Category

Şartlı Hibe

Mimoza Çocuk Çalışmaları Ekibi ile Mino’nun Şarkısı Projesini Konuştuk

By | Şartlı Hibe

Turkey Mozaik Foundation mali desteği ile Mimoza Çocuk Çalışmaları ekibi tarafından hayata geçirilen Mino’nun Şarkısı projesi çocuk odaklı ve hak temelli bir yaklaşımla çocuklara haklarını, yetişkinlere ise sınırlarını ve sorumluluklarını “uygun içerik ve araçlarla” hatırlatarak, çocukların bedensel söz haklarının ihlal edilmesini ve cinsel istismara maruz bırakılmalarını önlemeye katkıda bulunmayı amaçlıyor. 

Mimoza Çocuk Çalışmaları Ekibi ile gerçekleştirdiğimiz röportajda; çocukların haklarını bilmesinin ve kişisel sınırlarını belirleyebilmesinin önemini, COVID-19 salgınının ve kısıtlamalarının çocukları nasıl etkilediğini ve proje kapsamında yapacakları çalışmaları  konuştuk. 

Mimoza Çocuk Çalışmaları ekibinin nasıl bir araya geldiğinden ve yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? 

Mimoza Çocuk Çalışmaları Ekibi, Çocuklar için daha iyi bir dünyanın mümkün olduğuna inanan yedi kadından oluşuyor. Ben (Nilüfer Numanoğlu Atalay) ve Emine İngiltere’de yaşıyoruz. Yolculuğumuz, kızlarımızın okullarında yürütülen “bedensel hak” eğitimlerinden etkilenmemizle başladı. Bir şarkı eşliğinde, eğlenceli, korkutmayan bu koruyucu-önleyici çalışmanın çocuklarımız üzerindeki etkisini fark edince keşke Türkiye’de de böyle çalışmalar yapılsadedik ve çocuk hakları alanında çalışmalar yürüten kişilerle bağlantıya geçtik.

Bu bağlantılar sonucunda, Türkiye’de çocuğun insan hakları ve cinsellik eğitimi alanlarında çalışmalar yürüten, en önemlisi çocuklar için daha iyi bir dünyayı mümkün kılma sorumluluğunu hisseden bir danışman ekibiyle bir araya geldik. Mimoza’nın danışman ekibinde; Efsun Sertoğlu, Emrah Kırımsoy, Gözde Durmuş, Hatice Kapusuz ve Melda Akbaş bulunuyor.

Ekip olarak, 2020’nin Ekim ayından başlayarak öncelikle dilde, kavramlarda ve yaklaşımda ortaklaşmak için kendi aramızda uzun soluklu çalışmalar ve tartışmalar yaptık. Ekip içinde yürüttüğümüz bu çalışmalarda özellikle; çocukların bedensel söz haklarına, çocuklar için onay kavramına, yetişkin ve çocuk arasındaki güç ilişkisine, istismar ve şiddet biçimleri ile ilgili yanlış inançlara, Türkiye’deki çocuk koruma sistemine ve yetişkinlerin sorumluluklarına odaklandık, bu konularla ilgili üretilen materyalleri ve çocuk kitaplarını inceledik. 

Üreteceğimiz içeriklerin çerçevesini, bu çalışmalardan sonra oluşturduk. 5-8 yaş arasındaki çocukları, bu yaş grubundaki çocuklarla temas ve iletişim halinde bulunan temel yetişkin gruplarından ebeveynleri/ bakımverenleri  ve yine bu yaş grubuyla çalışan eğitimcileri ve okul psikolojik danışmanlarını hedef kitlemiz olarak belirledik. Hem çocuklar hem de yetişkinler için materyal ve içerikler üretmeye karar verdik. Çalışmalarımızın temel amacını; hak sahibi özneler olan çocukların özellikle bedensel söz hakları konusunda güçlenmelerini, onların çevrelerindeki yetişkinlerin ise bu konuyla ilgili sorumluluklarını fark etmelerini sağlamak olarak belirledik. 

Çocukların bedensel söz haklarının ihlal edilmesinin ve cinsel istismara maruz bırakılmalarının önlenmesine katkıda bulunmak amacıyla hayata geçirdiğiniz Mino’nun Şarkısı kapsamında ne tür çalışmalar yapacaksınız?

Mino’nun Şarkısı’nın nihai kullanıcısı hiç şüphesiz çocuklar ancak yaş grubumuzun 5-8 yaş olduğunu düşünerek, bu yaş grubuna bakımveren ve rehberlik eden ebeveynleri, okul öncesi öğretmenlerini, sınıf öğretmenlerini ve okul psikolojik danışmanlarını da hedeflediğimiz içerikler üretiyoruz. Dolayısıyla çalışmanın etrafına örüleceği temel çıktımız çocuklar için üretilecek şarkı ve video, diğer gruplara da bu şarkı ve video üzerine çevrelerindeki çocuklarla rahat ve güvenli bir ortamda konuşabilmeleri için destekleyici materyaller ve içerikler üretmeyi amaçlıyoruz. Hazırladığımız içeriklerin olabildiğince yaygınlaşması için, tüm çıktılarının ‘telifsiz’ olması sürecin en başından bu yana önemsediğimiz noktalardan biri.

Çocukların haklarını bilmesi ve kişisel sınırlarını belirleyebilmesi neden önemli? Çocukları bu alanlarda güçlendirmek için yapılan çalışmalarda nelere dikkat edilmesi gerekiyor?

Çocukların haklarını bilmeleri; bu hakları koruma ve geliştirme sorumluluğuna sahip yetişkinlerden ve devletten haklarını talep etmeleri, yanı sıra maruz bırakıldıkları bir hak ihlalini tanımlayabilmeleri, bu tür durumlarda destek talep edebilmeleri bakımından önemli. Çocuğa doğumundan itibaren, kişisel sınırlarını tanımlayıp ifade edebilmesi yönünde rehberlik ve destek vermek ise aslında bir anlamda çocuğun kendi içini dinlemesini, ihtiyaçlarını fark edip anlamasını ve bunları dile getirebilmesini sağlıyor. Kişisel sınırlarını tanımlayıp ifade edebilmek çocuğun kendilik algısını, özgüvenini, öz saygısını güçlendiriyor, başkalarının sınırlarını fark etmesini kolaylaştırıyor, sağlıklı ve güvenli ilişkiler kurmasını destekliyor, aynı zamanda kendisini koruma ve savunma becerileri geliştirebilmesini ve ihtiyaç duyduğunda bu becerileri kullanabilmesini sağlıyor. 

Çocuklarla bedensel söz hakkı, onay kavramı, kişisel sınırlar, duygularını/ihtiyaçlarını/sınırlarını  ifade edebilme, hayır deme hakkı, sınır ihlalleri fark etme, öz koruma ve öz savunma hakkı, yetişkinlerin çocuklarla kurdukları ilişkinin nasıl olabileceği/olamayacağı, destek talep etmenin önemi gibi konuları konuşmak/çalışmak çok önemli ve gerekli. Ancak bu konuları çocukları korkutmadan, onların hak ve özgürlüklerini kısıtlamadan, cinsiyete dayalı ayrımcılık yapmadan; eşitlikçi, hak temelli, güçlendirici bir dil ve yaklaşımla ele almak gerekiyor. Kendini koru, hayır de gibi mesajlarla sorumluluğu bütünüyle çocuğa yükleyen, ahlaki ve çoğu zaman cinsiyetçi bir yaklaşımla verilen, özel bölgelerine kimse dokunamaz, böyle bir şey olursa çığlık at ve oradan kaç, güvendiğin bir yetişkine anlattan öteye gitmeyen eğitimler çocuklar açısından korkutucu ve kafa karıştırıcı. Üstelik bu mesajlar çocukların yaşamları boyunca maruz bırakıldıkları sınır ihlallerinin ve istismar biçimlerinin tümünü kapsamıyor, bu nedenle “çocukları koruma” amacıyla yapılan bu tür çalışmaların aslında “riskli” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira bu yaklaşım çocuğun dikkatini sadece belirli noktalara çekiyor, bir anlamda riskin sadece burada olduğunu söylüyor. Bu da çocuğu karşılaşabileceği diğer sınır ihlallerini normalleştirmesine, buralarda savunmasız kalmasına neden olabiliyor. Ebeveynlerin/ bakımverenlerin, eğitimcilerin, psikolojik danışmanların, sosyal çalışmacıların… öncelikle bu tür yaklaşımlardan kaçınmaları gerekiyor. 

Çalışma kapsamında çocuklar, yetişkinler, öğretmenler ve rehber öğretmenlerine yönelik olarak faaliyetler gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz. Çalışmalarınıza çocuklarla birebir ilişki içinde olan farklı paydaşları da dahil etmenizin nedeni nedir? Bu alanda farklı paydaşlarla çalışmanın nasıl bir önemi olduğunu düşünüyorsunuz? 

Bu sorunun cevabı bir önceki soruda gizli aslında. Çocukların haklarını bilmeleri ve sınırlarını tanımlayabilmeleri için güçlenmeleri önemli, ancak bu hakları hayata geçirmekten ve çocukların bedensel söz haklarına, sınırlarına saygı göstermekten sorumlu kişiler yetişkinler. Çocuğa yönelik cinsel istismar konusunda çalışmalar yapılırken sadece ya da çoğunlukla çocuğa yönelik faaliyetler üstünde duruluyor. Aslında çocuğun etrafındaki yetişkinlerin değişimine ve dönüşümüne ihtiyaç var. Çocukların hayır diyebilmeleri, sınırlarını tanımlayıp ifade edebilmeleri oldukça kıymetli ama çoğu zaman özellikle en yakınlarındaki kişiler çocukların özel alanına ve sınırlarına müdahale ediyor, verilerin de gösterdiği üzere, çocuklar ağırlıkla en yakınlarındaki, güven ilişkisi kurdukları yetişkinler tarafından istismar ediliyor. Tüm bu nedenlerle çocuğun bakımından sorumlu yetişkinler, öğretmenler ve okul psikolojik danışmanları çocuğun etrafındaki en yakın halka olarak hem çocukların hem de kendileri ile beraber diğer yetişkinlerin bu konuda bilgi ve farkındalık kazanmalarında önemli bir rol oynayabilirler. 

Çocuk kendini güvende hissetmediğinde, rahatsız edici bir durum ile karşılaştığında anlatır, kendini sözel olmasa da farklı biçimlerde ifade eder. Burada kilit rol çocuğun çevresindeki yetişkinlerde; çocuğu gözlemlemek ve dinlemek, çocuğun ihtiyaçlarını anlamaya çalışmak, ona destek olmak yetişkinlere ait sorumluluklar. Cinsel istismarı önleyici çalışmalarda çocukla birebir ilişki içindeki paydaşların güçlenmesine yönelik çalışmalar bu nedenle çok önemlidir. Özetle; hem çocuğu anlama, dinleme, ihtiyaç duyduğu desteği sunma konularında sorumluluklarını hatırlatmak, hem de çocukların bedensel söz hakları konusunda güçlenmelerine katkıda bulunmaları için yetişkinlerle çalışacağız.

Çocuklardan önce kendimizle, yetişkin akranlarımızla çalışmamız gerekiyor. Kendimizle, ebeveynlerle, eğitimcilerle, toplumun her kesiminden yetişkinle bu konuları konuşmadan, sadece çocuğu odağa alan bir eğitim yaklaşımı koruyucu-önleyicilikten oldukça uzak. Çocuk ve yetişkin arasında bu kadar belirgin bir güç ilişkisi varken, söz hakkı her daim yetişkindeyken, toplumda çocuklar hak sahibi özneler olarak görülmezken çocuklara hayır diyebilirsin, kimse senin sınırlarını ihlal edemez demek büyük çelişki. Çocuklar bebeklik döneminden itibaren sınırlarını çok çeşitli biçimlerde ifade ederler aslında. Bu sınırları tanımayan, sistematik olarak ihlal eden ve çocuklar için onlar adına yeni sınırlar belirleyenler çoğunlukla yetişkinlerdir. Yetişkinlerin çocuklara istedikleri zamanda ve şekilde fiziksel temasta bulunmaları, çocuk kendisini öptürmez/sevdirmezse küsmeleri ve hatta cezalandırmaları, çocukları katılmak istemedikleri sohbetlere zorlamaları, çocuklara yönelik rahatsız edici şakalar yapmaları… bu durumun örnekleridir. Listeyi uzatabiliriz elbette. Diğer yandan, içinde yaşadığımız toplumda çocuklardan, yetişkinlere koşulsuz saygı duymaları ve itaat etmeleri beklenir. Hepimiz böyle büyütüldük maalesef. Çocuklardan “söylenenleri yapmasını”, koşulsuz itaat etmesini bekleyen yetişkinlerin çocuğun karşısına geçip hayır diyebilirsin demesi çok kafa karıştırıcı değil mi? İstismarın herhangi bir biçim karşısında çocuğun hayır demediğini ya da diyemediğini düşünelim; bu durum istismar gerçeğini değiştiriyor mu? Hayır değiştirmiyor. Dolayısıyla istismardan korunmak çocuğun sorumluluğu değil, hem istismar etmemek hem de istismarı önlemek yetişkinin sorumluluğu. Tüm bu nedenlerle, öncelikle yetişkinlerin çocuk algısı ve çocukla ilişkilenme pratikleri değişmeli. 

COVID-19 salgını ve bu kapsamda alınan tedbirler bir seneden uzun süredir hayatımızı etkiliyor ve çocuklar bu kısıtlamalardan en fazla etkilenen gruplar arasında yer aldı. Çocuk hakları konusunda uzman bir ekip olarak, sizce içinde bulunduğumuz ve bundan sonraki süreçte çocukları en çok etkileyecek meseleler neler olacak?

Mart 2020’den bu yana olağanüstü bir halk sağlığı krizini atlatmaya çalışıyoruz ve evet bu krizin en çok etkilediği grupların başında çocuklar geliyor. Pandemi öncesi dönemi hatırlayalım: toplumdaki çocuk ve çocukluk algısı malum, devletin kurum ve kuruluşlarında, eğitim sisteminde, medyada, yetişkinlerde… çocuk hak temelli bir yaklaşım yerleşmiş değil, çocuk koruma politikası ve mekanizmaları işlemiyor.Mevcut tablo böyleyken pandemiyle birlikte, virüsün yayılımını kontrol altına almaya yönelik tedbirler varolan çocuk koruma risklerini artırdı, hali hazırda ülkemizde çocukların yaşadığı sorunları ve eşitsizlikleri daha da derinleştirdi, diğer yandan da yeni çocuk koruma riskleri ortaya çıkardı. 

Sürecin başından beri, bilim insanları fiziksel sağlık bakımından çocukların risk altında olmadıklarını ifade ettiler. Ancak pandemi nedeniyle okulların kapatılması, uzaktan eğitime başlanması, hareketin kısıtlanması gibi karantina işlemleri başlangıçta sağlık açısından gerekli olmakla birlikte, çocukların rutin yaşantılarını, sosyalleşmelerini, yaşları gereği ihtiyaç duydukları hareketliliği ve destek mekanizmalarını bozan etkilere sahipti. Çocukların hızla okula dönmesini sağlamak ve okulları açık tutmak üzere planlar yapılması ‘çocuğun üstün yararı’ ilkesi gereği gerekli iken Türkiye’de süreç maalesef tam tersi yönde işledi. 

Pandeminin başında sloganlaştırılan ve uzun süre gündemde tutulanevde kal çağrıları çocuk hakları alanında çalışan bizler için düşündürücüydü. Zira, ülkemizde bakımverenlerin büyük kısmı çocukları baskı ve şiddet içeren disiplin yöntemlerine maruz bırakıyor; şiddet uygulamayı çocuğu yetiştirmenin meşru bir yöntemi olarak görüyor. Hak ve sınır ihlalleri, ihmal, istismar ve şiddet biçimleri düşünüldüğünde; evin her çocuk için “güvenli bir alan” olmadığını biliyoruz. Çocukların haklarının, özel alanlarının, sınırlarının en çok “ev” ve “aile” içinde ihlal edildiğini de… Çocuklar evden çıkamadıklarında; öğretmenlerinden, psikolojik danışmanlarından, arkadaşlarından, güvendikleri yetişkinlerden ya da sosyal hizmetlerden uzak kaldıklarında, aile dışındaki yetişkinler/uzmanlar tarafından gözlemlenip takip edilmediklerinde neler olacağına dair yoğun endişe hissettik, hissetmeye devam ediyoruz. 

Halk sağlığı ile ilgili daha önce yaşanan acil durumlardan bildiğimiz üzere; okulların kapandığı, sosyal hizmetlerin kesintiye uğradığı ve hareketin kısıtlandığı durumlarda çocuklar daha fazla hak ihlali, kötü muamele, toplumsal cinsiyet temelli şiddet, sömürü, istismar ve şiddet riskiyle karşı karşıya kalıyor. Örneğin, 2014-2016 yılları arasında Batı Afrika’da yaşanan Ebola virüsü salgını sırasında okulların kapanması çocuk işçiliği, ihmal, cinsel istismar ve erken yaş hamileliklerinde büyük artışlara neden olmuştu. 

