır ve işitme engelli bireylerin bu hakkına #koşaradımaltyazıya sloganı ile dikkat çekmek için katıldık.

Kampanyanın ilk meyvesi ‘‘Eternals’’ filmi oldu. Disney Studios Türkiye işbirliğinde sağır ve işitme engelli bireyler için Marvel’ın ilk sağır süper kahramanının yer aldığı ”Eternals” filmi ayrıntılı alt yazı ile gösterildi. 27 Kasım Cumartesi günü Kanyon Alışveriş Merkezi’nde düzenlenen özel gösterime 100 kişi katıldı.

Film gösterimi sonrası erişilebilir gösterimlerin artması yönünde oldukça fazla geri dönüş aldık. Özellikle gündemde olan filmlerin vizyona girdiği andan itibaren erişilebilir olması çok önemli.  Filmlere herkes ile aynı zamanda erişebilmek ile ilgili güçlü bir talep var. Ayrımcılığın bittiği ve tam eşitliğin olduğu nokta tam olarak da bu aslında.

Kurumsal Destek Fonu’nun 2020 döneminde Vakfımızdan aldığınız hibe ve kapasite gelişim desteği ile Dem Derneği’nin kurumsal gelişimi için hangi alanlara odaklandınız? Bu kapsamda yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Kurumsal Destek Fonu’ndan aldığımız hibe desteği ile ofisimizin de içerisinde yer aldığı, işaret dili ile ilgili içerik üretebileceğimiz ve mevcut projelerimizi destekleyebileceğimiz bir greenbox stüdyo kurduk. Greenbox stüdyo 2021 yılı boyunca farklı işaret dili çekimlerine ev sahipliği yaptı:

  • Derneğin ücretsiz Türk İşaret Dili eğitim platformu olan co için ilk sponsorlu video içeriği çekildi.
  • Derneğin içinde aktif olan gönüllüler ve çalışanlar ile röportajlar çekildi.
  • Derneğin projelerini tanıtıcı videolar çekildi.
  • Coca Cola ile yaptığımız İyiliği Etiketle projesinin ihtiyacı olan tanıtıcı videolar çekildi.
  • Disney işbirliğinde gerçekleştireceğimiz Eternals filmi gösterimi için duyuru videoları çekildi.
  • Akbank Şehrin İyi Hali projesi kapsamında gerçekleştirdiğimiz atölye katılımcılarının videoları çekildi.
  • Sabancı Vakfı tarafından desteklenen ‘‘Sağır Kadın Hak’’ projesinde oluşturulacak çevrimiçi hak eğitimi platformu için 56 eğitim videosu çekildi.
  • 2022 yılının Şubat ayında çıkarmayı planladığımız ve 2021 yılında işitme engellilik, sağırlık ve Türk İşaret Dili alanındaki gelişmelerin yer alacağı ‘‘almanak’’ için çekimler yapıldı.

Kapasite gelişim desteği ise açık fonlara başvurmakla ilgili kas geliştirmemizi sağladı. Sürekli olarak takip ediyor ve proje hazırlıyoruz. Fon kapsamındaki mentörümüz Özlem Ezgin ile Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Aracı (DİHAA-EIDHR) Türkiye Programı’na başvuru yaptık.

Kurumsal Destek Fonu kapsamında aldığınız desteğin derneğinize ve çalışmalarınıza nasıl bir katkısı oldu? Fonu destekleyen bağışçılarımızla paylaşmak istediğiniz bir mesajınız var mı?

Kurumsal Destek Fonu sayesinde kurduğumuz stüdyomuz ve ofisimiz ile proje tasarımlarında ve projeleri yürütürken artık şu iki soruyu sormuyoruz: ‘‘Çekimi nerede ve hangi bütçe ile yapacağız?’’ ve ‘‘Gönüllülerini ve etkinlik katılımcıları ile nerede ve hangi bütçe ile toplanacağız?’’ Örneğin, bu süreçte Sabancı Vakfı Hibe Programına Dijital Bir Sağır ve İşitme Engelli Kadın Hakları Eğitim Platformu projesi için başvurduk ve hibeyi alan kurumlardan biri olduk. Oldukça fazla çekim içeren proje süreci için herhangi bir çekim alanı bütçesi eklemedik ve bu şekilde fondan talep edebileceğimiz bütçe içerisine sığmayı başardık.

Akbank Şehrin İyi Hali projesi kapsamında ise her yıl üniversite öğrencileri ile buluşuyor ve Türk İşaret Dili farkındalık atölyesi düzenliyoruz. Normalde çekim alanı, her yıl talep etmemiz gereken ve bütçeyi arttıran bir kalem. Aynı zamanda çekim alanımızın olmaması bizi stresli bir yer arayışına ve malzeme taşıma sürecine zorunlu bırakıyordu. Fakat, bu yıl bunu yaşamadık. Dernek olarak verimli zamanımızı çok daha verimli geçirdik. Bu süreçte, 68 üniversite öğrencisi ile derneğimizin ofisinde/stüdyosunda buluştuk.

Dem Derneği’nin önümüzdeki dönem yapmayı planladığı çalışmalardan bahseder misiniz?

2022 yılında çalışmalarımızın odağında çoklu ayrımcılığa uğrayan işitme engelli ve sağır bireyler olacak.  Sabancı Vakfı Hibe Programı tarafından desteklenen ‘‘Sağır Kadın Hak’’ projesi kapsamında sağır ve işitme engelli kadınları güçlendirmek ve bakanlık desteğiyle devlet koruması altındaki işitme engelli ve sağır çocuklar ile vaka odaklı çalışmalar yapmak önceliğimiz olacak. Çoklu ayrımcılık alanına yönelmek derneğin kuruluş amacı olan toplumsal zıtlıklar arası iletişimi de destekleyecek. Aynı zamanda, farklı alanlarda da diyalog geliştirmek için fırsatlar yaratacak.

Rengarenk Umutlar Derneği ile Kurumsal Destek Fonu Kapsamında Yaptıkları Çalışmaları Konuştuk

By | Kurumsal Destek Fonu

Diyarbakır’daki dezavantajlı mahallelerde yaşayan, risk altında ve ayrımcılığa maruz kalmış kadın ve çocukların fırsat eşitliğini sağlamak amacıyla faaliyet gösteren Rengarenk Umutlar Derneği (RUMUD), Kurumsal Destek Fonu’nun 2020 döneminde Vakfımızdan aldığı hibeyle çocuk hakları alanındaki faaliyetlerinin etkisini ölçmek ve izleme-değerlendirme konusundaki kapasitesini geliştirmek amacıyla çalışmalar yürüttü.

İzleme ve Belgeleme Koordinatörü Necla Korkmaz ile gerçekleştirdiğimiz röportajda; Suriçi’nde Çocuk Olmak raporu, çokkültürlü çalışma anlayışının önemi ve hibe kapsamında yürüttükleri çalışmaları hakkında konuştuk.

Vakfımızdan aldığınız hibe ve kapasite gelişim desteği ile ne tür çalışmalar yaptınız? RUMUD’un kurumsal gelişimi için hangi alanlara odaklandınız?

Çalışma yürüttüğümüz alanlardaki etkimizi ölçmeye ve sahadaki faaliyetlerimiz ile ilgili izleme çalışmaları yapmaya odaklandık. Sivil Toplum için Destek Vakfı’nın (STDV) sağlamış olduğu fonla atölye çalışmalarında uyguladığımız değerlendirme formlarını revize ettik. Aynı zamanda, çalışmanın etkilerini görünür kılmak amacıyla elde ettiğimiz sonuçları raporlandırarak standardize ettik. Son olarak, hibe kapsamında, derneğin politika ve tutum belgelerinin oluşturulması sürecini hızlandırdık.

Aldığınız hibe desteğinin derneğinize ve çalışmalarınıza nasıl bir katkısı oldu? Fonu destekleyen bağışçılarımızla paylaşmak istediğiniz bir mesajınız var mı?