Veriler, pandemi koşullarıyla birlikte Türkiye’de kadına yönelik ev içi şiddetin arttığını gösteriyor. Elimizde çocuklarla ilgili net veriler yok. Pandemi koşullarında devletin çocuklar için bir acil eylem planının olmadığını da gördük. Tüm bu süreç çocukların hepsini etkilemekle birlikte bazı çocukları daha derinden etkiledi ve etkilemeye devam ediyor: Kronik hastalığı olan çocuklar, özgürlüğünden yoksun bırakılan (hapishanedeki) çocuklar, kapalı kurumlarda kalan çocuklar, yoksulluk yaşayan çocuklar, sokakta yaşayan çocuklar, çalışmak zorunda bırakılan çocuklar, yerinden edilmiş (sığınmacı, mülteci) çocuklar, özel gereksinimi olan; özel bakım ve eğitime ihtiyaç duyan çocuklar, engelli çocuklar, kız çocukları, toplumsal cinsiyet normlarının ötesindeki çocuklar, pandemi nedeniyle ebeveynlerinin geliri düşen ya da tamamen kesilen çocuklar, ebeveynleri sağlık personeli olan çocuklar, ebeveynleri COVID-19 nedeniyle yatarak tedavi gören ya da vefat eden çocuklar… 

Diğer yandan, evde kalmak zorunda olan milyonlarca çocuktan internete ve cihaza erişim imkanı olanlar; sosyalleşmenin, eğlenmenin, oyun ihtiyacını karşılamanın ve dış dünyaya erişmenin bir yolu olarak dijital teknolojileri daha fazla kullanmaya başladı. Çocukların dijital alan kullanımın arttığı bu dönemde onları çevrimiçi ortamlardaki risklerden koruma noktasında yapılması gerekenler de “çocukların iyi ve güvende hissetme hakkı” kapsamında gündemimizde olmalı. İnternete erişim imkanı olan çocukların istismara ve şiddete maruz kalmaması için önlemler almak sorumluluğumuz. 

Bundan sonra başka pandemiler yaşamayacağımızın garantisi yok. Devletin, böyle zamanlarda artan çocuk koruma ihtiyacına yönelik çalışmalar yapması, acil eylem planları hazırlaması şart.

 

Gelecek Daha Net Platformu ile Gençliğin Kimyası Projesi’ni Konuştuk

By | Şartlı Hibe

18-25 yaş arası gençlerin hayatları ile ilgili bilinçli kararlar alabilmelerine ve kendi hayatlarının hakimi olmalarına destek olmak amacıyla  Sürdürülebilir Kalkınma için Yenilikçi Çözümler Derneği bünyesinde çalışmalarını yürüten Gelecek Daha Net Gençlik Platformu (GDN), profesyonel hayatta yer alan kişiler ile gençleri çevrimiçi ve çevrimdışı rehberlik, mentorluk, eğitimler, buluşmalar, videolar, kariyer koçluğu gibi fırsatlarla buluşturarak, gençlerin meslek seçimlerine destek sağlıyor. Organik Kimya işbirliği ve mali desteği ile Vakfımızın koordinasyonunda hayata geçirilen Gençliğin Kimyası Projesi ile GDN, kimya ve ilişkili bölümlerde okuyan lise ve üniversite öğrencilerinin kimya sektörü ile ilgili birinci elden bilgi edinebilmesi ve kariyer yolculuklarında okudukları bölümler üzerinden meslek seçimi yapmalarını teşvik etmek amacıyla çalışmalar yürütecek. Proje kapsamında, katılımcı gençlerin kimya sektöründeki farklı meslekleri tanımaları amacıyla video içerikleri, webinarlar ve e-mentorluk buluşmaları gerçekleştirilecek. Aynı zamanda, projeye katılan 10 genç Organik Kimya’nın 5 farklı departmanında birer günlük staj programına katılacak. 

GDN Proje Koordinatörü Genar Ersoy ile yaptığımız röportajda Gençliğin Kimyası projesini, Türkiye’de gençlerin meslek seçimini etkileyen faktörleri, gençlerin ve profesyonellerin iş yaşamında birbirlerinden beklentilerini konuştuk. 

Gelecek Daha Net Platformu (GDN) vakfımızdan ilk kez hibe alıyor. Okuyucularımızın GDN’yi daha yakından tanıyabilmesi için kuruluş amacınızdan ve yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

GDN, gençlerin kendilerine uygun meslek alanlarını erken yaşta bulmalarına yardımcı olan ve Türkiye’de yetersiz kalan rehberlik sistemine alternatif çözüm getiren bir sosyal girişim. GDN, gençlerin toplumun proaktif üyeleri olmasını teşvik ediyor; eğitim, kariyer ve hayatta bilgiye dayalı kararlar alabilme kabiliyetiyle gençleri güçlendiriyor ve kendi kaderlerini tayin edebilmelerini teşvik ediyor. Onları 21. yüzyılın hayat becerileriyle donatıyor. GDN çalışmalarında yüzlerce gönüllü profesyonelin rol aldığı çevrimiçi ve çevrimdışı mentorluk, koçluk ve yetenek geliştirme yaklaşımlarını birleştiriyor. Bu doğrultuda insanların tatminkâr hayatlar yaşamasını; liseyi, üniversiteyi ve işini bırakan genç sayısının azalmasını, iş bulma şanslarının artmasını, kariyerde başarı oranlarının artmasını, ekonominin güçlenmesini ve genel anlamda daha proaktif ve üretken bir toplumun ortaya çıkmasını hedefliyor.

Bu doğrultuda çevrimiçi mentorluk, Türkiye Uluslararası Koçluk Federasyonu (ICF Türkiye) işbirliği ile kariyer koçluğu, EMBARK Programı ile tersine mentorluk, webinarlar, meslek tanıtım ve ilham veren videolar, yüz yüze kişisel gelişim eğitimleri ve gençlik kampları gerçekleştiriyoruz.

GDN olarak gençlerin doğru meslek seçebilmeleri için birçok farklı proje geliştirdiğinizi biliyoruz. Türkiye’de gençlerin meslek seçimini etkileyen faktörler nelerdir?

Türkiye’de maalesef meslekten önce üniversite ve bölüm seçimi yapılıyor. Bu seçim için de en önemli kriter üniversiteye giriş sınavlarında alınan puan. Fakat birçok bölümde mezun olduğunuzda yapabileceğiniz farklı meslekler, işler var. Gençlerin üniversite yıllarında buna karar vererek ilerlemesi çok önemli. Gençler okuduğu bölümün, aldığı eğitimin çok dışında mesleklere yöneldiğinde yetenek uyumsuzluğu söz konusu oluyor. Bu da gençlerin mutsuz olmasına, işsizliğin artmasına ve ekonomik verimsizliğe sebep oluyor. Bu sebeple gençlerin yapmak istedikleri mesleklerin içeriğini, o mesleği yapan kişilerin iş günlerinin nasıl geçtiğini, o mesleği yapmak için hangi yeterlilikleri sağladıklarını bilmeleri çok önemli. Gençlerin doğrudan meslekleri yapan profesyonellerle görüşerek, kendi değerleri ve güçlü yönleri doğrultusunda mesleklerini seçmeleri ve iş hayatına girmeden önce o alanlarda kendilerini geliştirmeleri çok değerli.

Projelerinizde özel sektörden kurumlar ve profesyonellerle gençleri bir araya getiriyorsunuz. Genel hatlarıyla incelediğinizde, farklı sektörlerde faaliyet gösteren bu şirketlerin gençlerden ne tür beklentileri var? Kullandığınız yöntemler bu iki grubun ihtiyaçları ve beklentilerini karşılamakta ne kadar etkili oluyor?

GDN olarak, gençlerin sektörlerden ve şirketlerden beklentilerinin neler olduğunu göz önünde bulunduran çalışmalar yürütüyoruz. 2017 yılında bu bağlamda Genç Dostu Şirketler Araştırması’nı gerçekleştirdik. Farklı sektörlerde şirketler, gençlerin ne yapmak istediklerinin bilincinde ve kişisel gelişim açısından kendilerini geliştirmiş bireyler olmalarını bekliyor. Gençler ise şirketlerin yeni kuşaklara uyum sağlamalarını, dinamik, dijital çalışmalara uyumlu, sosyal sorumluluk bilinçlerinin yüksek ve sürekli yeniliklere, teknolojiye ayak uydurmalarını istiyor. Bu anlamda mentorluk, tersine mentorluk, webinarlar, meslek videoları ile karşılıklı iletişimi gençler iş hayatına girmeden başlatmış oluyoruz. Çeşitli eğitimler ve kamplar ile gençlerin kendilerini geliştirmelerini, 21. Yüzyıl becerilerini edinmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Birçok farklı faaliyetle bu iki grubun ihtiyaç ve beklentilerini karşılamaya çalışıyoruz.

Vakfımızın koordinasyonunu yürüttüğü, Organik Kimya’nın işbirliği ve mali desteğiyle gerçekleştirdiğiniz Gençliğin Kimyası projesi amacından ve bu kapsamda yapmayı planladığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Bu proje ile kimya sektöründe kariyer hedefleyen gençlerin; Organik Kimya Gönüllüler Topluluğu ile etkileşim kurmaları, kariyer hedeflerini planlamalarına destek olunması, güçlü yönlerinin ve kişisel gelişim alanlarının desteklenmesi, toplumsal farkındalık ve duyarlılıklarının artırılması, kimya sektöründe çalışmaya motive edilmesi ve yönlendirilmesi amaçlanıyor.

Gençliğin Kimyası Projesi kapsamında; 

  • Organik Kimya gönüllülerinin, gençlere kariyer planlamalarında yol haritası belirlemeye yardımcı olmaları ve hem sektörel hem kişisel gelişim alanlarında onları desteklemeleri amacıyla bir Mentorluk Programı gerçekleştirilecek. Yapılandırılmış mentorluk görüşmeleri birebir ve çevrimiçi olarak düzenlenecek. Mentorluk görüşmelerine 25 mentor ve 25 genç katılacak.Hem Organik Kimya, hem sektör, hem de iş-özel hayat dengesine yönelik bilgilendirici ve interaktif 10 webinar gerçekleştirilecek. Bu webinarlarda Organik Kimya’nın farklı departmanlarında rol alan profesyoneller, gençlerle bir araya gelerek bilgi ve deneyim paylaşımında bulunacaklar ve gençlerin sorularını yanıtlayacaklar. 
  • Organik Kimya’nın farklı departmanlarından meslek profesyonelleri ile Meslek Tanıtım Videoları hazırlanacak. Gençlerin sektördeki farklı birimler hakkında merak ettikleri ve sektör profesyonellerinin kariyer yolculukları bu videolarda yer alacak. Organik Kimya bünyesinde İstanbul’da çalışan profesyonellerle 5, Rotterdam’da çalışan profesyonellerle de 2 meslek tanıtım videosu hazırlanacak.
  • Gelecekten Bir Gün Staj Programı ise, gençlerin Organik Kimya’nın farklı birimlerinden profesyonellerle birebir zaman geçirerek, sektörün ve mesleklerin çalışmalarına dair bilgi edinmelerini sağlayacak kısa süreli bir staj programı. Program kapsamında gençler 1 ile 5 iş günü arasında süreyi Organik Kimya’da farklı pozisyonlarda çalışan profesyonellerle birlikte geçirecek.
  • İnteraktif oturumları ve sürdürülebilir yaşam tarzlarına katkıda bulunması amacıyla tasarlanan materyalleri ile Goals for Good Programı, çevrimiçi olarak gerçekleştirilen 4 modülden oluşuyor. Goals for Good Programı, kimya sektöründe çalışmak isteyen gençleri, kendi refahlarının yanı sıra diğer insanların ve dünyanın refahı için de iyi olan hedefler belirlemeleri ve bu hedeflere ulaşmaları konusunda desteklemeyi amaçlıyor.

Proje kapsamında da uygulayacağınız Goals for Good programı ile gençlerin başarı ve sürdürülebilirlik gibi kavramlara bakışında bir farklılık yaratmayı hedefliyorsunuz. Bu programın kapsamından ve daha önce katılan gençler üzerindeki etkisinden bahseder misiniz?

Goals for Good programı uluslararası bir program. GDN olarak programın Türkiye ayağını yürütüyoruz. Program, gençlerle yapılandırılmış 4 seans olarak gerçekleşiyor. Program modülleri, Küresel Amaçlar doğrultusunda geliştirilmiş. Pandemi koşullarında çevrimiçi olarak gerçekleşen programı şimdiye dek 95 gençle beraber uyguladık. Katılımcı gençlere program öncesi ön-test, sonrası son-test ve değerlendirme anketi uyguluyoruz. Programa katılan gençlerin geri bildirimleri doğrultusunda; bilgilerinin ve farkındalıklarının arttığını, kendileri için kısa, orta ve uzun vadede hedefleri ve başarı tanımlarını belirlediklerini ve iyi olma hallerini arttırmak için günlük hayatlarında değişiklikler yaptıklarını gördük. Program sırasında uygulanan metotları ve araçları gençler gündelik hayatlarına da adapte ediyorlar.

 

Sulukule Gönüllüleri Derneği Çocukların Gözünden Okul ve Oyun Projesini Tamamladı

By | Şartlı Hibe

Sulukule Gönüllüleri Derneği (SGD), risk altında, dezavantajlı ve ayrımcılığa maruz kalmış kadın ve çocuklarla Fatih, Karagümrük’te hak temelli çalışmalar yapıyor. Vakfımızın Şartlı Destek Fonu kapsamında Dalyan Foundation finansmanıyla sağladığımız hibe desteği ile SGD, İstanbul Fatih ilçesinde yaşayan çocukların içinde bulundukları eğitim ortamına dair beklentilerini; öğretmenlerin, ailelerin ve eğitim ortamının çocukların okul ile kurdukları bağı nasıl etkilediğini ve derneğin okul terkini önlemeye yönelik yürüttüğü çalışmaların etkilerini ortaya koymak amacıyla gerçekleştirdiği bir araştırma projesi olan Çocukların Gözünden Okul ve Oyun projesini tamamladı. Bu kapsamda Çocukların Gözünden Okul ve Oyun raporunu yayınlayan dernek, raporun öne çıkan bulgularını alandaki paydaşlarıyla paylaşmak üzere çevrimiçi bir panel de düzenledi. 

Sulukule Gönüllüleri Derneği Proje Koordinatörü ve İzleme Değerlendirme Sorumlusu Aysun Koca ile yaptığımız röportajda raporun öne çıkan bulgularını, COVID-19 salgının projeye ve çalışma alanlarına etkilerini ve salgının okul terki açısından ne tür sonuçlar doğurduğunu konuştuk. 

Fatih Bölgesi’ndeki okul terkini önlemeye yönelik yürüttüğünüz faaliyetlerin etkilerini ölçmek amacıyla gerçekleştirdiğiniz araştırma projesini yakın zamanda tamamladınız. Çocukların Gözünden Okul ve Oyun raporunun amacından ve öne çıkan bulgularından bahseder misiniz?

Çocukların okulla kurdukları bağı ve SGD okul atölyelerinin bu bağa katkısını analiz etmek amacıyla yürüttüğümüz araştırmayı, COVID-19 salgını nedeniyle okulların kapalı olduğu, eğitimin uzaktan sürdürüldüğü ve SGD’nin uzaktan çalıştığı bir dönemde yürüttük. Araştırmanın amaçlarını şöyle özetleyebiliriz:

  • Çocukların içinde bulundukları eğitim ortamlarına dair beklentilerinin belirlenmesi,
  • Öğretmenlerin çocukların okulla kurdukları bağdaki rolünün belirlenmesi,
  • Ailelerin çocukların okulla kurdukları bağdaki rolünün belirlenmesi,
  • Eğitim ortamlarının çocukların okulla kurdukları bağdaki rolünün belirlenmesi,
  • SGD’nin doğrudan çalışma yürüttüğü bölgede yarattığı değişimlerin verilerle ortaya konulması, böylece yapılan çalışmaların model haline getirilmesinin desteklenmesi

Araştırma, İstanbul içinde SGD’nin doğrudan atölyelerini gerçekleştirdiği Karagümrük ve Balat’ta yer alan okullardaki çocukları, onların bakımverenlerini ve öğretmenlerini kapsıyor. Araştırma sürecinde 9 ile 17 yaş aralığında 45 çocuk, 12 bakımveren ve 26 öğretmenle görüştük. 

Görüşülen çocukların % 38’i uzaktan eğitime düzenli olarak erişemediğini, % 40’ı ise ara sıra düzenli erişim sağladığını söyledi. Görüşülen çocukların %89’u okulu özlediğini söyledi. Okula dair en fazla özlenenler ise % 61 ile arkadaşlar, % 14 ile dersler, % 11 ile de atölyeler oldu. 

Görüşme yaptığımız çocuklardan bazılarının atölyeler ile ilgili geribildirimlerini paylaşacak olursak; 

Dönüm noktası gibi bir şey oldu çünkü çok eğlendim. Fotoğrafçılık atölyesinde net olarak hatırladığım bize bir fotoğraf makinesi vermişlerdi. İşte onlarla fotoğraf çekmiştik, anılarımızı anlatmıştık. Fotoğrafta ne anlatmak istedik ne çektik gibi. Teknikler öğrenmiştik o teknikleri ben hala kullanıyorum.” (15 yaş)

Mesela dersler uzun ama atölyeler çok kısa. Ve haftada bir gün bu birazcık kötü benim için.” (12 yaş)

20 günden fazla devamsızlık yapan çocukların, okulların toplam öğrenci sayısına oranı % 14 olarak karşımıza çıktı.

Öğretmenlere göre çocukların devamsızlık nedenleri ise;

  • Ailelerin/bakımverenlerin ekonomik olarak okul masraflarını karşılayamıyor oluşu
  • Çocukların çalışma hayatına katılması
  • Okul ortamının engelli öğrencilere göre düzenlenmemiş olması
  • Uzaklaştırma cezalarının çocukların okulla bağını zayıflatması
  • Çocuklarda ders ve sınavlarda başarısız olma kaygısı
  • Çocukların anneye/aileye ev ve bakım işlerinde yardım etmek zorunda kalması
  • Göçmen çocukların yeterli düzeyde Türkçe bilmemesi
  • Çocuklar arası yaşanan akran zorbalığı
  • İlgisiz aileler/bakımverenler
  • Öğrenme bozukluklarının teşhis edilememesi
  • Çocukların yaşadığı dürtü-davranış kontrol zorlukları ve diğer psikolojik zorluklar

Okula kayıtlı olduğu halde hiç okula gelmeyen çocukların, okulların toplam öğrenci sayısına oranı da % 8 olarak tespit edildi.

Öğretmenlere göre okul terki göstergeleri;

  • Sık devamsızlık yapma
  • Derslerde ilginin azalması
  • Ailenin ilgisinin azalması ve
  • Arkadaşlarıyla iletişimde azalma oldu.

Görüşülen çocuklar 2015 yılından bu yana SGD atölyelerine katılan çocukların da olduğu bir gruptu. Bu vesile ile atölyelerin uzun süreli etkisini anlama imkânı da bulduk.

Atölye katılımcısı çocukların devamsızlık oranlarındaki düşüş SGD’nin temel hedeflerinden biri olan çocukların okulla kurdukları bağın güçlendirilmesine olumlu katkı sunulduğunun göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ancak, çocuklar birden fazla dönem aynı atölyeye katıldıklarında isteklerini kaybedebildiklerini ve çocuklar ile bakımverenlerinin atölyelere katıldıklarında derslerini kaçırma endişesi yaşadıklarını gördük.

Çocukların uzun süredir okula gidemediği bir dönemde okul ile bağlarını ve SGD okul atölyelerinin bu bağa etkilerini analiz ettiniz. Bu durum araştırma sırasında nasıl zorluklara neden oldu? Bu zorlukları aşabilmek için ne tür yöntemler kullandınız?

Pandemi kaçınılmaz olarak bu araştırmayı da etkiledi. Sahaya çıkacağımız zaman, hepimizin evlere kapandığı, karantinalarla tanıştığımız bir döneme denk geldi. Çalışmayı tamamen durdurmak yerine araştırma tasarımını, görüşme yöntemlerini güncelleyerek ve duruma adapte ederek ilerlemeyi tercih ettik. Bu durum da belirlediğimiz takvimde sarkmalara neden oldu.

Salgın koşullarının araştırmaya en önemli etkisi, hiç kuşkusuz, çocukların uzun bir süredir okuldan uzak oldukları bir süreçte yapılmış olmasıdır. Bu durum, uzun zamandır evde kapalı olan ve en önemli sosyalleşme alanı olan okul ve atölyelerden uzak kalan çocukların bu ortamlara dair anlatılarını da oldukça etkiledi. Çocukların okul ve atölye ortamına dair anılarını hatırlamakta güçlük çektiğini gördük. Bu sebeple, araştırma çerçevesi ve hazırladığımız sorular araştırma boyunca birden çok kez değişikliğe uğradı. Gelinen noktada çocukların okuldan ve atölyelerden uzak kalmalarının anlatılarını etkileyeceğinin farkında olan ve bu etkiyi analizin bir parçasına dönüştürmeye izin veren bir araştırma çerçevesi oluşturduk ve uyguladık.

Ayrıca, araştırma kapsamında, SGD’nin atölye modelinin uygulanmadığı okullarda da saha çalışması yapmayı ve atölyelere katılan ve katılmayan öğrenciler için okulla kurulan bağın nasıl farklılaştığını karşılaştırmayı da hedeflemiştiki. Ancak salgın koşulları nedeniyle atölyelerin uygulanmadığı okullara erişim mümkün olamadı, saha çalışmasını sınırlı tutmak durumunda kaldık.

Araştırma sonucunda elde ettiğiniz bulguları çalışma alanınız ve yöntemleriniz açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Araştırma doğrultusunda çalışmalarınızda yapmayı planladığınız bir değişiklik var mı?

Araştırma raporunu referans alarak, kurumsal stratejik planımızı güncellemeyi ve rapor bulgularını saha çalışmaları içinde kullanmayı hedefliyoruz. Bu doğrultuda raporun sonuç ve önerileri ışığında, SGD’nin geliştirdiği model üzerine revizyonlar yapmayı planladık. Yaz döneminde yaptığımız ve yapmaya devam ettiğimiz ekip toplantıları ile yeni okul döneminde modelin büyük bir kısmını yenileyerek denemeyi hedefliyoruz.

İlk somut çalışma ise, okulda kaydı olan fakat fiziksel olarak okulda olmayan, okul sisteminden uzaklaşmış çocuklara okul içinde uygulanan atölyelerle ulaşmanın mümkün olmadığı sonucuna ilişkin oldu. Pandemi döneminde başladığımız bir başka projenin saha sonuçlarını da dahil ederek, bu soruna ilişkin yeni bir proje başvurusu yaptık ve bu dönem okul dışı kalmış çocuklara yönelik bir uygulama gerçekleştireceğiz.

Pandemi döneminde dönüştürdüğümüz atölye içerikleri de bize gösterdi ki, ihtiyaçlara, değişen koşullara göre çalışmanın temel çekirdeğini bozmadan uyarlanabilir, esnetilebilir içerikler üretebilme kapasitesine sahibiz. Bu da modelin güçlü yanını oluşturan unsurlardan birisi olarak görülebilir.

Birlikte çalıştığınız hedef kitle üzerinden düşündüğünüzde salgın sürecinin okul terki açısından nasıl sonuçları oldu? Bu zorlu dönemde okulu terkini engellemek için yapılabilecekler neler?

Salgının, eğitim alanı ile ilgili zaten var olan eşitsizlikleri derinleştirdiğini söylemek hiç yanlış olmaz. Okul terki SGD’nin kurulduğundan bu yana mücadele ettiği bir sorun iken, pandemi ile beraber bu sorunun çalıştığımız bölgede gözle görülür bir biçimde derinleştiğini söyleyebiliriz. 

Bu derinleşme, Tarlabaşı Toplum Merkezi, Başak Sanat Vakfı ve Small Project İstanbul ile beraber eşgüdümlü bir şekilde yürüttüğümüz COVID-19 sürecinde İstanbul’un Farklı Yerleşimlerinde Çocukların Haklarına Erişimi Araştırması-Eğitim Hakkı odağındaki raporun bulgularında da izlenebilir.

Sözünü ettiğimiz izleme raporunun bulgularından da görülebileceği gibi halen öğretmeniyle hiç iletişim kuramamış çocuklar bulunuyor. Bir önceki izleme aşamalarına kıyasla ekonomik koşullar nedeniyle çocukların ev içi ve ev dışı sorumluluk ve yüklerinde artış olduğunu izledik. Okul öncesi eğitim çağı yaşında olan çocukların okula erişim sağlayamadığını gördük.

Önümüzdeki dönem de uzaktan eğitim devam edecekse eğitime erişimin tam donanımlı bir şekilde sağlanması ve hiçbir çocuğun uzaktan eğitimin dışında kalmaması önem taşıyor. Uzaktan eğitim sürecinde ortaya çıkabilen ekstra maliyetler karşılanmalı. Çocukların sosyal-duygusal öğrenme becerilerini destekleyebilecek ve COVID-19 sürecini anlamlandırmalarını sağlayacak programlar ve içerikler geliştirilmeli. Bakımverenlerin çocukları evde nasıl destekleyebileceklerine yönelik erişilebilir eğitimler geliştirilmeli ve yaygınlaştırılmalı. Okul psikolojik danışmanlarının hem çocuklar hem de çocukların bakımverenleriyle etkileşimi daha düzenli olmalı. 

Yüz yüze eğitime dönüş için hazırlıkların başladığı bu dönemde birlikte çalıştığınız çocukların bu sürece hazırlanması ve adaptasyonu için neler yapılması gerekiyor? Sulukule Gönüllüleri Derneği olarak bu süreçte bir destek sağlanmayı planlıyor musunuz?

Yukarıda sözünü ettiğimiz izleme raporunun öneriler kısmında detaylı bir şekilde ele aldığımız gibi uzaktan eğitim sonrası yüz yüze eğitime geçişte öğrenciler arası farklılıkların giderilmesi için öğretmenleri ve öğrencileri destekleyici uygulamalar başlatılmalıdır. İhtiyaç tespiti yapılarak telafi sınıfları veya yetiştirici sınıflar oluşturulmalıdır. Çocukların okula dönüş ve COVID-19 sürecinde yaşadıkları psikolojik zorlukları azaltmak, arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle etkileşimlerini artırmak için psikososyal destek alması sağlanmalıdır. Okul terkleri ve uzun süreli devamsızlıklar takip edilmeli, erken müdahale programları geliştirilmelidir.

SGD olarak ise yeni başlayacak okul dönemi için, bulunduğumuz bölgede okul terkine yönelik bir saha çalışması yapmayı, çocuklarla bu araştırmadan elde ettiğimiz bilgileri derinleştirecek görüşmeler yapmayı ve onları eğitim sistemine dahil edecek programlar geliştirmeyi, benzer şekilde bakımverenleri de uzun bir aradan sonra okula dönen çocuklarını nasıl destekleyebilecekleri konularında psikososyal açıdan desteklemeyi hedefliyoruz.

 

Köy Okulları Değişim Ağı Derneği ile Öğretmen Toplulukları Projesini Konuştuk

By | Şartlı Hibe

Kırsaldaki okullarda bütünsel ve kaliteli eğitim sağlamak için öğretmenleri ve diğer paydaşları güçlendirmek ve bu konudaki iyi uygulamaları yaygınlaştırmak amacıyla çalışan Köy Okulları Değişim Ağı’na (KODA) Şartlı Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansmanı ile hibe desteği sağlıyoruz. Öğretmen Toplulukları projesinin 2020-2021 eğitim-öğretim yılında Diyarbakır’da yapılacak çalışmalarını desteklediğimiz projede, öğretmenlerin kendi aralarındaki dayanışmayı artırması, birbirlerinden öğrenme pratiklerinin çoğalması ve ihtiyaç duydukları konularda eğitimler alarak mesleki ve kişisel gelişimlerinin sağlanması için çalışmalar yapılacak.

Köy Okulları Değişim Ağı Topluluk Koordinatörü Esra Yıldırmış ve Akış ve Proje Yazım Asistanı Dilara Avdagiç ile öğretmen adaylarını kırsaldaki eğitim hayatına hazırlamak üzere hayata geçirdikleri Köye İlk Adım programını, 2017’den beri yürüttükleri Öğretmen Toplulukları projesinin öğretmenler üzerindeki etkilerini ve Öğretmen Toplulukları projesi kapsamında Diyarbakır’da yapacakları çalışmaları konuştuk.

KODA ile Ekim ayında yaptığımız son röportajdan bu yana 2020-2021 eğitim öğretim döneminde kademeli ve yarı zamanlı olarak yüz yüze eğitime başlanma kararı alındı. Bu uygulama, birlikte çalıştığınız köy okulları ve bu okullarda öğrenim gören çocuklar için ne ifade ediyor?

Salgın ile birlikte gelen uzaktan eğitim sürecinde öğretmenlerimiz hem kendi olanakları hem de öğrencilerinin olanakları dahilinde çok çaba gösterdiler ve yaratıcı çözümler buldular. Biz de KODA olarak uzaktan eğitim boyunca yalnız bırakmadığımız öğretmenleri okula dönüş sürecinde de desteklemeye devam ettik ve çeşitli faaliyetler gerçekleştirdik.

Bu faaliyetlerimizden ilki, Temmuz ayında düzenlediğimiz Kırsalda Eğitim Konferansı oldu. Bu konferans ile amacımız yaratıcı fikirlerle uzaktan eğitim sürecini yürüten öğretmenlerimize deneyimlerini meslektaşlarıyla paylaşmaları için bir alan açmak ve hep birlikte uzaktan eğitim sürecini değerlendirirken okula dönüş sürecine dair fikir alışverişi yaparak çözüm önerileri üretmekti. Yüz yüze eğitime odaklanan çalıştay grubu, okulların açıldığı durumda ailelerin çocuklarını okula göndermekteki çekincelerinden, bilinçlendirme çalışmalarına ihtiyaçtan, okul-aile-öğrenci arasında açık iletişim ve güven ortamı kurmanın öneminden, okuldaki fiziksel alanların (ör. masa, sandalye, bahçe) sosyal mesafeye uygun kurgulanması gerektiğinden ve öğrencilerin uyum sürecinde sosyal ve duygusal becerilerinin desteklenmesinin gerekliliğinden bahsettiler. Bu ihtiyaçların tespitini takiben öğretmenler hem kendi sorumluklarının neler olduğunu ele aldılar hem de aileler, kamu kurumları, STK’lar, özel sektör gibi eğitimin diğer paydaşlarından neler beklediklerine dair bir çerçeve çizdiler. Çok yakında, öğretmenlerle yeniden bir araya geleceğiz ve okula dönüş sürecinin nasıl geçtiğini onlardan duyacağımız bir buluşma düzenleyeceğiz. Böylece öğretmenlerin gözünden köy okulları ve öğrencileri için yüz yüze eğitimin ne ifade ettiğini daha yakından inceleyebileceğiz.

Yeni eğitim öğretim yılında yüz yüze eğitimin başlaması ile köy okullarındaki öğretmenler, önlemler dahilinde öğrencileriyle bir araya geldi. Önceki okula dönüş süreçlerinden farklı olarak öğretmenlerin salgın önlemleri dahilinde eğitimi yeniden planlaması gerekiyordu. Burada hem öğretmenlerin hem de ailelerin ve öğrencilerin birçok sorusu oluştu ve ihtiyaçları değişiklik gösterdi. Örneğin okullarda maske kullanımı, sosyal mesafe ile etkinliklerin planlaması, öğrencilerin duygu durumundaki olası değişiklikleri anlama, sınıfta güven ortamını oluşturma, çocuklarla iletişim ve sorularını yanıtlama gibi konularda daha çok kaynağa ihtiyaç duydular.

Bu sorulara cevap aradığımız ve yüz yüze eğitim sürecine dair önerilerimizi içeren Okula Dönüş Kitapçığı’nı hazırladık. Kitapçığımıza ek olarak ise yüz yüze eğitim sürecinde çocukların gelişimsel süreçlerini destekleyen, sosyal mesafe kurallarına uygun etkinlikleri içeren Etkinlik Önerileri Kitapçığımızı geliştirdik. Aynı zamanda öğretmenlerin okula dönüş sürecini kolaylaştırmak ve öğretmenler arası dayanışma ve motivasyonu güçlendirmek amacıyla çevrim içi ortamda Okula Dönüş Buluşmaları düzenledik. Bu faaliyetlere dair alınan geri bildirimlere bakıldığında çoğunlunun olumlu olduğunu, öğretmenlerin hem kişisel hem de mesleki ihtiyaçlarına yanıtlar aranıp bulunduğunu ve öğretmenlerde yeni ufuklar açtığını görüyoruz.

KODA olarak köyde yaşayan bir çocuğun eğitim yolculuğunu güçlendirmenin yolunun, çocuğun içinde bulunduğu eğitim ekosistemini güçlendirmekten geçtiğine ve köy öğretmenlerinin yanında aileler, muhtarlar, köydeki gençler gibi paydaşların aktif rol almaları gerektiğine inanıyoruz. COVID-19 Bilgi İletişim Ağı projemizde, 81 ilden muhtarlar ve aileler başta olmak üzere tüm paydaşlarla telefon görüşmeleri yaparak başta eğitim olmak üzere salgınla bağlantılı konularda doğrudan ihtiyaçlarını tespit ediyoruz ve bu bilgilerden yola çıkarak köy halkını destekleyici içerikleri WhatsApp grupları üzerinden kendileriyle paylaşıyoruz. Böylece, kırsal bölgelerdeki çocukların salgın ve alınması gereken önlemler hakkında doğru bilgiye ulaşmalarını sağlamayı, aynı zamanda her çocuğun okula dönüş sürecinde nitelikli eğitim hakkına erişebilmesini sağlamak için hem çocukları hem de yetişkinleri destekliyoruz.

*Bu röportaj salgın önlemleri kapsamında okulların uzaktan eğitime geçmesinden önce tamamlanmıştır.

KODA, köy öğretmeni adayı olan eğitim fakültesi öğrencilerine yönelik de çalışmalar yapıyor. Bu kapsamda hayata geçirdiğiniz Köye İlk Adım Programı’nı hangi ihtiyaçlara cevap vermek için oluşturdunuz?