Her şeyden önce değerlendirme, ilgili taraflar açısından bağlayıcılığı olan bilgilendirme ve sözleşme formları gibi belgelerin oluşturulması, süreçlerin şeffaf yürütülmesine yardımcı oldu. Hibe desteğinin sağladığı bir diğer katkı ise, her çalışmaya özgü değerlendirme formlarının oluşturulması oldu. Değerlendirme formlarını güncellenmesi,  çalışmanın gidişatını ve çalışmada eksik olan bir yan varsa iyileştirilmesine imkân tanıdı.

Yürüttüğümüz iki ayrı izleme çalışması, hem görünürlüğümüzde bir artışın sağlanmasına katkı sağladı hem de yaptığımız saha çalışmaları sayesinde alanın öncelikli ihtiyaçlarını açığa çıkarmamıza olanak sağladı. Yayınlanan raporların ardından daha kapsamlı savunuculuk faaliyetleri yürütmemiz için alan açıldı. Aynı zamanda ortak çalışma alanlarında faaliyet yürüten sivil toplum örgütleri ve meslek odalarıyla kolektif hareket etme ihtiyacı ve gerekliliği ortaya çıktı.

Nisan 2021’de Suriçi’nde Çocuk Olmak başlığı ile Diyarbakır Suriçi’nde çocukların oyun hakkı üzerine yürüttüğünüz çalışmanın raporunu yayımladınız. Raporun öne çıkan bulgularından ve sunduğunuz çözüm önerilerinden bahseder misiniz?

2021’de iki izleme çalışması yürüttük. Bunlardan ilki sizin de bahsettiğiniz gibi “Suriçi’nde Çocuk Olmak” araştırma raporumuzdu. Bu çalışmayı yürütürken çocuk katılımını esas aldık. Çocuklar dışında; ebeveynler/bakım verenler, çalışmayı yürüttüğümüz mahallelerin muhtarları ile görüşmeler gerçekleştirdik. Yine çalışma kapsamını oluşturan Sur Belediyesi’nin stratejik planları, faaliyet raporları oluşturduğumuz göstergeler ekseninde incelendi. Suriçi bölgesinde yer alan park ve oyun alanları Türk Standartları Enstitüsü (TSE)’nün “Oyun Alanı Elemanları ve Zemin Düzenlemeleri” başlıklı standartlarından esinlenerek oluşturduğumuz göstergelerle oyun alanlarının niteliklerini tespit ettik. Yoğun bir saha çalışmasının ardından öne çıkan bulgulardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

  • Sur Belediyesi’nin stratejik planları incelendiğinde, stratejik planları oluşturma aşamasında çocuk katılımının önemsemediği ve çocukların başta oyun alanları olmak üzere sosyal, kültürel ve sanatsal aktivitelere yer vermediği;
  • Suriçi bölgesi geniş bir alana sahip olmasına rağmen bölgenin tamamında sadece 6 parkın olduğu ve bu parklardan sadece 3’ünün kullanılabilir durumda olduğu;
  • Ne yaşadıkları şehre dair ne de çocukları bağlayan kararlarda çocukların görüşlerine yer verilmediği dolayısıyla katılım hakkının sağlanmadığı;
  • Çocukların eğlenme, dinlenme, kültür-sanat ve eğitsel alanlarda gelişimini destekleyecek faaliyetlerin sınırlı olduğu ve bu çalışmalar için ayrılan bütçenin belirsiz ve yetersiz olduğu gibi bulgular tespit edilmiştir.

Yine Suriçi bölgesinde 2015-2016 yılları arasında yaşanan silahlı çatışmalar ağır hak ihlalleri tespit edilmiş, fiziki mekanların da (ev, oyun alanları, ibadethaneler, kültürel yapılar vb) etkilenmesine neden olmuştur. Bu nedenle de harabe/metruk yapıların sayısında artış olmuştur. Bu sayının artışı ile, sınırlı ve niteliksiz olan oyun alanları da göz önüne alınarak, çocukların metruk yapıları oyun alanı olarak kullanmasını zorunlu hale getirmiştir.

  • Metruk yapıların temizlenmemesi ve denetiminin yapılmamasının bu çöküntü alanlarını birer suç mahaline dönüştürdüğü ve çocuklar açısından tehlike arz ettiği;
  • Oyun alanlarının nitelikli olması, bakımsızlığı ve sadece belli bir yaş aralığı gözetilerek yapılmış olmaları nedeniyle çocukların kaza geçirmelerine sebebiyet verdiği;
  • Park alanlarında çocukların karşılaşabileceği herhangi bir olumsuzlukta başvurabilecekleri güvenlik sisteminin olmaması;
  • Bisiklet parkurları olmadığı için çocukların caddelerde bisiklet kullanmaları trafik kazalarına davetiye çıkarmaktadır.

Pandemi nedeniyle çocukların eve kapanması, uzaktan eğitim uygulamasıyla evde daha fazla zaman geçirmek zorunda kalması, çocukların bu dönemde ev içi kazalara daha fazla maruz kalmalarına neden oldu. Ayrıca, evde oyun oynayabilecekleri alanların sınırlılığı ve oyun oynayabileceği oyuncak veya materyallere az sayıda sahip olması gibi nedenler çocukların nitelikli zaman geçirmesini engellemiştir.

Klasik oyun alanları olan sokaklar ise çocuklar için çeşitli zorlukları barındırıyor. Örneğin, sokakların dar ve evlerin iç içe olması nedeniyle çocukların sokakta oyun oynamasının mahalle sakinleri ve esnaflar tarafından hoş karşılanmadığı gibi çocukların oyun oynamalarının engellemeye de çalışıldığı tespit edilmiştir. Suriçi’nde genel olarak çocukların oyun hakkının ihlal edildiği ancak cinsiyetler arasında, fiziksel ve etnik farklılıklar bakımından da ayrımcılık yaşandığı bulgular arasında yer almaktadır. Kız çocukları erkek çocukları kadar sokağı kullanamamakta, engelli çocuklar bir yetişkin refakati olmadan sokağa çıkmamakta ya da Suriye’den gelen mülteci çocukların sokakları Kürt çocuklar kadar rahatça kullanamadığı raporun bulgularındandır.

Çözüm önerilerimiz kapsamında yerel yönetimlerin;

  • Çocukların kent hakkı bağlamında katılımlarının sağlanması ve UNICEF tarafından başlatılan Çocuk Dostu Şehirler çalışma ilkelerinin Diyarbakır yereline uyumlu bir şekilde hayata geçirilmesi,
  • Yerel yönetimlerde çocuk haklarına yönelik çalışmalar yapan, yeterli kaynağın ayrıldığı bir “Çocuk Hakları Müdürlüğü” biriminin oluşturulması,
  • Yerel yönetimler bünyesinde çocuk meclislerinin kurulması ve çocuk meclisinin kararlarının bağlayıcılığı ile ilgili yönetmeliklerin oluşturulması,
  • Stratejik eylem planların ve faaliyetlerin çocuk odaklı ve çocuk dostu bir şekilde hazırlanması,
  • Her mahallede, çocuk nüfusuna göre doğru orantılı olarak oyuncak kütüphanelerinin kurulması,
  • Çocukların yaş gruplarına göre gelişimlerini destekleyecek, yeteneklerini keşfedecek ve becerilerini geliştirecek sosyal-kültürel ve sanatsal kursların sayısının arttırılması,
  • Kamunun öncelikli sorumluluğu olarak, sokağın daha güvenli hale gelmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik de Suriçi bölgesinde çeşitli çalışmaların yapılması
  • Engelli çocuklara hitap edecek oyun alanlarının inşa edilmesi, ayrıca kentin her bölgesinin engellilerin erişimine göre yeniden düzenlenmesi, devletin ayrımcılık yasağı çerçevesinde bir an önce adım atması gereken bir sorumluluktur.
  • Mülteci çocukların karşı karşıya kaldıkları ayrımcılıklarla ilgili olarak birlikte yaşamı vurgulayan çalışmaların düzenlenmesi gerekmektedir.