Üniversitelerin eğitim fakültelerinde, köyde öğretmenliğe ve özellikle birleştirilmiş sınıflarda eğitime dair bir çalışma bulunmuyor. Üniversiteden mezun olan öğretmenler, özellikle mesleklerinin ilk yıllarında köye atandıklarında birçok problemle ilk kez karşılaşıyorlar. Sınıf içinde yaşanan zorlukların yanı sıra köy yaşamının kendine özgü kültürel ve fiziksel dinamiklerinden kaynaklanan problemlere de tek başına çözüm aramak durumunda kalıyorlar. İlk görev yeri olarak köylere atanmış olan öğretmenlerimizden çok sık duyduğumuz bir söz vardı: “Köye ilk gittiğimde ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu.” KODA olarak yarının öğretmenlerinin köydeki ilk zamanlarına daha hazır olması için Köye İlk Adım Programını geliştirdik. Amacımız öğretmen adaylarını eğitim fakültesindeyken destekleyerek köyde öğretmenliğe ve özellikle birleştirilmiş sınıflarda eğitime dair bilgi ve deneyim edinmelerini sağlamak. Böylece öğretmen adayları hem köyde öğretmenlik yapmaya dair mesleki hazırlıklarını artırıyor hem de deneyimli eğitmenler, köy öğretmenleri ve akranları ile ilişkiler geliştirerek destekleyici bir sosyal ağın parçası oluyorlar.

Akademisyenler, köy öğretmenleri ve eğitim fakültesi öğrencilerinin iş birliği ile devam eden program, yüz yüze eğitim yoluyla iki senedir üniversitede yapılan teorik dersler ve köy okullarında gerçekleştirilen altı atölye uygulamasından oluşuyordu. Uzaktan eğitim ile birlikte programımızın önemli unsurlarından biri olan köy okullarında deneyim kazanmaya yönelik atölye uygulamalarını, salgın önlemleri kapsamında gerçekleştirmek ne yazık ki mümkün değil. Buna karşılık programımız haftalık çevrim içi buluşmalar, program kapsamında hazırladığımız videolar ve yazılı dokümanlar gibi farklı araçlar yoluyla öğretmen adaylarıyla buluşuyor. Deneyimli köy öğretmenleri ve akademisyenlerin paylaşımlarına yer verdiğimiz oturumlarda, kırsalda eğitime dair genel çerçeve çiziliyor ve öğretmen adaylarının köyde öğretmen olma hazırlığında yararlanabileceği çeşitli konulara yer veriliyor. 13 hafta boyunca devam edecek programımızda bu dönem Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Dicle Üniversitesi, Ege Üniversitesi,Muş Alparslan Üniversitesi, Kastamonu Üniversitesi,  Siirt Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi olmak üzere 8 üniversiteden ortalama 150 öğretmen adayıyla haftalık çevrim içi oturumlarla bir araya geliyoruz. İkinci dönem ise koşulların izin vermesi halinde programı yüz yüze devam ettirmeyi planlıyoruz.

2017 yılından beri yürüttüğünüz Öğretmen Toplulukları projesi, KODA’nın öncelikli çalışmaları arasında yer alıyor. Bu projenin nasıl ortaya çıktığından ve amaçlarından bahseder misiniz?

Nüfusu az olan köy okullarında bir veya iki öğretmen bulunuyor. Öğretmenlerin hem mesleki anlamda hem de kişisel ve sosyal anlamda paylaşımda bulunabilmeleri, meslektaşları ile etkileşim halinde kalmaları neredeyse imkansız hale geliyor. Bu durum, yıl boyunca öğretmenlerin motivasyonlarında önemli bir düşüşe yol açarken farklı deneyimlerden beslenerek ilerlemelerine de engel oluyor. KODA olarak, köyde yaşamın getirdiği zorlukları aşmalarına destek olmak için yerel topluluklar oluşturmanın gerekli olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda öğretmenlerin kendi aralarındaki dayanışmayı artırarak iletişim halinde kalabilecekleri, birbirlerinden öğrenme pratiklerinin çoğalacağı, ihtiyaç duydukları konularda eğitimler alarak gelişebilecekleri Öğretmen Toplulukları Projemizi hayata geçirdik. Çalıştığımız bölgelerde yer alan köy ilkokullarındaki öğretmenler ile ayda bir kez öğretmen buluşmaları düzenleyerek bir araya geldik ve ihtiyaç duydukları öncelikli konularda eğitimler düzenledik. Salgın sebebiyle uzaktan eğitime geçildiği 2019-2020 eğitim öğretim yılının ikinci döneminde, öğretmenleri ihtiyaçları doğrultusunda desteklemek adına buluşmalarımızı çevrim içi ortamda sürdürdük. Eğitim buluşmalarının içerikleri hem öğrenme yöntemlerine yönelik konulardan hem de öğretmenlerin kişisel gelişimlerine katkı sunabilecek konulardan oluşuyor.

Amacımız köylerde çalışan öğretmenleri güçlendirme yoluyla köy ilkokullarında okuyan çocukların daha nitelikli bir eğitim almasını sağlamak. Hem kırsalda hem de kentte, hem Türkiye’de hem de dünyada yapılan birçok akademik araştırma tartışmasız biçimde öğretmen niteliğinin eğitim niteliğini belirleyen başlıca faktör olduğunu ortaya koyuyor. Biz de benzer şekilde saha çalışmalarımızdan biliyoruz ki öğretmenlerin motivasyonları, bilgi, yaklaşım ve tecrübeleri o okuldaki öğrencilerin hatta tüm köy halkının üzerinde çok büyük farklar yaratabiliyor. Özellikle küçük köy okullarında öğretmenin inisiyatif alabilmesi şehirlerdeki okullara göre çok daha kolay olduğundan öğretmenlerin üzerindeki olumlu etkiler büyüyerek hızlıca öğrencileri ve köy halkını etkileyebiliyor.

Öğretmen Toplulukları Projesi ile köylerde çalışan öğretmenleri motivasyon, kişisel gelişim, mesleki gelişim ve destek mekanizmalarını artırmak bakımından bütünsel olarak desteklemeyi, onların mesleklerini daha motive bir şekilde icra etmelerini, genel olarak pedagojik bakımdan ve kırsala özgü sorun ve fırsatlar karşısında doğru tutum ve metotları izlemelerini ve diğer öğretmenlerden, gönüllülerden ve kurumlardan daha kolay destek almalarını hedefliyoruz. Böylece köylerde yaşayan çocukların da benzer şekilde sosyal, duygusal ve bilişsel becerilerinin gelişmesini, bu şekilde Türkiye’de var olan eğitimde fırsat eşitsizliğinin azaltılmasını ve kırsal kalkınma çabalarını destekleyebileceğimizi düşünüyoruz. Toplumsal adalete, yani toplum tarafından her bireye kendini gerçekleştirmek için eşit imkanların verilmesi idealimize, sürdürülebilir biçimde kırsalda eğitimi iyileştirebildiğimizde yaklaşabileceğimize inanıyoruz.

Öğretmen Toplulukları projesi kapsamında bu zamana kadar yaptığınız çalışmaların ne tür katkıları oldu ve katılan öğretmenlerden nasıl geri bildirimler aldınız? Bu geri bildirimler ve salgının getirdiği değişiklikler yeni dönemde yaptığınız çalışmaları ne şekilde etkiledi?

Proje süresince alınan geri bildirimlerde, öğretmenlerin kişisel ve mesleki gelişimlerine yönelik olumlu yönde etkilendiklerini gördük. Öğretmenlerimiz, dönem sonunda; farklı bakış açıları geliştirdiklerini, kendileri ve etraflarındaki birçok konuya yönelik farkındalıklarının arttığını, çocukların bireysel gereksinimlerinin artık daha fazla farkında olduklarını ve buna göre davrandıklarını, özgüvenlerinin geliştiğini, şiddetsiz bir iletişim ortamı kurabilmeyi öğrendiklerini, bir şeyleri başarma ve değiştirme konusunda daha motive olduklarını, sanatı günlük hayatlarına dahil etmeye ve kendilerini daha iyi ifade etmeye başladıklarını belirttiler. Projenin okul-aile-köy ilişkilerine olan katkısı çerçevesinde, öğretmenler ve öğrencilerin okula bağlılıkları güçlenirken, öğretmenlerin velilerle daha sık iletişim kurma çalışmaları hem öğrencilerin başarı oranlarına yansıdı hem de öğretmenlerin köy halkı ile olan ilişkilerini güçlendirdi. Bir aile gibi olduğumuz öğretmenlerimizden aldığımız geri bildirimler, yürümekte olduğumuz yola olan inancımızı daha da arttırdı.

2019-2020 eğitim öğretim yılına baktığımızda ise öğrendiklerini uygulama fırsatı bulan öğretmenlerin, uygulamaları sonucunda öğrencileri üzerindeki etkileri gördükçe motivasyonlarının arttığını ve buluşmalarının devam etmesine yönelik temennilerini yinelediklerini gördük. Öğretmenlerin hem yüz yüze hem de çevrim içi buluşmalar çerçevesinde en çok dile getirdikleri konulardan biri de yaşadıkları sorunları yalnızca kendilerinin yaşamadıklarını görmelerinin ve aynı şeyleri yaşayan kişilerin bu durumlarla nasıl başa çıktıklarına dair yol göstermelerinin onlara umut ve destek vermesi oldu. Proje hedeflerinin ötesinde, salgın dönemi her ne kadar faaliyetlerin yürütülmesini engellemiş gibi görünse de zorunlu hale gelen çevrim içi eğitim buluşmaları ile 41 ilden öğretmenlerle bir araya gelerek daha geniş kitlelere ulaştık ve projeden daha fazla sayıda öğretmen yararlanma fırsatı bulabildi.

Yapılan değerlendirmeler sonucunda bakım yükümlülüğü olan kişilerin (genelde evli ve çocuklu kadın öğretmenler) yüz yüze buluşmalara katılım oranı düşükken çevrim içi buluşmalara katılım oranlarının oldukça yüksek olduğunu gördük. Bu durum yüz yüze buluşmalara katılamayacak durumdaki öğretmenlerin ve illerinde Öğretmen Topluluğu bulunmayan öğretmenlerin de yararlanabilmesi açısından çevrim içi buluşmaların devam etmesinin hem etkisini hem de gerekliliğini gösterdi. Bunun dahilinde 2020-2021 eğitim öğretim yılı için salgın önlemleri kapsamında, ilk dönem Türkiye genelinde köy okullarındaki öğretmenlere açık haftalık çevrim içi eğitimler yapmaya başladık. İkinci dönem çevrim içi buluşmaların sıklığı ayda bire indirilecek ve saha faaliyetleri düzenlenebilirse projemiz hem yüz yüze hem de çevrim içi şekilde öğretmenlerle buluşmayla devam edecek.

Aynı zamanda bu sene sonunda, Öğretmen Toplulukları projemizi yaygınlaştırmak için farklı öğretmen gruplarından talepler aldık ve bu yıl yapılan açık çağrıda 33 yeni ilden başvuru aldık. Hem daha fazla bölgeye ulaşmak hem de proje faaliyetlerinin daha sürdürülebilir olmasını sağlamak adına bu yıl, yüz yüze eğitim çalışmalarına geçebilirsek proje ekibinin üzerindeki sorumlulukları Öğretmen Topluluklarındaki öğretmenler ile paylaşmayı planlıyoruz. Bu sürecin sorunsuzca ilerleyebilmesi için bu sorumlu öğretmenleri bir seçim süreci ile belirledik. Çevrim içi oryantasyon buluşmaları ve şartlar uygun olursa gerçekleşecek yüz yüze kamp ile sorumlu öğretmenlerin, saha faaliyetleri için hazırlanarak bu faaliyetlerin yereldeki koordinasyonundan sorumlu olmaları planlanıyor.

*Belirtilen geri bildirimler, KODA İzleme ve Değerlendirme Uzmanı tarafından çalışmalarımız kapsamında toplanan verilerin analiz edilmesi ile raporlanmıştır. Önümüzdeki süreçte izleme-değerlendirme sonuçlarımızı, 2019-2020 Faaliyet Raporu dahilinde kamuoyu ile paylaşacağız.

Şartlı Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansmanı ile sağladığımız hibeyle Öğretmen Toplulukları projesinin 2020-2021 eğitim-öğretim yılında Diyarbakır’da yapılacak çalışmalarını gerçekleştireceksiniz. Bu kapsamda yürüteceğiniz faaliyetlerden bahseder misiniz?

Öğretmen Toplulukları Projesi, 2020-2021 eğitim-öğretim yılında 10 il/ilçede uygulanıyor. Diyarbakır’daki faaliyetlerimizi ise Turkey Mozaik Foundation desteği ile gerçekleştireceğiz, bu yolculuğumuza bizlere ortak olduğunuz ve bizi desteklediğiniz için KODA Ailesi olarak sizlere yeniden teşekkür ederiz.

Bu faaliyetler kapsamında projenin ilk döneminde, salgın önlemleri dahilinde Türkiye genelinde köy okullarındaki öğretmenlere açık çevrim içi eğitimlere başladık. Diyarbakır Öğretmen Topluluklarıyla, bu bölgede görev yapan köy öğretmenlerine ulaşıyoruz ve onları çevrim içi eğitimlerle destekliyoruz. Haftalık düzenlenen bu eğitimleri, öğretmenlerden gelen geri bildirimler doğrultusunda planlıyoruz ve ihtiyaçları olduğunu belirttikleri konuları ele almaya özen gösteriyoruz. Eğitimlerimiz zaman yönetimi ve öz farkındalık gibi kişisel gelişim; sınıf yönetimi, planlama ve okul-aile-köy ilişkileri gibi mesleki gelişim; öğretmenlerin birbirleriyle paylaşım yapacakları tematik buluşmalar olan birbirimizden öğrenme; müzik ve hareket, hikaye anlatıcılığı gibi konuları işlediğimiz sanat ve eğitim başlıklarından oluşuyor. İkinci dönemde ise çevrim içi eğitimlerimizi ayda bir olmak üzere Diyarbakır’daki öğretmenlerimizle yüz yüze gelerek sürdürmeyi planlıyoruz.

Aynı zamanda ilk dönem, Diyarbakır’daki 5 sorumlu öğretmenin katılımıyla çevrim içi oryantasyon çalışmamıza başladık. Ayda bir gerçekleşen buluşmalarda sorumlu öğretmenlerle birlikte topluluk olma dinamikleri, KODA değerleri ve  sorumluluklarını netleştirme gibi konuları ele alıyoruz. Sonrasında, Diyarbakır’daki 5 sorumlu öğretmen ve diğer il/ilçelerdeki 38 sorumlu öğretmenin de katılımıyla sömestr tatilinde bir yüz yüze eğitim kampı düzenleyeceğiz. Oryantasyonu tamamlayıcı nitelikteki bu kamp süresince öğretmenlerin birbirleriyle ve eğitmenleriyle yüz yüze tanışmasına ve ilişkiler geliştirmesine, grup çalışmalarına, olası sorularının ve ihtiyaçlarının cevaplanmasına ve çocuk hakları, ekoloji, ayrımcılık, toplumsal cinsiyet gibi çeşitli konularda eğitimlere odaklanacağız. Böylece sorumlu öğretmenlerimizin oryantasyon konularını içselleştirmeleri hedeflenecek, olası ihtiyaçlarına çözümler üretilecek ve Diyarbakır’da topluluk kurma ve yürütmeleri için gerekli bilgi ve becerileri (ör. program planlama, öğretmenlerin seçimi) kazanacaklar.

İkinci döneme geldiğimizde sorumlu öğretmenlerin dahil edilmesiyle KODA, Diyarbakır’daki yüz yüze buluşmaların düzenlenmesi ve yürütülmesindeki sorumluluğu onlarla paylaşacak. Diyarbakır topluluğumuzda, 5 sorumlu öğretmenin yanı sıra yereldeki 50 öğretmen ile birlikte çalışacağız ve ayda bir kez olmak üzere 5 ay süreyle topluluk buluşmaları ve eğitimleri düzenleyeceğiz. İlk buluşmada topluluk birbiriyle tanışacak, takibindeki 3 eğitim buluşmasında Diyarbakır bölgesindeki ihtiyaçlar doğrultusunda eğitimler gerçekleştirilecek ve son olarak da değerlendirme toplantısı yapılacak. Yüz yüze buluşmaları tamamladığımızda ise bu seneki faaliyetlerimizin sonuna geleceğiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

Uluslararası Yardımlaşma ve Entegrasyon Derneği Şartlı Destek Fonu Kapsamındaki Çalışmalarını Anlattı

By | Şartlı Hibe

Mültecilere yönelik başta eğitim ve sağlık alanlarında olmak üzere çeşitli güçlendirme çalışmaları gerçekleştiren ve faaliyetlerini İzmir Tepecik’teki toplum merkezinde yürüten Uluslararası Yardımlaşma ve Entegrasyon Derneği’ne (Team International Assistance for Integration-TIAFI) Şartlı Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansmanı ile hibe desteği sağladık.  Bu hibeyi egzersiz ve esneklik programına katılan engelli çocukların ve ailelerinin programdan yararlanmak üzere merkeze ulaşımlarını sağlamak için kullanan TIAFI’nin kurucusu ve başkanı Anne O’Rorke ile derneğin mültecilere yönelik çalışmalarını, Şartlı Destek Fonu kapsamındaki faaliyetlerini ve gelecek dönemde gerçekleştirmeyi planladıkları çalışmaları konuştuk

Uluslararası Yardımlaşma ve Entegrasyon Derneği’nin (Team International Assistance for Integration-TIAFI) kuruluş hikayesini ve amacını bizimle paylaşır mısınız? Bu amaçlar doğrultusunda ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?

Merhaba ismim Anne O’Rorke, İrlanda’nın güneyinde yer alan Waterford şehrindenim. TIAFI derneğini 2017 yılında savaş sebebiyle eşlerini ya da yakınlarını yitiren kadınlar ve kimsesiz kalan çocuklara destek olmak için kurdum. Kurulduğumuz yer olan Tepecik, genel olarak sosyo-ekonomik olarak daha zorlu koşullarda olan mültecilerin yaşadıkları bir bölge. Tepecik, sahada doğrudan yüz yüze erişim imkanı bulabildiğimiz faydalanıcılarımız olması ve mülteciler ile Türklerin entegrasyonunu doğrudan destekleyebildiğimiz bir konum olması sebebiyle önem arz ediyor.

İzmir’deki merkezinizde mültecilere yönelik birçok faaliyetin yanı sıra Suriye’deki savaş sebebiyle yararlanan ve engelli olan çocuklara yönelik olarak rehabilitasyon çalışmaları da yapıyorsunuz. Bu çalışmaların kapsamından ve engelli mülteci çocuklarla çalışırken dikkat edilmesi gereken noktalardan bahseder misiniz?

TIAFI Toplum Merkezi kapsamında farklı alanlarda çalışmalar yapıyoruz. Pek çok mülteci çocuk Türkiye’ye savaş sebebiyle yaralı ve engelli olarak ya da ciddi hastalıklar geçirerek sığınıyor. Bu çocukların tedavilerine yönelik sistemsel eksiklikler mevcut, bunlardan biri de fizyoterapi alanı. Kurumumuzda fizyoterapi desteği verilmemesine karşın, çocukların spor salonunda egzersiz ve esneklik programı yardımıyla gelişimlerini destekliyoruz. Çocukların esneklik gelişimlerinin ve günlük egzersizlerden faydalanmalarının onlar için çok değerli olduğu kanısındayız. Bu alanda hibe desteğine ihtiyacımız sürüyor. Destek verdiğimiz çocuklar arasında yürüme engelliler de var. Ebeveynlerinin de eşlik ettiği çalışmalara haftada 69 çocuk katılıyor ve program başarılı şekilde devam ediyor.

Dezavantajlı ya da risk altındaki toplulukların COVID-19 salgınından daha olumsuz şekilde etkilendiğini ve bu gruplarla çalışan STK’ların bu dönemde artan ihtiyaçlara cevap verebilmek için çalışmalarını yoğunlaştırdığını görüyoruz. Bu durum birlikte çalıştığınız mülteci toplulukları ve çalışmalarınızı ne şekilde etkiledi?

COVID-19 salgını herkes için yeni bir süreç ve salgının yarattığı yeni bir yoksul kesim söz konusu. Bu kesimin mülteci olanlarının çoğu geçmişte tezgâhta, mutfakta ya da karaborsada 14 saatten fazla çalıştırıldı. Fakat salgın süresinde birçok iş yeri kapandı. Mutfaklarda ve temizlik işlerinde çalışanlar da dahil olmak üzere mültecilerin hayat şartları ağırlaştı. Özellikle yasal şartlar içinde iş bulmaları zorlaştı. Bu söylediğim sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil, çoğu ülkede benzer bir durum yaşanıyor. İş olanakları neredeyse yok oldu diyebiliriz. İlave olarak, Türkiye’de bu duruma karşı çok çocuklu aileleri destekleyen bir sistem yok, Avrupa Birliği’nin de bu konuda yeterli desteği sağladığını söyleyemeyiz. Yani yeni yoksul dediğimiz bu kesimin mevcut koşullarda bir kuruş bile geliri yok. Bu kesim için oluşturulacak bir sistem, zaman alacağa benziyor. Bu süreçte çocukların ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağına dair endişeler var. TIAFI’ye son 7 ayda WhatsApp ve telefon üzerinden 8.000’in üzerinde kişi müracatta bulundu. Arayanların çoğu yiyecek yardımına ihtiyaç duyduğunu dile getirdi. Bu durum bizim için de yeni, geçen sene yiyecek yardımı konusunda bir taleple karşılaşmamıştık. Bu durum bize salgınla birlikte temel ihtiyaçlarını karşılayamayan bir kesimin oluştuğunu gösteriyor. Ayrıca kiralarını ödeyemeyenler de var. Bu sebeplerden ötürü yakın dönemde 2.500’ün üzerinde erzak yardımı gerçekleştirdik. Hibeler aracılığıyla bu programlarımıza devam etmek istiyoruz çünkü acil yardıma ihtiyacı olan yeni bir kesim var.

Şartlı Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansmanıyla sağladığımız hibe ile gerçekleştirdiğiniz çalışmalardan bahseder misiniz?

Hibe kapsamında egzersiz ve esneklik programına katılan engelli çocuklara ve ailelerine ulaşım desteği sağladık. Ulaşım desteği sayesinde daha çok çocuğa erişebildik ve daha çok aile de bu destekten faydalanmış oldu.

TIAFI’nin gelecek dönem planlarını ve öncelik vermeyi düşündüğü çalışmaları anlatır mısınız?

TIAFI olarak farklı alanlarda faaliyet gösteriyoruz ve bu alanlara yönelik gelecek planlarımız bulunuyor. Örneğin çocuklar için oyun alanı faaliyetlerimiz devam ediyor çünkü ebeveynleri iş arayışındalar ve bu sebepten ötürü çocuklarını güvenli bir ortamda bırakarak iş aramak için zamana ihtiyaçları oluyor. Günde 230 porsiyon yemek çıkartıyoruz. Suriyeli aşçılar Türk faydalanıcılarımız için yemek hazırlıyor ve dağıtıyor. Bu sayede hem yerel halkı destekliyoruz hem de entegrasyona hizmet ediyoruz. Bunun yanı sıra, erzak paketleri de dağıtıyoruz.

Egzersiz ve esneklik programını geliştirmek istiyoruz. Bunların yanında, merkezimizde bir travma terapisti istihdam etmek ve travma odası kurmak için de çalışmalarımız devam ediyor. Bu çalışmaları devam ettirmek için hibe ve diğer desteklere ihtiyaç duyuyoruz.

Eğitim faaliyetlerimiz devam ediyor. Merkezimizde 3 yıldır mülteci çocuklara Türkçe eğitimi veriliyor. Suriyeli öğrencilerin okullaşmalarını destekliyoruz ve onları Türk sınıf arkadaşlarıyla bir araya getirmeye gayret ediyoruz. Okul sonrası derslerimizin, eğitim konusunda ek desteklere ihtiyaç duyan Suriyeli çocuklar açısından çok önemli olduğunu gözlemliyoruz. Geçen sene Türk öğrencilerle Suriyeli öğrencileri bir araya getirdik ve aldığımız sonuçlar çok mutluluk vericiydi. Birlikte çalıştığımız Suriyeli çocuklar öğrenmek istiyor ve ailelerinin tek umudu da çocukların eğitimlerini tamamlaması. Aileleri genel olarak yorgun ve yıkılmış vaziyetteler, tüm hayalleri de çocuklarının iyi bir geleceğe sahip olması. Bunun için de tek çözümün eğitim olduğunu söyleyebiliriz.

KuzeyDoğa Derneği Göçmen Kuşların Peşinde Projesini Tamamladı

By | Şartlı Hibe

Kars, Ardahan, Iğdır ve Ağrı illerinin doğa alanlarında biyolojik çeşitliliğin korunmasını amaçlayan KuzeyDoğa Derneği, bölgedeki canlı çeşitliliğini ortaya çıkarma ve etkin koruma konularında çeşitli çalışmalar gerçekleştiriyor. KuzeyDoğa Derneği, Şartlı Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansmanıyla hibe verdiğimiz Göçmen Kuşların Peşinde projesini tamamladı. Aras Nehri vadisinde kuşların göç yolu üzerinde yer alan Aras Kuş Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde kuş halkalama ve uydu vericisi ile takip çalışması yapan KuzeyDoğa Derneği’nin Bilim Koordinatörü Uzman Biyolog Emrah Çoban ile kuş halkalama çalışmalarını, derneğin ulusal ve uluslararası alandaki iş birliklerini ve COVID-19 salgını ile başlayan sürecin çevre koruma çalışmalarına etkilerini konuştuk.

Vakfımızın Şartlı Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansmanı ile gerçekleştirdiğiniz Göçmen Kuşların Peşinde projesini yakın zamanda tamamladınız. Bu projenin amacı ve bu kapsamda yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Aras Kuş Halkalama ve Araştırma Merkezi’miz, Iğdır’ın Tuzluca ilçesine bağlı Yukarı Çıyrıklı köyünde, Aras Nehri kıyısında. Afrika-Avrasya kuş göç yolu üzerinde ve göçmen kuşların beslenmek, dinlenmek ve üremek için kullandıkları çok önemli bir sulak alanda yer alıyor.

Merkezimizde her yıl ilkbahar ve sonbahar sezonlarında toplam 6-7 ay kuş halkalama çalışması yürütülüyor. Bu çalışma ile alandaki kuş varlığı tespit ediliyor, yıllara göre değişimi izlenebiliyor ve kuş göç yolları hakkında bilgi ediniliyor.

Kuş halkalama, kuşlara zarar vermeyen çok ince ağlarla kuşları yakalayıp, her birinde özgün bir numara olan ve kimlik niteliği taşıyan, hafif, paslanmaz, alüminyum halkaları kuşların bacağına takarak kuş göçlerini ve kuş sayılarındaki değişiklikleri takip etmek anlamına gelir. 100 yıldan fazla bir süredir birçok ülkede milyonlarca kuş bu yöntemle araştırılıyor. Üzerinde kuşun halkalandığı ülkenin adını ve ülke halkalama merkezinin adresini taşıyan bu halkalar, halkalı bir kuş tekrar yakalanırsa veya ölüsü bulunursa, kuşun nereden geldiğini göstermiş oluyor. Halkalama istasyonlarında tür tanımı, kuşları halkalama (kimlik), cinsiyet ve yaş belirleme, kanat ve kuyruk ölçümleri, ağırlık ve yaş oranı, tüy değişme durumu ve yön bulma deneyleri yapılıyor ve başta okul çocukları olmak üzere ziyaretçi eğitimleri gerçekleştiriliyor.

Kuş halkalama çalışmalarının yanı sıra merkezimizde, bazı kuşlara uydu vericisi de takıp göçlerini daha detaylı olarak takip ediyoruz. Ayrıca bölgedeki sulak alanlarda düzenli kuş gözlemi ve sayımı yaparak, kuş varlığını düzenli olarak izliyor ve takip ediyoruz.

Kuşlar doğal dengenin devamlılığı için çok önemli canlılar ve çok sayıda ekolojik işlevi yerine getiriyorlar. Ayrıca kuşların göç davranışları, bizlere iklim değişikliği ile ilgili önemli veriler sunuyor. Yürüttüğümüz bu faaliyetlerin ancak düzenli olarak tekrarlanması sonucunda yıllar içinde anlamlı analizler yapabilecek veriler elde ediyoruz.

Dernek başkanımız Prof. Dr. Çağan Şekercioğlu’nun 2005 yılında keşfettiği Aras Nehri Kuş Cenneti’nde 15 yıldır aralıksız her sezon yaptığımız kuş halkalama ve takip araştırmalarında şimdiye kadar 120.000’den fazla kuş halkaladık ve 300 kuş türü kaydettik. Türkiye’deki tüm kuş türlerinin %62’sini oluşturan bu sayı, Aras Nehri Kuş Cenneti’nin Türkiye sınırları içinde ve Samsun-Adana hattının doğusunda en çok kuş türüne sahip olan yer olduğunu gösterdi. Doğu Anadolu’nun en zengin kuş cenneti olan Iğdır Aras Nehri Kuş Cenneti, 2013’de verdiğimiz dilekçeye cevaben Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından Doğu Anadolu’nun ilk Tabiatı Koruma Alanı olmaya layık görüldü. Ancak tüm çabalarımıza rağmen bu statü halen resmiyete kavuşmadı.

KuzeyDoğa Derneği çalışmalarını Türkiye’de ve uluslararası alanda faaliyet gösteren birçok kurum ve kuruluşla iş birliği halinde gerçekleştiriyor. Bu iş birliklerinin kapsamı ve çalışmalarınıza katkıları hakkında bilgi verebilir misiniz?

KuzeyDoğa Derneği olarak çalışmalarımızı Tarım ve Orman Bakanlığı , Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü izni ile yürütüyoruz. Bu yıl derneğimiz SEO/BIRDLIFE İspanya ile Aras Kuş Araştırma ve Eğitim Merkezi çalışmalarını ortak yürütmüştür. Hem “Bozayı (Ursus Arctos), Kurt (Canis Lupus), Vaşak (Lynx lynx) Yakalama ve Takip” projemiz hem de “Göçmen Kuşların Peşinde” projemiz kapsamında yurtiçi ve yurtdışı üniversiteler ve alanında uzman kişilerle iş birliği içindeyiz. Şu an aktif olarak Utah Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Zagreb Üniversitesi ve Iğdır Üniversitesi ile hem sahada hem de analiz aşamasında iş birliklerimiz sürüyor.

Farklı konularda alanında uluslararası tanınırlığa sahip uzmanların ayrı ayrı katkıları çalışmalarımız için çok önemli ve çok değerli. Bu iş birlikleri, çalışmaya katılanlar arasında bilgi ve deneyim aktarımı için de çok değerli imkanlar sunuyor.

COVID-19 salgınıyla başlayan süreçte alınan tedbirlerin çevreye olumlu etkilerine dair haberler son zamanlarda çok fazla gündeme geldi. KuzeyDoğa Derneği’nin çalışma alanları açısından değerlendirdiğinizde bu tür olumlu bir tablodan bahsetmek mümkün mü? Bu olumlu etkinin devam edebilmesi için neler yapılmalı?

İklimsel ve çevresel değişimleri kısa vadede değerlendirmek bizi gerçekçi sonuçlara ulaştırmaz. Bu nedenle bu değerlendirmeyi yapmak için daha uzun zaman aralığına ait verilerin olması gerekli. Küresel çapta yapılan analizler, bu olumlu etkilerin genellikle geçici olduğunu, birçok şehirde hava kirliği miktarının COVID-19 öncesi seviyelere ulaştığını ve tüm kısıtlamalara rağmen dünya çapında sera gazı emisyonlarının bu sene 2019’a göre sadece %6 düşeceğini gösteriyor. Yayınlanmaya başlayan bilimsel makaleler, kamuoyunun gözlemlediği birçok “olumlu etkinin” esasında insanların daha önce de bölgede yaşayan yaban hayatını yeni yeni fark etmesinden kaynaklandığını gösteriyor. Ne yazık ki KuzeyDoğa Derneği’nin de tecrübe ettiği gibi COVID-19 salgını sebebiyle uygulanan sivil toplum, araştırma, ekoturizm ve doğa koruma faaliyetlerinin durdurulmaları ve kısıtlanmaları; zaten kanuna uymayan kaçak avcılık, kaçak inşaat ve diğer doğaya zarar veren faaliyetlerin daha da rahatlıkla yapılmasına imkan verdi, uzun süreli yaban hayatı takip ve koruma çalışmalarını durdurdu ve bu kritik süreçte yaban hayatının tepkilerinin bilimsel çalışmalarla ölçülmesini büyük ölçüde engelledi. Ayrıca COVID-19’un yarattığı ekonomik kriz, doğa koruma örgütlerini oldukça olumsuz şekilde etkiledi ve acil desteklere gerek doğurdu. Science dergisinde yayınlanan makaleden konunun ayrıntılarına dair bilgi edinilebilir.

Derneğimizin görüşü, COVID-19 salgını kaynaklı kısıtlamalarının uzun vadede doğaya net etkisinin negatif olacağı ve uzun süreli doğa koruma ve araştırma çalışmalarına zarar verdiği yönünde. Bu süreçteki tek tesellimiz; fotokapan, uydu takip ve kuş halkalama çalışmalarıyla bölgedeki yaban hayatını 15 yıldır takip eden derneğimizin, bu verilerle COVID-19 sebebiyle insan faaliyeti kısıtlamalarının yaban hayatına etkisini ölçen uluslararası bilimsel çalışmalara davet ediliyor ve katkı sunuyor olması.

COVID-19 salgını kapsamında alınan tedbirlerin hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında da değişikliklere sebep olduğunu biliyoruz. Bu durum KuzeyDoğa Derneği’nin çalışmalarını ne şekilde etkiledi? Bu dönemde çalışmalarınıza devam etmek için kullandığınız yöntemler varsa bizimle paylaşır mısınız?

COVID-19 salgını önlemleri kapsamında dernek olarak 2020 ilkbahar-yaz dönemindeki çalışmalarımıza gönüllü alımını durdurmuştuk. “Kontrollü sosyal hayat” olarak adlandırılan dönem ile beraber sonbahar kuş halkalama çalışmamız için gönüllü alımına başlamakla beraber, devam eden riski azaltmak adına 15 günlük gönüllü çalışma süresini 21 güne çıkararak, gönüllü sirkülasyonunu azaltma yoluna gittik.