Çalışmalarınızı çokkültürlü bir anlayış ile yürütüyorsunuz. Çoçuklarla yürüttüğünüz çalışmalarda böyle bir anlayış ile hareket etmenizin nedeni nedir? Bu yaklaşımın birikte çalıştığınız grupların üzerindeki etkilerinden bahseder misiniz?

Sizin de bildiğiniz gibi Suriçi bölgesinde 2015-2016 yılları arasında silahlı çatışmalar ve ağır hak ihlallerinin yaşandığı bir süreç yaşandı. Bu dönemde çocukların doğrudan ya da dolaylı olarak yaşadıkları tanıklıkların travmatik sonuçlarından biri de şiddete eğilimli davranışlar göstermiş olmalarıydı. Akran şiddetinden tutalım da tüm farklılıklara tahammülsüzlük… Bu nedenle, çocukların söylemlerinde sıklıkla ötekileştirici ve ayrımcı dilin kullanıldığını gözlemledik. Atölye gözlem sonuçlarımızdan biri de çocukların sahip oldukları kimlik ve kültüründen uzaklaşma hatta kimi durumlarda reddetme eğilimi gösterdikleriydi. Bu nedenle çalışmalarımızın “çocukların barış hakkı” eksenine oturttuk. Dört yıla yakın bir süredir “çocukların barış hakkı” kapsamında çalışmalar yürütmekteyiz. “Barış pedagojisi” adını verdiğimiz ve içeriğinde; kendimle barış, çevremle barış, doğayla barış ve toplumsal mekanizmaları içeren modül programları oluşturmaktayız.

Kurumsal olarak çokkültürlü anlayışı benimsiyor olmamızın yanında, çalışma yürüttüğümüz bölge açısından da bu bir gerekliliktir. Suriçi bölgesi, tarihte farklı kimlik, inanç ve değerlerin bir arada yaşama pratiklerinin ve kültürünün deneyimlendiği bir yerdir. Kürt nüfusunun yoğunlukta olduğu bölgede Domlar ve Suriye’den savaş nedeniyle göç eden mülteciler de yaşamaktadır. Dolayısıyla hem atölye çalışmalarımızda hem de yaptığımız izleme çalışmalarında farklı kimliklere sahip karma grupların sesini duyabileceğimiz bir yöntemle önyargıları kırabilmeyi amaçlıyoruz.

Çalışmanın ilk süreçleri kırılgan bir zeminde başlıyorsa olsa da bir süre sonra birlikte üretme deneyiminin çocukların farkındalığı arttırdığını gözlemliyoruz.

Önümüzdeki üç yıl için kuruluşunuzun hem kurum içi hem de çocuk hakları alanındaki çalışmalarını belirlemek amacıyla 2021-2024 strateji planı oluşturdunuz. Öncelikle böyle bir strateji oluşturma fikri nasıl ortaya çıktı? Bu üç yıl içerisinde hangi çalışmalara öncelik vermeyi planlıyorsunuz?

Aslında bu bizim ilk stratejik planımız değil. İlk stratejik planımızı 2019’da hazırlamıştık. 2019-2021 yıllarını planlarken elbette ki pandemi gibi tüm dünyayı olumsuz etkileyen bir sürece gireceğimizi bilmiyorduk. 2020’nin Mart ayında ilan edilen pandemiyle birlikte dernek olarak hızlıca “bu dönemi nasıl örgütleyebiliriz” diye toplantılar gerçekleştirdik. Stratejik planda yer alamayan ve sizin fon desteğinizle çocuklarla çalışmalarımızı kesintiye uğratmamak adına “telekonferans” çalışmaları yürüttük. Pandeminin ilk süreçlerini tabiri caizse bir fırsata dönüştürerek yıllarca emek verdiğimiz ve çok fazla zaman ayırdığımız pratik çalışmalara kısa bir ara vererek kurumsal kapasite geliştirme programlarına ağırlık verdik. Stratejik planımızın tamamını ön gördüğümüz süreden önce tamamladık. Yaklaşık bir ay süren bir öz değerlendirme sürecimiz oldu. Öz değerlendirme sürecinde güçlü ve zayıf yanlarımızı ortaya koyan “SWOT” ve “PEST” analizlerini uyguladık. Bu sayede hem kurumsal olarak nerelerde eksik kaldığımızı hem de iyileştirilmesi gereken yanlarımızın tespitini yapabildik. Bu doğrultuda da yeni dönem planlarımızı gerçekleştirdik. Yeni dönem için stratejik planımızı oluştururken uzun uzun tartışabileceğimiz, stratejik hedeflerimizi belirleyebileceğimiz bir haftalık bir kamp süreci geçirdik.

2022-2024 stratejik planımızda 8 temel stratejik hedef yer alıyor. Bu stratejik hedefleri izleme çalışmaları yaptığımız alanlarda açığa çıkan sahanın ihtiyaçlarını gözeterek oluşturduk. Genel başlıklarla ifade edersek;

  • Kurumsal Kapasitenin Geliştirilmesi
  • Her yılı kapsayan üç ayrı izleme-araştırma (anadil hakkı, erken çocukluk eğitimine erişim hakkı, ÇHS bağlamında kız çocuklarının haklarına erişimi)
  • İnsan ve doğal kaynaklı krizlerin yönetimi için ağ oluşturma
  • Erken Çocukluk Eğitimi (ECE) programına uygun eğitim mekânı kurulması (yeni eğitim modüllerin geliştirilmesi).
  • Çocuk Hakları Akademisi
  • Çocuk Hakları İzleme Merkezi
  • Uluslararası Ortaklıklar Geliştirmek
  • Barış Köyü Kurmak olarak belirtebiliriz.

Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği ile Çocuk Hakları Krizi Değil! Yerel Yönetimler İçin Çocuk Hakları Temelli Kriz Yönetimi Projesini Konuştuk

By | Çocuk Fonu

Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği (FİSA) bir yandan maddi yetersizlikler nedeniyle öğrenimini tamamlayamamış, şehir ya da öğrenim kurumu değiştirmiş veya kayıt yaptırmaktan imtina etmiş öğrencilere burs kaynağı sağlarken, öte yandan çocuk haklarının korunması ve hayata geçirilmesi amacıyla, çocuk ihmali ve istismarı, çocuk işçiliği, ayrımcılık, çocuk katılımı, çocuk ve göç, engellilik ve eğitim alanlarında proje ve programlar yürütüyor. Turkey Mozaik Foundation işbirliğiyle bireysel ve kurumsal bağışçıların finansal desteği ile hayata geçirdiğimiz Çocuk Fonu“nun 2021 döneminde sağladığımız hibe desteği ile Çocuk Hakları Krizi Değil! Yerel Yönetimler İçin Çocuk Hakları Temelli Kriz Yönetimi projesini hayata geçirecek. Proje kapsamında dernek, yerel yönetimlerin olağan koşulların yanı sıra yangın, salgın, sel gibi çeşitli kriz durumlarında da çocukların yaşam, sağlık, eğitim, barınma, beslenme, katılım hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerinin yerine getirilmesini sağlayacak ve ihlalleri önleyecek yerel politikalar ve uygulamalar geliştirilmesine destek olacak bir rehber hazırlayacak. FİSA; Çiğli Belediyesi, Sultanbeyli Belediyesi ve Fındıklı Belediyesi ile de bu rehber üzerinden eğitimler düzenleyerek, çocuk hakları temelli bir stratejik plan hazırlayacak.

FİSA Proje Koordinatörü Ezgi Koman ile yaptığımız röportajda proje kapsamında yürüttükleri çalışmalar, kriz ve afet anlarında çocukların karşılaştığı zorluklar, yerel yönetimlerin çocuğa duyarlı stratejiler geliştirmesinin önemi ve Türkiye özelinde çocukların afet ve benzeri alanlardaki politika üretim süreçlerine ne kadar dahil olabildiği hakkında konuştuk.