Ayrıca yöredeki okullarda yürütmekte olduğumuz eğitim çalışmalarımızı da yine şartlar dolayısıyla gerçekleştiremedik. Eğitim yerine, bir fon desteği ile daha önce bastırıp eğitimlerde dağıttığımız doğal hayat üzerine bilgiler içeren “Birbirimize İhtiyacımız Var” çocuk kitabını tekrar bastırıyoruz. Kitabı çocuklara ulaştırarak, doğa eğitimi açığını bir nebze kapatmayı hedefliyoruz.

Bunun yanında, bölge halkının doğadan sürdürülebilir gelir kazanması için yürüttüğümüz köy tabanlı ekoturizm faaliyetleri de 2020’de durma noktasına geldi. Arazi çalışmalarımızın başlama ve bitiş zamanları da COVID-19 döneminde ulusal ve uluslararası kısıtlamalardan dolayı değişiklik gösterdi.

KuzeyDoğa Derneği’nin gelecek dönemdeki öncelikleri neler olacak ve bu kapsamda ne tür çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?

Çalışmalarımızı düzenli olarak sürdürmeyi hedefliyoruz. Doğa koruma çalışmalarında alanın ve dolayısıyla alandaki değişikliklerin yıllar bazında izlenebilmesi çalışmanın sürekliliği ile mümkündür. Hem bilimsel çalışmalarda hem de eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarında etkili yöntemlerle çalışmalarımızı sürdürmeyi ve etkin lobicilik ve savunuculuk çalışmaları yürütmeyi hedefliyoruz.

En önemli önceliğimiz ise dilekçeler, çevresel komisyon toplantıları ve diğer resmi girişimlerle Kuzeydoğu Anadolu’da daha fazla doğal alanın resmi koruma altına alınması ve hali hazırda koruma statüsüne sahip alanların da daha etkin koruma sağlayan statülerine terfi ettirilmesi olacak.

Doğa ve Çevreyi Koruma Yaşatma Derneği ile Çalışmalarını Konuştuk

By | Şartlı Hibe

Şartlı Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansmanı ile hibe desteği sağladığımız Doğa ve Çevreyi Koruma Yaşatma Derneği (DOĞÇEV) doğal hayatın ve ekolojik dengenin korunması amacıyla özellikle sokak hayvanlarının tedavi edilmesi, beslenmesi ve aşılanması konusunda çalışmalar yapıyor. DOĞÇEV Başkanı Behiye Fatma Eryılmaz ile derneğin çalışmalarının, sokak hayvanlarının korunması ve durumlarının iyileştirilmesi için alınması gereken tedbirleri ve hibe kapsamında yapacakları çalışmaları konuştuk.

Doğa ve Çevreyi Koruma, Yaşatma Derneği’nin amaçlarını ve bu doğrultuda yaptığınız çalışmaları bizimle paylaşır mısınız?

Doğa ve Çevreyi Koruma, Yaşatma Derneği, 2005 yılında doğal hayatın ve dengenin korunması amacıyla doğayı ve doğadaki her türlü canlıyı korumaya ve yaşatmaya çalışmak, bozulma veya yok olma riskini önlemek, doğa ve hayvan sevgisini yaymak ve bu amaçla sosyal, bilimsel, ekonomik ve kültürel alanlarda çalışmalar yapmak üzere kuruldu. Bu amaçlar doğrultusunda Çevre ve Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Şube Müdürlüğü’nce yürütülen Hatıra Ormanı kampanyası kapsamında derneğimize tahsis edilen arazinin ağaçlandırılması çalışmalarına başladık ve her yıl yüzlerce ağaç dikerek ağaçlandırma faaliyetlerimize devam ediyoruz. Arazimiz çok güzel bir yerde olmakla beraber arazi inşaat atıklarıyla doldurulduğu için ağaç dikimine uygun bir alan değil. Ancak biz, kepçelerle büyük çukurlar açtırıp getirdiğimiz toprakla bu çukurları doldurup araziyi ağaç dikimine uygun hale dönüştürüyoruz. Farkındalık yaratmak amacıyla, özellikle ilköğretim, lise ve üniversiteli doğaseverlerle hatıra ormanımıza ağaç dikme etkinlikleri de düzenliyoruz. Ormanımız içinde 250 sahipsiz kedinin barınabileceği dört bölümden oluşan ısıtmalı ve bahçeli kedi evimiz ve 60 sahipsiz köpeğin barınabileceği köpek kulübelerinin bulunduğu beş adet köpek bahçesi bulunuyor. Buradaki dostlarımızın kısırlaştırma işlemleri, rutin aşı ve sağlık kontrolleri veterinerimiz, düzenli bakım ve temizlik işleri ise sorumlu personellerimiz tarafından yapılıyor.

Özellikle sahipsiz hayvanların korunması, rehabilite edilmesi, kısırlaştırılması, aşılatılması ve sahiplendirilmeleri ile doğadaki canlıların yaşatılması ve ekolojik dengenin korunması için çalışıyoruz. İmrahor deresi etrafında ve Ankara’nın çeşitli bölgelerindeki doğal alanda yaşayan tüm canlara yönelik olarak da bölge beslemesi ve kurtarma faaliyetleri yürütüyoruz. Dernek alanımızın içinden geçen İmrahor Deresinde yaşayan ve kışın donma tehlikesi ile karşılaşan yaban tavukları, karabatak ve ördeklerin de korunmasını da sağlıyoruz. DOĞÇEV olarak sahipsiz hayvanların kafeslenmiş barınaklara değil, doğal yaşam alanlarına ihtiyacı olduğuna inanıyoruz.

“Önce Can” sloganı ile çalışan derneğimiz, çocuklar başta olmak üzere toplumun her kesimine doğa ve canlı sevgisini aşılamak ve yaymak amacıyla çeşitli eğitici faaliyetlerde ve etkinliklerde bulunuyor. Geçtiğimiz yıllarda doğa ve hayvan sevgisini aşılamak amacıyla okulları ziyaret ettik, gösteriler yaptık, okullarla ortak yürüttüğümüz projeler gerçekleştirerek hayvan hakları ve doğa konusunda farkındalık yarattık. Şu anda arazimizde bulunan baykuş ailesi, Bilis İlköğretim Okulu’ndaki minik doğa ve hayvansever arkadaşlarımızın çalışması sonucu yaptıkları kuş evinde yaşıyor.

Sokak hayvanlarının yaşam hakkına saygı gösterilmesi konusunda toplumda bilinç oluşturabilmek adına işletmelere yapıştırmak üzere çıkartmalar yaptırdık. Ayrıca bireysel olarak bu farkındalığa sahip olan dostlarımız için de arabalarına yapıştırmaları için çıkartmalarımız mevcut. Bunların ötesinde yaşam hakkına saygı konusunda, hayvan haklarının ihlali konusunda ve doğaya verilen tüm zararlar konusunda yüksek bilince sahip olmamız sebebiyle bir nefer gibi çalışıyoruz.
Kedi evinde bulunan kedilerimiz doğal ortama alıştığı için sahiplendirme kapsamında değerlendirilmiyor. Diğer taraftan sahipsiz yavru kedi ve köpekler hastalıklara karşı savunmasız olduğundan, aşıları tamamlanmadan ve kısırlaşmadan kedi ve köpek evimize kabul edemiyoruz. Sahiplendirebileceğimiz yavru kedi ve köpekleri ise geçici yuvalarda misafir edip sahiplendiriyoruz. Yavrularımız bakımları yapılarak ve aşılama şartıyla sahiplendiriliyor.

Türkiye’de sahipsiz sokak hayvanlarının yaşam hakları tehlike altında ve çoğu zaman yerel dayanışmalar ile barınma, yiyecek ve diğer bakım ihtiyaçları karşılanıyor. Sokak hayvanlarının durumlarının iyileştirilmesi konusunda ne tür tedbirler alınmalı veya hangi yasal değişiklikler yapılmalı?

Ağzı dili olmayan sokak hayvanlarımız bize emanettir. Ancak, biz bu emanete ne yapıyoruz?

Belli bölgelerde besleme yapan hayvanseverler olarak yaz kış mücadele veriyoruz. Hali hazırda çok zor temin edilen yiyecekleri onlara ulaştırmak kolay değil. Ancak, evlatlarımız kabul ettiğimiz canlarımızın bu sefaleti yaşaması vicdanları yaralıyor. Bir de bu hayvanları şikayet üzerine kendilerine ait olan bu sokaklardan alarak meçhule götürmek yapılmaması gereken bir şey.

Rehabilite Merkezleri barınak olarak kullanılmaktan çıkmalı ve sadece hasta ve saldırgan olan hayvanlar orada tedavi edilmeli. Belediyeler, sokaktan aldıkları canları aşılayıp kısırlaştırdıktan sonra alındıkları yerlere tekrar bırakmalı. Canlarımızın popülasyonu öldürmekle azaltılamaz. Önerdiğimiz bu adımlar kanunlaştırılır ve icra makamlarınca uygulanırsa ömürleri bir veya iki yıl olan sokak hayvanlarımız kısa bir sürede azalacak ve yaşamları hak ettikleri düzeyde olacaktır.

Sokak hayvanları ülkemizde gün geçtikçe artıyor ve maalesef alınan önlemler yetersiz kalıyor. Sokak hayvanlarımız bir vahşeti yaşıyor. Bunda hepimizin payı büyük. Sokak hayvanlarının oluşumunda büyük katkısı olan ev hayvanlarına çip takılarak sokağa atılmasını engellemek için iyi bir adım atıldı. Yalnız, alacağımız önlemler eşzamanlı olmalı ve eksik kalmamalı . Önerdiğimiz yasal önlemleri ise aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

  • Pet ve yabani hayvanların (Türkiye’ye uyum sağlayamayanların) ithal edilmemesi.
  • Gümrüklerden kaçak hayvan sokulmasının engellenmesi.
  • Üretim çiftliklerinin denetlenmesi ve üretimin bir süre engellenmesi.
  • Evcil hayvan dükkanlarında hayvan satışının engellenmesi.
  • Yeni çıkan yönetmelikte de belirtildiği gibi ev hayvanlarına çip takılması.
  • Belediyeler tarafından sırasıyla önem arz eden, sokak hayvanlarının kısırlaştırılıp, aşılanıp, eşzamanlı çip uygulamasına geçilmesi ve bu çipler sayesinde hastalıklarının takibi ve aşıların tekrarının yapılması.

Bu adımları bir seferberlik anlayışı içinde yapmazsak çalışmaların anlamsız kalacağını düşünüyoruz.

Sokak hayvanlarının korunması konusunda yerel yönetimlerin de çeşitli yükümlülükleri bulunuyor DOĞÇEV olarak birlikte çalıştığınız yerel yönetimler bulunuyor mu? Bu kapsamda yapılan işbirliklerini bizimle paylaşır mısınız?

Ne yazık ki birçok defa talepte bulunmamıza rağmen yerel yönetimlerden herhangi bir destek göremedik. Ankara Büyükşehir Belediyesi salgın döneminde sokak beslemesi yapan hayvanseverlere hem mama desteği vererek hem de kendileri besleme yaparak canlarımıza sahip çıktı. Ayrıca, yeni bir iş birliği ortamı yaratmak, hayvan ve doğaseverleri bir çatı altında buluşturmak amacıyla Ankara Kent Konseyi’ni oluşturdu.

Vakfımızın Şartlı Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansal desteğiyle sağladığımız hibe ile ne tür çalışmalar gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz?

DOĞÇEV gibi sivil toplum örgütleri duyarlı insanların küçücük katkı ve destekleri ile yaşamlarını sürdürebiliyor. Sayısı az olan gönüllü destekçilerimizin maddi ve özellikle de manevi katkıları çok önemli oluyor ancak yine de yetersiz kalıyor. Bu nedenle hiçbir yerden gelir elde etmeyen bizim gibi dernekler bağışlarla ayakta durmak zorunda. Söz konusu olan doğa ve hayvan dernekleri olduğunda işler maalesef daha da zorlaşıyor. Yardımlaşma bilinci, iyi ve sağlıklı bir toplumun temel taşlarından biridir. Derneğimize bağış yapılması konusundaki temel isteğimiz ise, örf ve ananelerimizde de önemli bir yeri olan lakin unutmaya meyilli olduğumuz yardımlaşma konusunda bireylere bilinç kazandırabilmek, bunu bir davranış biçimi haline getirmelerini sağlamak. Dolayısıyla, bize sağlamış olduğunuz bu hibe ile canlarımızın beslenme, sağlık ve bakımla ilgili ihtiyaçlarını gidermeyi, ormanlarımızın bakımını sağlamayı ve tabii ki dernek faaliyetlerimizin sürdürmeyi planlıyoruz.

COVID-19 kapsamında alınan önlemler ve bu dönemde ortaya çıkan ihtiyaçlara paralel olarak bundan sonraki süreçte sivil toplum kuruluşlarının çalışma alanlarında ve iş yapma biçimlerinde değişiklikler yaşanması bekleniyor. COVID-19 salgını DOĞÇEV’in çalışma alanlarını nasıl etkiledi? Önümüzdeki dönemde çalışma alanlarınız veya çalışma biçimleriniz ile ilgili değişiklikler yapmayı planlıyor musunuz?

Çocuklarla ve gençlerle okullarda ve sahada yaptığımız eğitim faaliyetlerimizi durdurmak zorunda kaldık, açmış olduğumuz yarışmaların sonuçlarını bildirmemiz ve ödül olan kitapları iletmemiz mümkün olmadı. Herkese açık yaptığımız kermes, barınak ziyaretleri, piknik, yemek gibi sosyal faaliyetlerimizi durdurduk. Bu da bizim gelir sağlamamızı sekteye uğrattı. Bu yöndeki faaliyetlerimiz, sadece SMS kampanyamızın ve mama bağışı kampanyamızın sosyal medya aracılığıyla daha yaygın bir şekilde duyurulmasını sağlamak oldu. Çalışma biçimimizde canlarımızın ve ormanımızın bekasını etkileyecek bir değişiklik yapmayı planlamıyoruz. Sokak beslemelerine ve oradaki canların kurtarılması ve sahiplendirilmesi için çalışmalarımıza da devam edeceğiz.

Uçan Süpürge Derneği Benim STEAM Ağım Projesini Tamamladı

By | Şartlı Hibe

Türkiye’deki kadınların ve kız çocukların ihtiyaçları ve hakları ile ilgili kişi ve kurumlarla iş birliği yaparak farkındalık ve çözüm önerileri sunan Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği (Uçan Süpürge Derneği), Şartlı Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation’ın finansmanı ile gerçekleştirdiği Benim STEAM Ağım projesini tamamladı. Proje kapsamında 7-16 yaş arasındaki kız çocuklarının bilim, teknoloji, mühendislik, tasarım ve matematik (STEAM) alanlarına ilgisini artırmayı hedefleyen Uçan Süpürge Derneği, STEAM alanlarından kadın rol modellerin ve çeşitli içeriklerin yer aldığı çevrimiçi bir ağ oluşturarak kız çocuklarının STEAM ile ilgili eğitim ve kariyer alanlarını daha yakından tanımasına katkı sağladı.  Uçan Süpürge Derneği’nden Sinem Hun ile Benim STEAM Ağım projesini, derneğin COVID-19 salgını sürecinde yaptığı çalışmaları ve gelecek planlarını konuştuk.

COVID-19 kapsamında alınan tedbirler hayatın diğer alanlarında olduğu gibi STK’ların çalışmalarında da değişikliklere ve aksamalara sebep oldu. Bu durum Uçan Süpürge Derneği’nin çalışmalarını nasıl etkiledi? Bu süreçte faaliyetlerinize devam etmek için kullandığınız yöntemler varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

İçişleri Bakanlığı Mart ayında yayınladığı genelge ile sivil toplum kuruluşlarının genel kurulları ve eğitimler dâhil insanları toplu olarak bir araya getiren, icra-i zorunluluk gerektiren yönetim faaliyetleri hariç her türlü toplantı ve faaliyetlerin geçici olarak ertelenmesini kararlaştırmıştı. “Evde Kal” çağrısına uyarak Ankara’daki ofisimizi geçici süreyle kapatıp çevrimiçi çalışma dönemine başladık. 2020 Mart ayı boyunca planladığımız ya da katılım göstereceğimiz etkinlikleri iptal ettiğimizi duyurarak, eğitim ve etkinliklerimizi ileri bir tarihe erteledik. Dijitalde çalışan ve sosyal medyayı aktif kullanan bir dernek olarak dijital platformları daha da aktif kullanmaya çalıştık. Yönetim kurulu üyelerimizden Selen Doğan erken evlilikler konusunda, Bilge Taş ise STEM ve toplumsal cinsiyet üzerinden Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar Ağı’nın çevrimiçi söyleşilerine katıldı. Selen Doğan ayrıca Çocuğa Karşı Şiddeti Önleme Ortaklık Ağı’nda erken ve zorla evlilikler ile ilgili yerel ve küresel uygulamalar ile ilgili bilgi verdi. Yürütme Kurulunda olduğumuz ağlar ile birlikte çocuk ve kadın hakları alanında meydana gelen sıkıntılar ve değişikliklerle ilgili kampanyalara dahil olduk. Ending The Sexual Exploitation Of Children (ECPAT) isimli uluslararası ağa ve Uluslararası Çocuk Koruma Ağı’na bu konularla ilgili raporlarımızı ilettik. Bu süreçte, Etkiniz AB programı tarafından desteklenen ve Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinden kadınlara yönelik sığınma, da(ya)nışma ve acil yardım hizmeti veren kadın örgütlerinin salgının ortaya çıkardığı koşullardan nasıl etkilendiklerini, bu koşullarla hangi yollarla mücadele ettiklerini, sosyal izolasyon ve sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte ülke genelinde artan kadına yönelik şiddete dair ne gibi çalışmalar yürüttüklerini, bu çalışmaların ve hizmet verdikleri kadınların salgından nasıl etkilendiğini ortaya koymayı amaçlayan bir izleme çalışması yürüttük. Bu çalışmanın çıktılarını çok yakında ilgili ağlarda paylaşacağız. Sivil alanın daraldığı bu dönemde derneğimizin kapasitesini güçlendirmek, diğer örgütlerle ilişkisini artırmak ve sivil toplumdaki iyi uygulamaları öğrenmek için İstanbul ve Ankara’da yaşayan beş sivil toplum uzmanından bir Danışma Kurulu oluşturduk ve Mayıs itibariyle çevrimiçi aylık toplantılar yapmaya başladık. Bu toplantılar bizlere kendimize dışarıdan bakma fırsatı verdiği gibi yeni iş birlikleri kurma imkânı da sağlıyor.

Uçan Süpürge Derneği’nin de bir parçası olduğu Çocuğa Karşı Şiddeti Önlemek için Ortaklık Ağı, yakın zamanda gündemde olan çocuk yaşta evliliklerle ilgili yasal düzenleme konusunda bir bildiri yayınladı ve derneğinizin modaratörlüğünde iyi örneklerin paylaşıldığı bir çevrimiçi söyleşi düzenlendi. Bu düzenleme ve Ortaklık Ağı’nın bildirisi ile ilgili bilgi verir misiniz?

Maalesef ülke hukukunda evlenme yaşıyla ilgili ciddi bir muğlaklık var ve bu muğlaklık Türkiye’deki çocuk evliliklerin önlenememesinin önündeki en büyük engellerden biri. Kamuoyunda İnfaz Paketi olarak adlandırılan yasal düzenlemede özellikle kız çocuklarının mağduru olduğu bir cinsel istismar biçimi olan erken evlilik müessesini meşrulaştırıcı, failleri aklayıcı düzenlemeler getirilmek istendi ancak kamuoyu baskısıyla bu düzenlenme şimdilik ertelendi. Ancak bu düzenlemenin yasalaşması için özellikle siyasi iktidarın 2016’dan beri uğraştığını akılda tutmak gerekir. Çocuğa Karşı Şiddeti Önlemek için Ortaklık Ağı’nın konuyla ilgili bildirisine buradan ulaşabilirsiniz. Bununla birlikte, derneğimizden Selen Doğan konuyla ilgili düzenlediğimiz etkinlikte uluslararası iyi örneklere de yer verdi.

Şartlı Destek Fonu’nun 2019 döneminde Turkey Mozaik Foundation finansmanı ile hibe desteği sağladığımız Benim STEAM Ağım projesini hayata geçirdiniz. Proje kapsamında yaptığınız çalışmaları ve kurumsal olarak kazanımlarınızı bizimle paylaşır mısınız?

Benim STEAM Ağım projesi kapsamında faaliyetlerimizdeki ilk adımımız ağ kurmak oldu. Eğitim ve toplumsal cinsiyet alanlarında çalışan sivil toplum uzmanları, özel sektör ve eğitimcilerden oluşan bir Danışma Kurulu oluşturduk. Danışma kurulumuz Yazılım Mühendisi Aslı Akarsakarya, TED Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Aylin Çakıroğlu Çevik, Toplumsal Cinsiyet Uzmanı Bilge Taş, Bilişim Teknolojileri Eğitimcileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Burcu Yılmaz, Toplumsal Cinsiyet Uzmanı Çiğdem Yalçın, Toplumsal Cinsiyet Uzmanı Ebru Hanbay Çakır, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Araştırma Görevlisi Ekin Bozkurt, Emine Ülkü Sarıtaş, Çocuk Hakları Uzmanı Ezgi Koman, Adım Adım Kurucusu ve İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Itır Erhart, Microsoft Türkiye Sosyal Sorumluluk Müdürü Mehmet Can İrhan ve Sivil Toplum Uzmanı Meltem Gizem Şatır’dan oluşuyor.

Danışma Kurulu üyelerimizle proje başlangıcında gerçekleştirdiğimiz toplantılarla iletişim stratejimiz ve projenin çıktıları ile ilgili görüş alışverişinde bulunduk. Süreç içerisinde projenin görünürlüğü açısından oluşturduğumuz “Destekçiler” bölümüne Bilim Kutusu, Sinek Sekiz, Medya Gaga ve Radyo ODTÜ’yü kattık. İkinci önemli faaliyetimiz ise iletişim stratejisi oluşturmak oldu. Projenin en önemli ayağı kız çocuklar, veliler ve eğitimcilerle kurduğumuz iletişim olduğu için bu konuda farkındalık artırıcı faaliyetlere önem verdik. STEAM, (Science-Bilim, Technology-Teknoloji, Engineering-Mühendislik, Art-Sanat ve Mathematics-Matematik) ile toplumsal cinsiyet ile ilgili temel kavramları açıkladık ve üç adet bilgi notu hazırlayarak internet sitemizde yayınladık. Dijital faaliyetlerimiz ise projenin en önemli ayağını oluşturdu. Bu kapsamda:

Akabinde, eğitim kitlerinin hazırlanması ve rol model havuzunun oluşturmasına geçtik. İnternet sitemizde de görüleceği üzere, Danışma Kurulu’ndan da yardım alarak eğitimciler ve 1. ve 9. sınıf aralığındaki üç kademeden öğrenciler için eğitim kitleri oluşturduk. Proje süresince 29 rol modeli ağımıza kattık. Rol modellerin tam listesini buradan görebilirsiniz. Rol modeller ile kız çocukları arasındaki iletişimi sağlayarak kız çocukların erken yaşta mentorluk almalarını sağladık.

Kurumsal kazanımlarımızı ise aşağıdaki gibi özetlemek isteriz:

  • STEAM alanının anaakımlaştırılması konusunda dernek olarak yeni medya ve dijital iletişim alanındaki imkânların neler olduğunu ilk elden deneyimleme fırsatı elde ettik. Özellikle Instagram’ı eğitim konusunda kullanabilme becerisi kazandık. Derneğimiz çocuklarla bu platformlar ile doğrudan iletişim kurma aşamasında deneyim kazanmış oldu.
  • Güçlü bir Danışma Kurulu kurmanın özellikle dijital mecralarda ilerlerken çok öğretici olduğunu fark ettik ve ağın bundan sonraki faaliyetlerini mutlaka Danışma Kurulu ile ilerletmeye karar verdik.
  • Dernek, uzun zamandır toplumsal cinsiyet eşitliği ve STEAM kesişiminde sürdürdüğü çalışma ve savunuculuk deneyimine farklı bir pratik eklemiş oldu. Benim STEAM Ağım vasıtasıyla STEAM alanında yaşanan eşitsizliğe dair öğrenci, öğretmen, veli gibi tüm kesimleri kapsayan güncel ve farklı bir çözüm geliştirmiş olduk.

Kız çocuklarının bilim ve teknoloji eğitimi alanında güçlendirilmesini amaçlayan Benim STEAM Ağım projesinde hedef kitleniz kız çocukları olmasına rağmen aileler ve eğitimcilerle de beraber çalıştınız. Bu tür bir yöntem seçmenizin nedeni neydi? Söz konusu paydaşlardan ne tür geri dönüşler aldınız?

Çok çok olumlu ve bize de heyecan veren geri dönüşler aldık. Sosyal medya raporumuzda da görüleceği üzere, özellikle kız çocuklarının rol modellerle görüşmek istemesinin proje faaliyetinin amaçladığı etkiyi doğurduğunu gördük. Kız çocuklarının STEAM alanına daha fazla girmelerini sağlamak, onlara esin vermek ve onları motive etmek için birlikte çalıştığımız rol modellerden Cemre Uçaryılmaz (Moleküler Biyoloji & Genetik), Burçin Mutlu-Pakdil (Astrofizik), Özge Boğa (Moleküler Biyoloji & Genetik) ile kız çocukları arasında köprü olduk ve internet aracılığıyla tanışmalarını sağladık. Bize ulaşan bir kız çocuğu şöyle seslenmişti bizlere: “Merhaba, ben Ecem. 17 yaşındayım, üniversite sınavına hazırlanıyorum. Daha doğrusu, hayallerimi hayatım yapmaya doğru bir adım daha atmaya çalışıyorum. Hayallerimin peşinden gitmeye başlama hikayem çocukluğuma kadar uzanıyor aslında. Kendimle ilgili hatırladığım en eski anılardan birisi “Ben ne olacağım?” sorusuna cevap arayışlarım. Liseye geçtikten sonra kendimi tanıma isteğim daha da şiddetlendi, bu isteğimin peşinden koştum. Gerçekten çok koştum. Kim olduğumla hatta kim olmadığımla ilgili cevaplar aradım. Yaklaşık iki buçuk sene önce moleküler biyoloji ve genetik bölümüyle tanıştım ve tanışırken sıktığım o eli bugüne kadar bir gün bile bırakmadım. Her gece yatağa yatarken, gün içinde nefesimin kesildiği, umudumun tükendiği her an o hayale tutundum. Her gün kendime soruyorum “Bugün geleceğin için ne yaptın?” diye. Her gün bu sorunun cevabını doldurmaya çalışıyorum. Şimdi ise tüm zorluklara, belki de imkansızlıklara rağmen her gün 17 yıldır hayallerinin peşinden koşan ve peşini hiç bırakmayan Ecem için çabalıyorum. Bu yüzden hikayeme yardımcı olacağını düşündüğüm Cemre Uçaryılmaz ile tanışmak istiyorum.”

Uçan Süpürge Derneği önümüzdeki dönemde ne tür çalışmalar yapacak? Öncelik verdiğiniz alanlar, hedef kitleler ve projelerinizle ilgili bir değişiklik ya da yenilik yapmayı planlıyor musunuz?

Derneğimizin iki önemli çalışma alanı bulunuyor. Biri erken çocuk evlilikleri, diğeri ise STEAM ve toplumsal cinsiyet. Derneğimizi bu iki konuda daha da kurumsallaştırmak ve sosyal etkiyi derinleştirici proje ve faaliyetler yapmak istiyoruz. Öncelikle, önümüzdeki süreçte Sivil Toplum için Destek Vakfı’nın açacağı farklı fonlara başvurarak ‘Benim STEAM Ağım’ projesi kapsamında tamamlayamadığımız faaliyetleri hayata geçirmeyi hedefliyoruz. Bu süreçte Ağı canlı tutmak için sosyal medya paylaşımlarına devam ederek kız çocukların, velilerin ve eğitimcilerin ilgisini canlı tutmayı hedefliyoruz.

Benim STEAM Ağım’ı, derneğin alana dair hazırladığı ve Türkiye’de konuya dair ilk kez yayınlanan Türkiye’de STEM Alanındaki Toplumsal Cinsiyet Eşitsizlikleri Araştırma ve İzleme Raporu’nun tavsiyeler kısmıyla paralel bir şekilde yürütmek ve etki alanını genişletmek istiyoruz. Dolayısıyla, rol modellerle sadece kız çocuklarının değil veliler ve eğitimciler arasındaki etkileşimi de artırmak; hazırlayacağımız kitlerle velilere bu alanla ilgili farkındalık kazandırmak; yüz yüze veya çevrimiçi eğitimler, etkinlikler veya tanışmalar yoluyla alanda var olan önyargıları kırmak; özel sektörün, kamu kurumlarının ve sivil toplumun danışma kurulu,sponsorluk mentor ağında varlıklarını ve bu alanda birlikte çalışabilme kapasitelerini artırmak ağ üzerinden kurguladığımız hedef ve aktiviteler arasında yer alıyor.

Erken çocuk evlilikleri konusunda ise Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) ile 2019 yılından beri yürütülen “Türkiye’nin Hedef Bölgelerinde Kadınlara Yönelik Şiddetin Azaltılması için Belirli Davranış Değişikliklerini Amaçlayan Bir Stratejik İletişim Programının Geliştirilmesi ve Uygulanması” projesi çerçevesinde Türkiye’de yaşayan Suriyeli kız çocukların evlendirilmesini önlemek ve okula devam etmelerini sağlamak için emek veriyoruz. Suriyeli ebeveynler, kız çocukları, Suriye ve Türkiye’den öğretmenlerle birlikte okullarda toplumsal cinsiyet, yasal mekanizmalar ve ayrımcılığın önlenmesi üzerine çalıştaylar düzenleyerek ilerlediğimiz projenin 2020 ayağında ebeveynlere, özellikle babalara yönelik farkındalık arttıran faaliyetler düzenlemeyi planlıyoruz. 2019 yılındaki saha deneyimi bizlere, kız çocukların okullaşma oranının artırılması ve erken evliliklerin önüne geçilmesinde özellikle babaların toplumsal cinsiyet eşitliğine dair önyargılarının kırılmasının çok önemli olduğunu gösterdi. Gelecekteki faaliyetlerimizi bu anlamda ebeveynleri daha çok içerecek ve onları bu yolla dönüştürecek şekilde tasarlamayı hedefliyoruz.

Zeytin Çekirdekleri Derneği Renkli Saatler Projesini Tamamladı

By | Şartlı Hibe

Her çocuğunun, insanın gelişimdeki en önemli dönem olan çocukluk çağlarını verimli bir şekilde yaşaması amacıyla Ayvalık’ta faaliyet gösteren Zeytin Çekirdekleri Derneği, Şartlı Destek Fonu kapsamında Turkey Mozaik Foundation finansmanıyla verdiğimiz hibe ile gerçekleştirdiği Renkli Saatler projesini tamamladı.  Zeytin Çekirdekleri Derneği’nden Nuray Serttürk ile resim, müzik, görsel sanatlar gibi konularda atölyelerden oluşan Renkli Saatler programını, derneğin COVID-19 sürecinde çevrimiçi olarak gerçekleştirdiği çalışmaları ve gelecek planlarını konuştuk.

Hibe desteğimizle gerçekleştirdiğiniz Renkli Saatlar projesinin çalışmalarını yakın zamanda tamamladınız. Projenin amacından ve bu kapsamda gerçekleştirdiğiniz faaliyetlerden bahseder misiniz? Renkli Saatler’in birlikte çalıştığınız çocuklar ve aileler üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu gözlemliyorsunuz?

Zeytin Çekirdekleri Derneği’nin programlarımdan biri olan Renkli Saatler, 7-11 yaş grubu çocukların yaptıkları her çalışmada onlar için özgür düşünce ve ifade özgürlüğünü esas alıyor. Program kapsamında yapılan çalışmaların benzerleri ev ödevi olarak evde ailelerle devam ediyor. Bu şekilde çocukların becerilerinde özgürleşme; yaratıcılıklarında ise artış ve özgünleşme gözlemleniyor. Özellikle resim ve müzik alanında sanatsal kavramlarla erken yaşta tanışıyorlar.

Evde yapılması için verdiğimiz ödevler ve özellikle salgın döneminde çevrimiçi yaptığımız faaliyetlerde aile bireyleri ile ortaklaşa çalışmalar yaptık, çeşitli dernek etkinliklerine kırsal kesimde annelerden gönüllü katılımlar oldu.

2019-2020 hibe döneminde toplam 280 çocuğa ulaştık, ayrıca salgın dönemindeki çalışmalara katılan 70 çocuğun ailesi de Renkli Saatler’in ayrılmaz bir parçası oldu. Böylece aile boyu atölyelerle hedef sayımız olan 300’ün üstünde bir etki alanı kendiliğinden gelişti.

Yüz yüze yaptığımız atölyelerde, atölye yöneticileri çocuklara yapılacak çalışmaları aktarırken, salgın döneminde çocuklar çeşitli fikirleriyle atölyelere yön vermeye başladı. Bu gelişimi görmek bizi çok mutlu etti, bu sayede iki yönlü iletişim ve çalışma yapısı kurulmuş oldu. Onlar bizi yönlendirmeye başladılar. Bundan güzel daha ne olabilir hissi ise bizim ileriye dönük daha çok çalışmamız için en güzel motivasyon oldu.

Renkli Saatler programı 2. yılı bu dönemle birlikte tamamlandı. Programın amacını ve bu süreç içindeki gelişimini değerlendirir misiniz?

Renkli Saatler programları ile 7-11 yaş grubu çocuklarının erken yaşta sanatsal aktivitelerin içinde olmalarını, kendilerini ifade edebilmelerini, yaratıcılıklarının artmasını, başarıyı deneyimleyip özgüvenlerinin gelişmesini ve bu sayede ileriki yıllara daha donanımlı girmelerini amaçlıyoruz. Ayrıca Renkli Saatler gruplarının içinden özellikle sanatsal yetenekleri olan çocukları erkenden fark edip müzik, resim, tiyatro, edebiyat gibi ilgi alanlarına göre bir an evvel doğru zamanlarda doğru ortamlara yönlendirmeyi de hedefliyoruz. Renkli Saatler programından Zeytin Çekirdekleri’nin diğer programlarına seçilen ve konservatuar düzeyinde eğitim almaya başlayan çocuklarımızın sayısı artıyor.