Vakfımızı takip edenler FİSA’nın çocuk haklarının korunması ve hayata geçirilmesi amacıyla yaptığı çalışmaları yakından tanıyor. Derneğinizin öncelik alanları doğrultusunda, 2022 yılında  ne tür çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?

FİSA Çocuk Hakları Merkezi olarak çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesi yönündeki çalışmalarımıza devam edeceğiz. Önümüzdeki dönemde de ne yazık ki kriz durumları ve ihlallerin devam edeceğini öngörüyoruz. Bu nedenle çocukların yaşadıkları hak ihlallerini görünür kılmak için izleme ve raporlama çalışmaları yapacağız. Çocuk işçiliğinin önlenmesiyle ilgili bir alan araştırması kurguluyoruz. Bir yandan da Turkey Mozaik Foundation ve Sivil Toplum için Destek Vakfı (STDV) desteğiyle gerçekleştireceğimiz yerel yönetimlerin güçlendirilmesi çalışması devam edecek. Hukuk yoluyla savunuculuk çalışmalarımız yani dava takipleri ve stratejik davalamalar sürecek. Özellikle yaşam hakkı, eğitim hakkı ve çocukların örgütlenmesine odaklanmış durumdayız. Çocuklarla daha fazla bir araya gelmek, onlarla birlikte olan biteni anlamak istiyoruz. Bu konuda da çocuklarla düzenli olarak nasıl bir araya gelebileceğimizi kurgulamaya çalışıyoruz.

COVID-19 salgını, 2020 yılında yaşanan depremler ve son olarak Temmuz – Ağustos aylarında yaşadığımız orman yangınları toplum olarak özellikle kriz ve afet durumlarında çocuk hakları alanında çok fazla bilgiye sahip olmadığımızı gösterdi. Kriz ve afet anlarında çocukların karşılaştıkları zorluklardan bahsedebilir misiniz?  Çocukların doğal afetler, salgınlar, kriz anlarındaki hakları hakkında genel bir çerçeve çizebilir misiniz?

Evet gerçekten de küresel olarak zor zamanlardan geçiyoruz. COVID-19, iklim krizi kaynaklı yangınlar, seller ve ekonomik kriz gibi pek çok olağanüstü durumla karşı karşıyayız. Savaşlar, çatışmalar gibi kriz durumları da en çok çocukları etkiliyor. Çünkü kriz durumlarında çocukların ihtiyaçları çoğunlukla görünmez olabiliyor. Yetişkinler bu krizleri kendi bakış açıları ile çözmeye çalışıyor ve bunu yaparken de ne yazık ki çocuklar odağa alınmıyor ve bunun için pek çok gerekçe üretilebiliyor.

Tabii bir de bu tür kriz durumlarında çocukların ne kadar etkileneceğini belirleyen şey, çocuk koruma mekanizmalarının var olup olmadığı.  Var olduğu taktirde de ne kadar etkili olduğu. Çocuk koruma mekanizmaları yeteri kadar işlemeyen, sosyal devlet uygulamaları güçsüz olan, eşitsizliğin derin olduğu ülkelerdeki çocuklar, kriz durumlardan çok daha fazla etkileniyor.

Evet krizler olağanüstü durumlar ancak çocukların bu dönemlerde de hak ve özgürlükleri devam ediyor. Birleşmiş Milletler  Çocuk Hakları Sözleşmesi (BM ÇHS) de bunu öngörüyor. BM ÇHS’ye göre kriz yönetme, krizle baş etme politikalarının çocuk haklarına saygılı olması gerekiyor.  Politikaların çocukları krizin doğrudan etkilerinden koruması, etkilenenleri yeniden güçlendirmesi, kriz müdahale süreçlerine onların da katılımlarını sağlaması ve çocukların doğru bilgi edinmesine yardımcı olması gerekiyor.  Türkiye’de de çocuklar salgın sebebiyle ortaya çıkan durumlardan etkileniyor. Özel gereksinime ve potansiyele sahip farklı çocukları da dikkate alacak şekilde -örneğin; kapalı kurumlarda kalanlar, kronik rahatsızlığı olanlar, ebeveynlerinde gelir kaybı oluşanlar, mülteciler, temel haklarına erişemeyen gruplar, derin yoksulluk ve yoksunluk içinde yaşayanlar, çalışmak zorunda kalanlar gibi- uygulamalar yürütülmeli. Tabii bunun için önceden hazırlıklı olmak şart. İşte bu yüzden de bütüncül, hak temelli yerel ve merkezi çocuk politikaları oldukça gerekli.

Vakfımızın sağladığı hibe desteği ile Çocuk Hakları Krizi Değil! Yerel Yönetimler İçin Çocuk Hakları Temelli Kriz Yönetimi projesini hayata geçireceksiniz. Bu proje fikri nasıl ortaya çıktı ve proje kapsamında ne tür çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?

Küresel ölçekte yaşadığımız krizlerin insan haklarına dayalı olmayan, çocuğu odağa almayan politikalar ile çözülmeye çalışılması nedeniyle bir çocuk hakları krizine dönüştüğüne tanık oluyoruz. Bir raporlama çalışması içerisindeyiz. Son dönemlerde Türkiye’de yaşanan çeşitli kriz durumlarının çocuklara olan etkisine bakıyoruz. Aslında her biri hak temelli politikalarla önlenebilir nitelikte. Bu yüzden de kriz anlarında ilk müdahaleyi yapabilen / yapması beklenen kurumsal yapılar olan yerel yönetimlerin bu anlamda güçlenmesi çocukların yaşamını doğrudan etkileyecek diye düşünüyoruz.  Aslında bu bir zorunluluk ve BM ÇHS’ye göre de bu bir  yükümlülük.

Bu destek kapsamında öncelikle bir rehber hazırlayacağız. Bu rehber kriz durumlarında çocuk hakları temelinde uyulması gereken asgari standartları içerecek. Ardından İzmir, İstanbul ve Rize’deki üç ilçe belediyesi ile bu rehber üzerinden eğitimler yapacağız ve stratejik planlar hazırlayacağız. Umarız ki bu üç belediye ile yapacağımız çalışma diğer belediyeler açısından da ilham verici olur.

Dernek olarak yaptığınız birçok çalışmada yerel yönetimlerle işbirlikleri geliştirmeye öncelik veriyorsunuz. Yerel yönetimlerin çocuğa duyarlı stratejiler geliştirmesinin öneminden bahsedebilir misiniz? Yerel yönetimlerin çocuklara yönelik politikalar geliştirirken nelere dikkat etmesi gerekiyor?

Yerel yönetimler merkezi idareye oranla tüm çocuklar için çok daha yakından hizmet üretebilen yapılar. Ayrıca ihtiyaçları ve potansiyelleri yerinde tespit edebilme olanağına sahip oldukları için çocuk hakları açısından da etkili politikalar üretebilme, uygulamalar gerçekleştirebilme gücüne sahipler. Bu yüzden yerel yönetimlerde insan haklarına dayanan, çocuk merkezli stratejilerin geliştirilmesi, çocukların hak ve özgülüklerinin korumasında ve geliştirilmesinde önemli bir role sahip. Türkiye gibi nüfusu ve coğrafyası büyük ülkelerde yerel yönetimlerin bu rolü, bu çocuk hakları ve özgülükleri açısından çok daha büyük önem kazanıyor.

Yerel yönetimler çocuklara yönelik politikalar geliştirirken öncelikle bu yaptıklarının bir lütuf değil bir yükümlülük olduğunu unutmamalı. Bu bir insan hakları yükümlülüğü. Bunun yanı sıra yerel yönetimler öncelikle hizmet ürettikleri çocukları nasıl algıladıklarına ilişkin bir çalışma yapmalı. Hak ve özgürlüklerin önünde engel olan ezber ve ön yargılarla yüzleşmeli ve bunları dönüştürmeli. Hem kendisinin hem de toplumun… Yani yerel yönetimler çocuğa hak temelli yaklaşmalı, çocukları hak ve özgürlük sahibi bireyler, özneler olarak görmeli.

Yerel yönetimler hizmetlerine; hizmet ürettiği çocuk grubunun ihtiyaçlarını, potansiyellerini bilerek ve onları tanıyarak başlamalı. Bu hizmetleri bütüncül, çocuk odaklı ve çocuğun yüksek yararını gözeten bir anlayışla planlamalı ve uygulamalı. Ve uygulamalarını da aynı yaklaşımla izlemeli ve değerlendirmeli. Gerekiyorsa değiştirmeli, dönüştürmeli. Yerel yönetimler çocuğun katılımını esas almalı. Çocukların karar alma mekanizmlarında sahici bir katılımı esas alacak şekillerde  uygulamalı ve bunun için çeşitli araçlar, mekanizmalar oluşturmalı. Ve bunu elbette çocuklarla beraber yapmalı. Yerel yönetimler, BM ÇHS’i kendisine temel bir dayanak olarak kabul etmeli.  Çocuklara ilgili çalışmaları izleme ve değerlendirme konusunda mekanizmalar kurmalı ve bunları uygulanabilir hale getirmeli. Gerçekleştirdiği tüm uygulamaların bağımsız taraflarca izlenebilmesi için izlemeye açmalı.

Çocuklarla ilgili yaptığı çalışmaları çocuklara duyurmalı ve sık sık bu konuda çocukları bilgilendirmeli, onların görüşlerini alacağı, katılımını sağlayacağı mekanizmalar oluşturmalı. Çocukların hızlıca ve kendi başlarına da erişebilecekleri güven duyacakları başvuru mekanizmaları kurmalı, destek ya da dayanışma süreçlerinden yararlanabilecekleri kurgular yapmalı. Tüm bunlar için çocuklar başta olmak üzere çocuk hakları hareketiyle işbirlikleri geliştirmeli.

Greta Thunberg’in başlattığı iklim krizi eylemleri kısa sürede tüm dünyaya yayılarak Türkiye dahil olmak üzere 139 farklı ülkeden çocukların katıldığı büyük bir eyleme dönüştü. Bu eylemler ile çocuklar ilk kez iklim krizi hakkında bu denli güçlü ses çıkarabildi. Türkiye özelinde düşündüğümüzde çocuklar afet ya da benzeri alanlardaki politika üretim süreçlerine ne kadar dahil olabiliyor? Türkiye’de çocukların katılımını garanti altına alan mekanizmalar bulunuyor mu?

Evet Greta’nın başlattığı eylemler tüm dünyaya yayıldı çünkü düşünülenin aksine çocuklar yaşamda olan biten her şeyle oldukça ilgililer ve hepimiz gibi onların da görüşleri ve talepleri var.

Greta ve yüzlerce çocuk iklim krizine karşı bir adalet talebi örgütlediler. Üstelik bunu yetişkinlerin pek çoğunun sessiz kaldığı, hatta değişmez diye düşündüğü, belki de umudun küresel olarak bittiği bir dönemde yaptılar. Türkiye’de de pek çok çocuk iklim adaleti aktivisti olarak çalışmalar yürütüyor. Fakat e yazık ki genel olarak afet ya da benzeri alanlarda -önleyici ya da iyileştirici politikalarda- çocuklara yer açıldığını söyleyemeyiz. Ancak biz yetişkinler ne yaparsak yapalım çocuklar kendi alanlarını yaratmak konusunda oldukça yetkinler.

Türkiye’de yapısal olarak çocuk katılımını garantiye alan çok fazla mekanizma yok. Her ne kadar Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre bu bir yükümlülük olsa da ne yazık ki bir lütufmuş gibi düşünülüyor ve yetişkinlerin keyfiyetine bağlı kalıyor. Ama çocuk hakları hareketi katılım konusunda çocuklarla birlikte hareket ettikçe bu tür yapısal mekanizmalar da gelişecektir. Her geçen gün bu yönde bir değişim, dönüşüm olduğunu söylemek sanırım yersiz olmaz.

Sulukule Gönüllüleri Derneği ile Kurumsal Hibe Desteğimizle Yapacakları Çalışmaları Konuştuk

By | Çocuk Fonu

Tüm çocukların eğitime adil ve eşit şekilde erişimini sağlamak amacıyla çalışmalar yapan Sulukule Gönüllüleri Derneği (SGD), risk altında, dezavantajlı ve ayrımcılığa maruz kalmış gruplarla, öncelikli olarak okulu terki önlemek, kadınlara ve çocuklara hakları konusunda farkındalık kazandırmak amacıyla hak temelli çalışmalar yapıyor. Turkey Mozaik Foundation işbirliğiyle  bireysel ve kurumsal bağışçıların finansal   desteği ile hayata geçirdiğimiz  Çocuk Fonu’nun 2021 döneminde hibe desteği sağladığımız SGD, finansal sürdürülebilirliğini geliştirmek ve bireysel bağışçılara erişimini artırmak amacıyla çalışmalar yapacak. Bu kapsamda, kaynak geliştirme çalışmalarından sorumlu olacak bir kişiyi istihdam edecek.

SGD Proje Koordinatörü Aytül Özcan ile yaptığımız röportajda; kademeli normalleşme ile beraber faaliyet yürüttükleri bölgede ortaya çıkan ihtiyaçları, uzun bir süreden sonra yeniden başlayan yüz yüze eğitimin çocuklara ve bakımverenlere etkileri ile derneğin 2022 yılı için önceliklerini konuştuk.

Vakfımızı takip edenler derneğinizin risk altında, dezavantajlı ve ayrımcılığa maruz kalmış gruplarla, öncelikli olarak okulu terki önlemek, kadınlara ve çocuklara hakları konusunda farkındalık kazandırmak amacıyla  çalışmalar yürüttüğünü biliyor. Bu öncelikler doğrultusunda, 2022 yılında ne tür çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?

2022 yılında faaliyetlerimizi, çocukların iyi olma hallerini destekleyecek şekilde planladık.  Aynı zamanda çocuklarla ilgili paydaşların güçlendirilmesi amacıyla bakım verenlerin dahil olacağı faaliyetler kurguladık. Bu kapsamda;

Çocuklar ve gençlerle, dernek mekanında ve okul alanında yıl boyunca sürecek oyun temelli öğrenme yöntemleri kullanacağımız atölyeler ve psikososyal destek çalışmaları gerçekleştireceğiz.  Aynı zamanda vaka çalışmalarıyla salgın döneminde okulu terk eden ve bağı zayıflayan çocukları tespit edip, faaliyetlere dahil edeceğiz.

Bakımverenlerle, dernek mekanında ve telefon yoluyla okuma yazma derslerine ve salgın döneminde başladığımız  psikososyal destek çalışmalarına devam edeceğiz. Bunların yanında, kimlik, okul kayıt, suça itilme gibi hallerde hukuki destek mekanizması sağlayacağız.

Eğitim dönemi boyunca, Milli Eğitim Bakanlığı’nın organize ettiği veli buluşmalarında, bakımverenlere yönelik, özellikle pandemi sonrasında okula devam konusunda çocuklarını nasıl destekleyeceği ile ilgili atölyeler düzenleyeceğiz. Ayrıca SGD’nin gelir kaynakları içinde bireysel bağışların oranını artırmaya yönelik, bireysel bağışçılık sistemini güçlendirmek üzerine sistemli bir şekilde çalışacağız.

Türkiye’de Mayıs 2021 itibari ile kademeli normalleşme süreci başladı. Normalleşme ile beraber faaliyet yürüttüğünüz bölgede yaşanan değişikliklerden bahsedebilir misiniz?  Bu değişiklikler ne tür ihtiyaçlar ortaya çıkardı? SGD olarak ortaya çıkan bu ihtiyaçları karşılamak için geliştirdiğiniz ya da geliştirmeyi planladığınız projeleriniz var mı?

Normalleşme sürecinin yaptığımız çalışmalarla  en ilgili yanı okulların yüz yüze eğitime geçmesi oldu. Fiziken okul ortamından uzakta kalan çocukların okula alışması ve akranları ile uyum elde etmesi süreçlerinde desteklenmesi gerekliliği ortaya çıktı. Diğer yandan uzaktan eğitim sürecinde okul ile bağı zayıflayan, bağı kopan çok fazla çocuk oldu. SGD olarak okul ile bağı zayıflayan ya da kopan çocukların tespiti ve bu durumun sebeplerini araştırmak amacıyla vaka çalışmaları gerçekleştireceğiz. Faaliyetlerimizin içeriklerini bu durum özelinde sürekli olarak güncelleyeceğiz. Ayrıca, her ne kadar okullar yüz yüze eğitime geçse de çocuklar ve bakımverenler için COVID-19 hala ciddi bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor. Diğer yandan hanelerde gelir kayıpları oldukça sık görülüyor. Bu durum, SGD’nin, çocukların fiziksel, sosyal ve bilişsel anlamda güçlendirilerek, iyi olma hallerinin destekleyeceği  faaliyetler düzenlemesine yol açtı.

Salgın sürecinde uygulanan uzaktan eğitim ve farklı sorunlar nedeniyle  birçok çocuğun okula ara vermek veya terk etmek zorunda kaldığını biliyoruz. Yüz yüze eğitimin Eylül ayı itibarıyla başlaması ile birlikte okula terkiyle ilgili gözlemlerinizi paylaşabilir misiniz? Bu süreç ile ilgili olarak birlikte çalıştığınız çocuklardan ve bakım verenlerden nasıl geri bildirimler alıyorsunuz?

Pandemi öncesinde öğretmenleriyle, akranlarıyla yani genel olarak okulla bağı kuvvetli olmayan çocukların, pandemi döneminde okulla bağları koptu ya da ciddi anlamda zayıfladı. Bu dönemde, bu grupta yer alan çocukların tespit edilmesi, ihtiyaçlarının belirlenmesi ve desteklenmeleri için gerekli çalışmalar yeterli şekilde yapılmadı. Akademik olarak  başarılı olmadığını hisseden çocuklar, bir yandan da akran ve öğretmen desteğinden uzak kalanca  yüz yüze eğitimin başladığı bu dönemde uyum sorunları yaşamaları kaçınılmaz oluyor. Ayrıca, bakımverenlerin ve okul içerisindeki çocukların COVID-19 riski nedeniyle endişe yaşadıkları, alınan önlemlerin yeterli olmadığını düşündükleri yönünde geri bildirimler alıyoruz.

Vakfımızın Çocuk Fonu kapsamında sağladığı kurumsal hibe desteği ile SGD’nin finansal sürdürülebilirliğini güçlendirmek için çalışmalar yapacaksınız. Bu kapsamda gerçekleştireceğiniz çalışmalardan ve bu hibenin derneğinize ne tür  katkılar sağlamasını beklediğinizden bahseder misiniz?

Destek kapsamında, SGD’nin bireysel bağışçılık sisteminde iyileşme gerçekleştirmeyi     hedefliyoruz. Bu yolla SGD’nin proje, hibe ve fonlardan bağımsız öz kaynaklarını arttırmasını sağlayacağız. Kurumun faaliyetlerinin sürekliliğinin sağlanması için; profesyonel çalışanlarının uzun dönemli çalışma yapması, mevcut mekanını koruması, kaynak geliştirme endişesi olmaksızın etkili içerik ve faaliyet planlamasına zaman ayrılması gibi olanaklar yaratmayı hedefliyoruz.

 SGD mahalle düzeyinde çalışan bir dernek ve toplum merkezi. Türkiye’de yerel ölçekte çalışmalar yapan dernekler kaynak geliştirme açısından ne tür zorluklarla karşılaşıyor? Hibe desteğimizle uygulayacağınız kaynak geliştirme çalışmalarının benzer çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları için bir model oluşturabileceğini düşünüyor musunuz?

SGD, çalışmalarıyla hedeflediği değişimleri gerçekleştirebilmek için uzun dönemli ve farklı paydaşların dahil edildiği  çok yönlü bir çalışma yöntemini benimsemiştir. Kaynak geliştirme çalışmaları sırasında, nitelikten bağımsız şekilde beklenen hedef sayıların yüksek oluşu, yalnızca hedef kitle ile doğrudan ilişkili faaliyetlerin destekleniyor oluşu, kısa dönemli hibeler, maaş, kira gibi idari giderlere harcamaların yapılamıyor oluşu karşılaşılan zorluklardandır.

Kurumsal gelişim alanında verilen hibeler, SGD gibi mahalle bazlı ve az sayıda insan kaynağı ile çalışan kurumların güçlenmesine imkan sağlıyor. Bu yolla hibe desteğinin sona ermesinin ardından kurumun yol haritasız, hazırlıksız ve kaynaksız kalmasının önüne geçilmesi için fırsat yaratılıyor.

 

Çocuk Fonu 2021-2022 Dönemi Fon Başlangıç Raporu Yayımlandı

By | Çocuk Fonu

Çocukların ihtiyaçlarının giderilmesi ve haklarının tesis edilmesi için 0-15 yaş arası çocuklarla çalışan sivil toplum kuruluşlarının (STK) projelerini ve kurumsal gelişimlerini desteklemek amacıyla Turkey Mozaik Foundation işbirliği, bireysel ve kurumsal bağışçıların desteğiyle hayata geçirdiğimiz Çocuk Fonunun 2021-2022 dönemi fon başlangıç raporu yayımlandı. Fon kapsamında; Bilim Kahramanları Derneği, Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği, Sulukule Gönüllüleri Derneği ve Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği’ne toplam 359.000 TL hibe desteği sağlıyoruz.

Çocuk Fonu 2021-2022 döneminin yapısı, desteklediğimiz STK’lar ve yapacakları çalışmalara dair bilgilerin yer aldığı raporumuza buradan ulaşabilirsiniz.

NATURA Doğa ve Kültür Koruma Derneği ile Akdeniz Habitatlarının Son Yaban Kedileri Projesini Konuştuk

By | Orman Yangınları Acil Destek Fonu

NATURA Doğa ve Kültür Koruma Derneği (NATURA), dünyada sadece Güneybatı Anadolu’da yaşayan ve günümüzde parçalanmadan dolayı yok oluşun eşiğinde olan Sığla (Günlük) orman toplulukları arasında koridor oluşturarak, parçaların birleştirilmesi ve bu orman topluluklarının yok oluş sürecinin tersine çevrilmesi için çalışmalar yürütüyor. Turkey Mozaik Foundation, Actecon ve 212 işbirliğiyle bireysel ve kurumsal bağışçıların finansal desteği ile hayata geçirdiğimiz Orman Yangınları Acil Destek Fonu kapsamında NATURA, Akdeniz Habitatlarının Son Yaban Kedileri  projesini hayata geçirecek. Dernek, proje kapsamında yanan alanlarda yaban kedisi popülasyonunun mevcut durumunu ortaya çıkarmak amacıyla 10 foto-kaplan ile 100 km²’lik alanda tarama yapacak. Yaban kedisinin yanmış ve yanmamış alanlardaki habitat kullanım durumunu ortaya çıkarabilmek için 2 GPS vericisini yaban kedisine ve 1 GPS vericisini ise karakulakaya takacak olan NATURA, Yaban Kedisi Tür Koruma Eylem Planı oluşturmak amacıyla bir çalıştay düzenleyecek.

NATURA kurucu üyesi Özlem Parlar Ürker ile yaptığımız röportajda; proje kapsamında yürütecekleri çalışmaları, orman yangınlarının yaban hayat üzerindeki etkisini, Sığla Ormanlarının orman ekosistemi içerisindeki önemini ve proje kapsamında kullanacakları uydu vericisi yöntemini  konuştuk.

NATURA Doğa ve Kültür Koruma Derneği, Orman Yangınları Acil Destek Fonu kapsamında vakfımızdan ilk kez hibe alıyor. Okuyucularımızın derneğinizi daha yakından  tanıyabilmesi için kuruluş amacınızdan ve yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Derneğimiz bünyesinde yer alan doğa koruma uzmanları esasen yaklaşık on yıldır Türkiye doğasının korunmasına yönelik farklı alanlarda çalışmalar yürütmekteydi. Ancak son yıllarda hem ülkemiz hem de dünya genelinde doğa koruma alanında yaşanan gelişmelere bağlı olarak farklı stratejilerin farklı mecralarda tatbik edilebilmesi fırsatları ortaya çıktığı için ülkemizde de bu fırsatları değerlendirebilecek yeni özgün kurumsal kimliklere ihtiyaç duyulmuştur. Derneğimiz de bu ihtiyaç doğrultusunda; ülkemizde doğa koruma alanında savunuculuk yapabilecek vatandaşların yönlendirilmesine katkıda bulunmak, gönüllü ve profesyonel doğa korumacıların yetişmesine destek olmak ve ortaya çıkan yeni doğa koruma stratejilerini uygulayabilmek amacıyla 2015 yılının sonlarında Ankara’da kurulmuştur.

NATURA, doğa korumayı ülkenin ana gündemlerinden biri haline getirmeyi amaçlıyor ve en güçlü aktivizmin bilim yapmak olduğuna inanıyor. NATURA’nın doğa koruma çalışmalarındaki temel hedefleri; satın alma ve özel mülkiyet oluşturma yollarıyla özel koruma alanları oluşturmak, Yaban Hayatı Araştırma projelerini yönetmek, bilinçlendirme projeleri, doğal yaşam alanlarının korunmasına yönelik projeler, yerel korumacılar ve üniversite öğrencileri gibi koruma gönüllülerini eğitmek, bölgesel/ulusal/uluslararası organizasyonlar yapmak ve işbirlikleri geliştirmek.

Ormanlarda meydana gelen yangınların doğrudan ya da dolaylı olarak yaban hayat üzerindeki  etkileri nelerdir? Bu etkileri belirleyen faktörlerden bahseder misiniz?

Cumhuriyet tarihinin en büyük orman yangını. Çok büyük bir kütle yandı. Bu derece orman kaybı kızılçam ormanlarının bile kendini yenileyebilme yeteneğini zorlayacak seviyede. Yanan bölgenin çoğu “basralı”. Arıların çam balı yapabileceği alanlar. Basra, çam pamuklu koşnili adında bir böcek tarafından salgılanıyor. Arılar bu salgıyı kullanarak çam balı yapıyorlar. Basra Türkiye’de her kızılçam ormanında olmuyor, en fazla olduğu yer Marmaris ormanlarıydı. Basralı alanların yanmış olması dünya çam balının %92’sini üreten ülkemiz için büyük bir kayıp ve telafisi için en az 30 yıl gerekiyor. Birçok uçamayan böcek türü yandı. Yanan alanlarda yangının hasar bırakmadığı yerler belli bir derinlikteki toprak altı ve burada yaşayan/sığınabilen canlılar. Bölgede Marmaris semenderi var. Yangının çok şiddetli olduğu yerlerde birçoğu ölmüş olabilir. Yine toprak altına hemen giremeyen/ saklanamayan sürüngen türlerinden kara kaplumbağalarında çok fazla ölüm var. Diğer sürüngen türleri toprak altında belli bir derinlikte kendini koruyabiliyor. Kuşlar yangın ilk başladığı anlarda alandan uzaklaştılar. Uçuş güzergahlarında duman soluma sonucu ölümler olmuş olabilir. Yine aynı şekilde karada, yangından kaçan canlılardan örneğin memeli hayvan türlerinde duman sonucu ölümler gerçekleşebilir. Memelilerde bazı türler hariç ciddi bir kayıp olmadığını değerlendiriyoruz. Memeliler kuşlar gibi duyuları çok keskin canlılar ve çevredeki değişkenlere hemen cevap verebiliyorlar. Dumanı ve sıcaklığı fark ederek uzaklaşan türleri gözlemledik. Yaban keçisi, karakulak, yaban domuzu, tilki, kaya sansarı gibi canlılar yangının aksi yönünde alandan uzaklaştı. Aynı şekilde bozayılardan da bir kaybımız yok. Özellikle yaban domuzlarında can kayıpları yaşandı. Bu kayıplar rüzgarın ani yön değiştirmesi ve iki ateş arasında kalma şeklinde yanarak ve duman zehirlenmesi ile gerçekleşti. Kaçabilen memelilerin ulaştıkları alanda tekrar hayatlarına devam edebilmeleri için besin ve barınma ihtiyaçlarını karşılaması kolay. Her şeye rağmen yanmamış saha yeteri kadar fazla. Ancak bazı türler var ki ulaşabildikleri yanmamış alanlarda ciddi bir adaptasyon sorunu yaşayacaklar. Örneğin yaban kedisi bu stresi yaşayacak. Çünkü en uygun habitatları artık yok. Ancak bölgedeki yaban kedisi popülasyonunun tamamen ortadan kalkacağını düşünmüyorum. İlk etapta alanda gözlemlediklerim özetle bu şekilde. Eğer bu kızılçam ekosisteminin doğal karakterine kavuşmasını samimi olarak istiyorsak yapılacak şey çok basit: Yeniden ağaçlandırma konusunda uzmanların görüşleri mutlaka alınmalı. Bundan 200 yıl öncesi olsaydı, bu yanan alanlar flora ve fauna anlamında 20 yıl içinde tamamen aynı karaktere kavuşabilirdi. Mevcut dönemde maalesef bu kadar iyimser olamıyoruz. Her canlı, ağaç ve maki türü kaybında, ekosistem üzerindeki insan baskısı ve yükünden dolayı çok zorlanıyor.

Marmaris Belediyesi Çevre Çalışma Grubu ile beraber Anadolu Sığla Ağacı Tür Koruma Eylem Planı’nı hayata geçirdiniz. Öncelikle sığla ormanlarının, orman ekosistemi içerisindeki öneminden bahseder misiniz? Bu eylem planının amacından ve uygulanma yönteminden bahsedebilir misiniz?

NATURA, Anadolu üzerinde çeşitli doğa koruma çalışmaları yapsa da ağırlıklı olarak Doğu Akdeniz Havzası için endemik olan tersiyer (60 milyon yıl) kökenli relikt (kalıntı) ve dünya ölçeğinde tehdit altındaki bir akarsu orman ekosistemi olan Anadolu Sığla Ormanlarının (Liquidambar orientalis Miller) korunmasına odaklanıyor.

Oldukça hassas ve özel bir orman ekosistemi olan, yüksek derece parçalanmış ve yok oluşun eşiğine gelmiş Anadolu Sığla Ormanı gibi korunan alanlarda sürekli ve gönülden yönetim büyük önem taşıyor. Bununla beraber parçalanmış ve işgal edilmiş sığla orman parçaları günümüzde tapulu veya 2B statüsünde tarım alanı olarak kullanıldığından, bu alanların devlet eliyle yönetilmesi de mümkün olamıyor Bu bağlamda NATURA, parçalanmış sığla ormanlarını yeniden bir araya getirebilmek amacıyla işgal edilmiş orman alanlarının kazanılmasına yönelik ‘koridor metodolojisi’ yoluyla özel orman mülkiyeti oluşturma ve özel ağaçlandırma çalışmaları yapmayı da hedefliyor. Dünya’da genellikle bu tarz metotlar tatbik edilirken, parçalanmış ve işgal edilmiş orman dokuları geri kazanılırken, daha çok satın alma yoluyla kazanılacak işgal edilmiş orman alanlarının ağaçlandırılması ve yönetilmesi planlanıyor.

Biz de benzer biçimde Anadolu Sığla Ormanları içerisinde oldukça parçalanmış ve işgal edilmiş orman dokularını yeniden kazanabilmek adına ülkemiz için yeni sayılabilecek “Özel Korunan Alanlar Ağı” yöntemini uygulamayı hedefliyoruz. Öte yandan, bu araştırmaları yürütürken, bölgenin doğal ekosistemleri, habitatları, flora ve fauna elemanlarına yönelik gerçekleşen farklı doğal (yangın, sel, taşkın, erozyon, deprem vb.) ve antropojenik sınırlayıcılar/baskılara (HES, baraj, maden ocakları, tarımsal işgaller, yerleşim, turizm ve endüstri baskısı, yol ağları vb.) yönelik de zaman zaman araştırma çalışmaları yürüterek koruma pratikleri geliştiriliyor.

Bu konu özelinde kurulduğu 2015 yılından bu yana – Marmaris Kent Konseyi Çevre Çalışma Grubu’nun esas itici gücü teşkil ettiği- yaklaşık 30 farklı kurum ve kuruluşun iş birliğinde Güneybatı Anadolu’da Sığla Ormanları Eylem Planı’nın hayata geçirilmesi ve uygulanmasında ana paydaş olarak çalışmalarını Marmaris, Köyceğiz, Fethiye, Dalaman, Ortaca bölümlerinde yoğunlaştırıyor. İlgili eylem planı 2017-19 yılları arasında tamamen gönüllü biçimde hazırlanmış olup, 2019-24 dönemini kapsayan 19 ana faaliyeti içeriyor. Faaliyetlerin yerine getirilmesi de yine kurumların gönüllü işbirliğine dayanıyor.

Vakfımızın sağladığı hibe desteği ile Akdeniz Habitatlarının Son Yaban Kedileri  projesini hayata geçireceksiniz. Bu projeye neden ihtiyaç duydunuz ve proje kapsamında ne tür çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?

Bölgede önceden yaşadığını tespit ettiğimiz yaban kedisi habitatları olan yaşlı ve çevresine göre nispeten nemli kızılçam ormanları 2021 yazında meydana gelen orman yangınları sırasında maalesef tamamen yandı. Bu habitatlar Akdeniz havzasında bulunan ender nemli kızılçam habitatlarıydı ve Akdeniz havzasının en sağlıklı yaban kedisi popülasyonlarına ev sahipliği yapıyordu. Bu habitat kaybolunca yaban kedilerinin bir kısmının yangına bağlı öldüğünü, bir kısmının ise yangından etkilenmemiş alanlara geçtiğini düşünmekteyiz. Ancak gittikleri alanlarda istedikleri nemli habitat ve bu habitatta besleneceği başta sincap (Sciurus anomalus) olmak üzere avlarını bulamama ihtimali de bir hayli yüksek. Ayrıca özellikle yanmış sahaların kuzeyinde kalan habitatta karakulak türünün bulunması yaban kedisini bu türle yüksek oranda rekabete sokacaktır. Bu durumda, yaban kedisi ciddi bir stres altında kalabilecek, sonucunda Akdeniz habitatlarının en nadir yaban kedisi popülasyonu tümüyle yok olabilir. Bu bilgiler ışığında bu proje kapsamında aşağıdaki 3 başlık altında çeşitli araştırma, koruma ve farkındalık artırma faaliyetleri yapmayı planlıyoruz.

  • Yaban kedisinin Marmaris yangınlarından sonra bölgedeki durumunun ortaya çıkarılması,
  • Yaban kedisi popülasyonu üzerinde yangın sonrası ortaya çıkan doğal ve insan kaynaklı stresin ortaya çıkarılması,
    • Doğal stres: Habitat kaybı derecesinin araştırılması, Yaban kedisi ile rekabete girecek diğer türler (karakulak) ile ilişkinin ortaya çıkarılması,
    • İnsan kaynaklı stres: Yanlış yönlendirilebilecek yeniden ağaçlandırma maksatlı ormancılık uygulamaları başta olmak üzere her türlü insan aktivitesi,
  • Proje öncesinde ve süresince oluşturulan olumlu kamuoyu desteği ile bölgede yetkili resmî kurumlar ile koordinasyonun geliştirilmesi, başta bölge yaban hayatı ve biyolojik çeşitliliğini gözeten faaliyetlerin planlanmasına yönelik Yaban Kedisi’ni merkeze alan bir Tür Koruma Eylem Planı’nın hazırlanması.

Projenizi hayata geçirirken yaban kedilerini takip etmek için uydu vericisi kullanacaksınız. Bu yöntemi tercih etmenizin nedenlerinden ve bu yöntemin yapacağınız çalışmalara katkısından bahseder misiniz?

Uydu vericileri ile takip uçabilen veya karasal omurgalı canlıların ekosistem içindeki durumlarını değerlendirmek için araştırmacılara çok önemli veriler sağlıyor. Bunlar:

  • Habitat tercihi
  • Gün içinde ve yıl içindeki aktivite özelliklerinin ortaya çıkarılması
  • Başka türler ile ekosistem içindeki ilişkisi (rekabet vs gibi)
  • Çalışılan türün göç, dispersal, yetişkinliğe ulaşan bireylerin hangi yeni alanlara yerleştiklerinin ortaya çıkarılması
  • Günlük yer değiştirme hızı ve harcanan enerji

Bu proje kapsamında da yangın sonrasında alanda kalan yaban kedilerine ve karakulaklara uydu vericileri takmayı planlıyoruz. Böylece yaban kedisinin yangın sonrasında bölgedeki habitat kullanma tarzı, ekosistem içinde rekabete girebileceği karakulaklar ile olan ekolojik ilişkisini ortaya çıkarmayı hedefliyoruz . Tabi yaban hayvanları ile ilgili çalışmalar her zaman planlandığı gibi olmuyor.

Hedefimiz bu proje kapsamında en az 3 GPS vericisi hedef türlerimiz olan yaban kedisi ve karakulaka takmak. Ancak arazideki şartlar, yaban kedilerinin popülasyonundaki kayıp derecesi (yangın sonrasında ölen bireyler fazla olabilir ve bu da bireyleri yakalama olasılığımızı düşürebilir) gibi faktörler onları yakalama ve verici takma olasılığımızı düşürebilir.  Öncelikle onları fotokapanlarla takip edeceğiz. Mevcut durumu ortaya çıkaracağız. Yakalama olasılığının en yüksek olduğu noktalara yoğunlaşacağız. Belki proje sonlanma tarihinden sonra örneğin; 15. ayda yakalamayı başarabileceğiz. Bu da bir olasılık.  Bu durumda da anlık olarak bilgilendirme yapmayı hedefliyoruz. Çünkü bu proje sayesinde aldığımız ekipmanlar uzun soluklu tekrar tekrar araştırmalarda kullanılabilecek ekipmanlar. Örneğin fotokapanlar yıllarca kullanılabiliyor. Halen araştırmalarımızda kullandığımız 10 yaşında foto-kapanlar var. Yine GPS tasmaları pillerindeki enerji bitince düşüyor ve yedek enerji kaynağından gönderdiği radyo sinyallerini takip ederek arazide cihazın bulunması ve tekrar kullanılması mümkün olabiliyor.

 

 

Kurumsal Destek Fonu’nun 2021-2022 Döneminde Yapılan Başvurulara Dair Değerlendirme Metnimiz Yayınlandı

By | Kurumsal Destek Fonu

Sivil toplum kuruluşlarının (STK) kurumsal kapasitelerinin güçlenmesini desteklemek amacıyla Turkey Mozaik Foundation ve Dalyan Foundation işbirliği, bireysel ve kurumsal bağışçıların desteğiyle hayata geçirdiğimiz Kurumsal Destek Fonu’nun 2021-2022 döneminin başvuru ve seçim süreçleri tamamlandı.

STK’ların bu süreçte öne çıkan ihtiyaçlarının daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla Fonun bu dönemi için yapılan başvuruların yoğunlaştığı konulara, başvuru yapan kuruluşların genel durumu ve ihtiyaçlarına dair değerlendirmelerimizin yer aldığı açıklama metnine buradan ulaşabilirsiniz.