Bugün ise salgın sürecinin el verdiği ölçüde çalışmalarımız çevrimiçi olarak devam edecek. Yetenekli çocuklarımız kendi alanlarında bireysel çalışmalara ya da çevrimiçi grup çalışmalarına katılacaklar. Dezavantajlı bölgelerdeki çocuklar ve aileleri ile çalıştığımızdan dolayı çocukların çevrimiçi çalışmalara katılabilmeleri için evlerine internet, modem ve tabletler temin etme gayretlerimiz de hızla devam ediyor.

COVID-19 salgınının birlikte çalıştığınız çocuklar ve aileleri üzerindeki yansımalarını bizimle paylaşır mısınız? Bu süreçte ortaya çıkan olumsuz etkilerin en aza indirilmesi için dernek olarak ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?

COVID-19 salgının birlikte çalıştığımız çocuklar ve aileleri üzerindeki yansımaları Mart’tan itibaren her ay değişime uğradı. Mart dönemine çocuklara ve ailelere bu salgının ne olduğunu ve neler yapmaları gerektiğini anlatmak ile başladık, Nisan döneminde çevrimiçi atölyeler kapsamında yaptığımız çalışmalara çocuklar, evde kalma tedbirlerini ve televizyondan duyduklarını yansıtmaya başladı.

Salgın, tüm atölyelerin bir parçası oldu ve zaman ilerledikçe hem çocuklarda hem de velilerde endişe ve korku artmaya başladı. Bu dönemde çocukları ve aileleri, bu ruh halinden biraz olsun uzaklaştırmak, yaratıcılığa ve öğrenmeye açık tutabilmek için değişik konular ve çalışmalar denemeye başladık; zaten aileler evde olduğu için atölyelerimiz aileye hitap eder hale geldi. İnternet bağlantısı bitenlere destek olmak için ek çalışmalar da yapmaya başladık. Çocukların atölyeler için gerekli malzeme ihtiyaçlarını sağlamak adına muhtarlar ve bazı veliler ile iş birliği yaptık, malzemeleri dernek olarak temin edip evlere dağıttık. Dernek olarak atölyelerin başarı ile devam etmesi için çok daha yoğun çalıştık. Normal şartlarda Mayıs sonunda bitirmeyi planladığımız atölyeleri çocukların ve velilerin isteği ile Temmuz ayı sonuna kadar uzattık.

COVID-19 salgını kapsamında alınan tedbirlerin, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında da değişikliklere sebep olduğunu biliyoruz. Bu durum Zeytin Çekirdekleri Derneği’nin çalışmalarını nasıl etkiledi? Bu süreçte çalışmalarınıza devam etmek için ne tür yöntemler kullandınız?

Renkli Saatler programının 7 Mart’ta başlayan iki yeni grubu ile sadece bir kere yüz yüze atölye yapma imkanımız oldu ve bu atölyeler sadece tanışma amacıyla gerçekleştirildi. Hemen ardından salgın nedeni ile çalışma merkezimiz kapatıldı. Çalışmalarımıza ara vermemek için atölyelerimizi çevrimiçi olarak devam ettirme kararını hızlıca aldık.

Çevrimiçi platformlar olarak velilerden oluşan Whatsapp grupları ve sadece velilerin kayıt olduğu kapalı Facebook grupları kurduk, bu altyapıları çok zorlanmadan oluşturduk. Veliler ile yoğun bir iletişim yürüttük, çok fazla telefon görüşmesi yaptık ve kısa sürede 70 çocukla çalışmalarımıza başladık. Bu yeni yapının veliler tarafından benimsenmesi sağlamak ve katılımlarını sürdürülebilir kılmak için çocukların her paylaşımlarına geri bildirimde bulunduk. Bu durum dernek gönüllülerinin çalışma sürelerini çok artırdı, Renkli Saatler atölyeleri haftada bir kere iki saatlik bir atölye iken çevrimiçi olunca her gün yapılmaya başladı.

Bu çalışmaların başarılı olmasının nedenlerinden biri de Milli Eğitim Bakanlığı henüz çevrimiçi eğitime geçmeden dernek olarak çalışmalarımızı çevrimiçi platformlara taşımamız. Bu sayede çocuklar ve veliler ile iletişimimiz hiç kopmamış oldu. Ayrıca bu süreçte bazı veliler ve çocuklar komşularını da ilave ederek çalışma gruplarımızın genişlemesine destek oldular.

Salgın sürecinde yaşadığımız en önemli gelişmelerden biri Renkli Saatler’in zaman ve mekan kavramlarının aşarak evlere köylere ve mahallelere girmesi oldu. Örneğin veliler kendi aralarında organize olarak 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları yaptılar. Şiirler ve şarkılarla bahçelerinde sokaklarında “Renkli Saatler 23 Nisan Kutlamaları” yaparak bizleri çok duygulandırdılar. Sosyal medya üzerinden yaptığımız çalışmaları resim şarkı ve şiirleri yarışmaya dönüştürdüler. En çok katılanlara yıldız dağıtmaya başladık. Her akşam 21.00’de yıldızlarını dağıtıyorduk. Dağıtmakta geciktik mi telefonlar yağıyor, çocuklar yıldızlarını soruyordu. Gece yarısı bile resim yapıp göndermeye devam eden çocuklarımız oldu.

Zeytin Çekirdekleri Derneği önümüzdeki dönemde ne tür çalışmalar yapmayı planlıyor? COVID-19 salgını sürecindeki deneyimlerinizi de düşündüğünüzde, çalışma alanlarınız ve yöntemlerinize ilgili değişiklikler yapmayı düşünüyor musunuz?

Renkli Saatler atölyelerini resim, müzik, görsel sanatlar gibi sanatsal araçlar kullanılarak Ayvalık ilçesi’nde çocuklarımızın kendilerini özgürce ifade etmelerini ve interaktif katılımlarını sağlamak amacıyla gerçekleştiriyoruz. Başlangıç tarihi olan 2018 sonbaharından beri atölyelerimizin hem kapsamını geliştirdik hem de değişik çocuk gruplarına ulaştık. Bütün bu deneyimler salgın sürecinde yeni bir boyut kazandı. Uzaktan internet üzerinden erişim ile Renkli Saatler’in interaktif katılımı sadece çocuk boyutundan çıkarak aileleri de kapsamaya başladı. İkinci önemli değişim ise, atölyeler haftada 2 saat yerine her gün yapılan, saat ve zaman kısıtlaması olmayan sınırsız çalışmalara dönüştü.

Dolayısıyla belirlenen merkezlerde yapılan atölye deneyimlerini ve kazanımlarını, uzaktan erişim ile evde yapılabilen sınırsız atölyelerle birleştirerek hibrit bir atölye yapısı ile Ayvalık ilçesine kısıtlı kalmadan ulusal boyutta yapılması olanak sağlanabilir. Örneğin Ayvalık’ın bir köyü, Manisa’nın köyü, Gaziantep’in bir köyü ve Kars’ın bir köyü eşzamanlı olarak aynı eğitmenlerin hibrit atölyelerine katılabilir. Bu yapının kazanımları sonsuz olacaktır. 2020 -2021 dönemi için hem hibrit yapıda atölyeler düzenlemek hem de ulusal düzeyde çocuklara erişim sağlayabilmek için çalışmalarımıza başladık. Bu dönemde karşılaştığımız önemli zorluklardan birisi internet erişimine sahip olmayan çocuklara bu imkanı sağlamak oldu.

Atölyelerin kapsamına okuma alışkanlığını kazandıracak ‘kitap kurdu’ okuma grupları ve ‘minik hesap makinaları’ adında eğlenceli matematik grupları eklemeyi de planlıyoruz. Ayrıca çocukların sağlıklı bir beden ile daha iyi bir gelişim içinde olacaklarına inancımız ile çalışmalarımıza uzaktan da çevrimiçi spor ve sağlık programları eklemeyi planlıyoruz. ‘Arkadaşım spor’ ismiyle gerçekleştireceğimiz bu atölyelerin yaşamlarının düzenli bir parçası olmasını hayal ediyoruz. Salgın döneminin bilinmezliği karşısında, bir merkezde veya evde yaratıcılık ve üretmeye yönelik bu atölyelerin hem çocuklara hem de ailelere değerli kazanımlar katacağına inancımız sonsuz.

Small Projects İstanbul Şartlı Destek Fonu Kapsamındaki Çalışmalarını Tamamladı

By | Şartlı Hibe

Başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere, yerinden edilmiş kişilere hayatlarını yeniden inşa etme sürecinde güvenli ve destekleyici bir alan sağlamak amacıyla çalışmalar yapan Small Projects İstanbul’a (Zeytin Ağacı Derneği) Şartlı Destek Fonu kapsamında 2019 yılında hibe desteği sağladık. Small Projects İstanbul’dan Naz Sağlam ile derneğin mültecilere yönelik çalışmalarını, Muhra sosyal girişimini ve COVID-19 sürecindeki çalışmalarını konuştuk.

Small Projects İstanbul, Suriye’deki çatışma sonucu yerinden edilmiş kişilere hayatlarını yeniden inşa etme sürecinde güvenli ve destekleyici bir alan sağlamak amacıyla çalışmalar yapıyor. Kuruluş hikayenizden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Kuruluşundan bu yana Small Projects İstanbul (SPI) ile beraber olduğum için biriken pek çok şey var ama kısa ve öz tutmaya çalışayım. Bilinen adıyla Small Projects İstanbul ve az duyulan resmi kayıtlı ismiyle Zeytin Ağacı Derneği’nin kuruluşu, yerinden edilmenin birey, aile ve toplum nezdinde açtığı yaraları bir nebze olsun sarabilmek için gönüllü olarak bir araya gelen duyarlı kimselerin bir etki yaratma arzusu ve inancına dayanıyor. Suriye’deki savaş nedeniyle İstanbul’a göç eden kurucumuz Karyn Thomas’ın özellikle eğitim ve barınma desteği amaçlı “küçük projelerine” gönüllü, öğrenci, profesyonel, idealist, akademisyen olan onlarca kimsenin katkıda bulunmasıyla Toplum Merkezi 2015 yılında faaliyet göstermeye başlıyor.

Çıkış noktasında Suriyeli insanlar için bir destek ortamı amaçlanmışsa da Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan yine çatışmalar nedeniyle göç etmiş insanların da topluluğa katılması destekleniyor. Kuruluştaki değerlerden benim için en göze çarpanı farklı milletlerden yüzlerce kimsenin hem fayda sağladığı hem de yardımsever, gönüllü ya da yararlanıcı olarak faydalanabildiği bir Toplum Merkezi olarak konumlanması; aynı ve/veya farklı toplumlara üye olan kişilerin kaynakları, ihtiyaçları, becerileri ve kendi imkanları doğrultusunda bir araya gelerek bir destek ve güçlenme ortamına katılmaları. Dolayısıyla bu merkezin uyandırdığı his,, varoluş amacıyla birebir örtüştüğü oluyor.

Merkezin en temel amacı, mülteciler özelinde sosyal içermeye katkıda bulunacak ve aidiyet duygusunu pekiştirecek güvenli bir alan sağlamak ve bu alan vasıtasıyla özellikle çocuk ve kadınlara, ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda gelişme ve güçlenme alanları açmak; yani içte ve dıştaki kaynakları tazelemek ve yenilerini yaratmak. Programlarımız formal ve formal olmayan eğitime erişimi, psiko-sosyal destek sağlamayı, sosyal entegrasyonu, beceri geliştirme ve geçim kaynakları alanlarında iyileşmeyi hedefliyor.

2016’da şekillenen Kadınlar için Beceri Geliştirme ve Geçim Kaynağı Oluşturma Programı, kadın yararlanıcıların sosyalleşerek el becerilerini geliştirebileceği güvenli bir alan sunmak ve ev içi üretimi destekleyerek kadınların üretime ve ekonomik yaşama katılmasını, hane ekonomisine katkıda bulunmasını teşvik etti. Zaman içinde bir sosyal girişim haline gelen Zeytin Ağacı Derneği İktisadi İşletmesi’ne evrilerek profesyonel ve sosyal becerilerin takviyesine odaklanıldı ve istihdama katılım için gerekli kazanımların sağlanması hedeflendi.

Eğitime ve sosyal hayata katılım konusunda gönüllülerden çok verimli destekler alıyoruz. Özellikle genç gönüllüleri, çocuk ve gençlerle bir araya getirmek çok olumlu kapıları aralıyor; bu durum başlı başına bir öğrenme fırsatı olabiliyor. Dil öğrenmek, ev ödevi yapma becerilerini ve okulda başarısını artırmak, sosyal olarak zenginleşmek, kendini ifade edebilmek, oyun oynamak, yaratıcı olmak, gezilere katılmak, İstanbul’u tanımak, müze gezmek, spor yapmak, arkadaşlar edinmek gibi kazanımların yanı sıra sevilmek, duyulmak, kabul görmek gibi en temel ihtiyaçları besleyen değerler de pekişiyor. Gönüllü çalışmaları, Türkiye’deki gönüllülük bilinci ve kapsamını genişletirken doğrudan ve dolaylı olarak da farklı kimliklerin tanışıklığına, kaynaşmasına ve sosyal uyum sürecine de büyük katkı sağlıyor.

SPI, diğer uzmanlıklarla ilgili hak ve hizmetlere erişimde de bir aracı rolü üstleniyor. Yararlanıcıların çoğu Toplum Merkezi’ne yürüme mesafesinde ikamet ediyor, erişimlerinin çok kolay oluşu ve seneler içinde oluşan bağ neticesinde birey ve ailelerin ihtiyaçlarıyla ilgili olarak danışmak, bilgi almak ya da yönlendirme talep etmek için merkeze geldikleri de çok oluyor. Netice olarak Toplum Merkezi’nin amacı mülteci topluluğa bu gücü aşılamak, seslerini duyurabilecekleri, talep ve önerileriyle gelecekleri, dönüşüm ve güçlenme sürecine aktif olarak katılım sağlayabilecekleri bir alakayı ve motivasyonu yaratmak.

Small Projects İstanbul bünyesinde kurulan ve bir sosyal girişim olan Muhra, Suriyeli mülteci kadınların kendilerini ifade etmeleri için fırsat yaratmanın yanı sıra bir gelir kaynağı da sunuyor. Muhra kapsamında yaptığınız çalışmalardan ve bu çalışmaların mülteci kadınlara katkılarından bahseder misiniz?

Muhra, 2017 yılında ‘Drop Earrings Not Bombs’ koleksiyonunu da içeren, sosyal açıdan bilinçli ve güçlendirici bir marka olarak lanse edildi. Kadın Beceri Geliştirme ve Geçim Kaynağı Oluşturma Programının bir uzantısı olan Muhra’nın satışları Zeytin Ağacı Derneği İktisadi İşletmesi’nin kanalları tarafından destekleniyor.

Muhra, Arapça bir kelime ve “dişi tay” anlamına geliyor. İstanbul’da hayatlarını yeniden inşa eden kadın zanaatkârların ortak yolculuğu sırasında temelleri atılan sosyal girişiminin büyümesini, canlılığını ve gücünü temsil ediyor. Bu topluluğa dahil olan kadınlar ve aileleri için ise yaşamlarını İstanbul’da sıfırdan inşa etmek anlamına geliyor. Muhra kadınları karşılaştıkları zorluklara rağmen hala hayatın ve ilişkilerin güzelliğini takdir ediyor, gülümsemeye devam ediyor ve piyasaya güzel ve anlamlı bir şey katmak için kaliteli ve çevre dostu el yapımı ürünlerini kalpleriyle işliyorlar. Muhra ve Drop Earrings Not Bombs’un yaratıcı, yenilikçi, özverili ve kararlı kadın ekibi mesajlarını gururla dünyayla paylaşıyor. Muhra, bu bağlamda bireysel ve topluluk olarak kadının gücü ve kapasitesine odaklanıyor. Bu kadınlar, sıkıntılara rağmen kendileri ve aileleri için yeni bir yol çizen topluluk liderleri olarak adım atıyorlar. Muhra’yı, üretici kadınların müşterisiyle bağlantı kurabileceği, güçlü mesajlarını iletebileceği, aynı zamanda sosyal ve mesleki gelişim ile istihdama katılım olanaklarıyla kadınların hayatının her alanında etkili olacak bir platform olarak görüyoruz. Bugün, Muhra ekibine dahil 40 kadın üretime katılıyor ve ev geçiminde aktif olarak rol alıyorlar.

Şartlı Destek Fonu kapsamında sağladığımız hibe ile yaptığınız çalışmaları anlatır mısınız?

SPI, sürdürülebilirliği olan ve dönüşüm sağlamaya yönelik programlar üretmeye öncelik veriyor. Diğer yandan ayni ve nakdi yardım desteği eğitim, sağlık ve barınma anlamlarında genel ve önemli bir ihtiyaç bu nedenle asıl uzmanlığımız olmamakla birlikte yararlanıcı topluluğun ihtiyaçlarını gözeterek bu gibi yardımları yıl içinde birkaç kere ve tüm ihtiyaç sahibi kişilere ulaşabilecek şekilde organize etmeye çalışıyoruz. Ramazan ve Kurban bayramları başta olmak üzere her sene erzak yardımı yapmaya gayret ediyoruz. Bu dönemlerde daha da öne çıkan birlik ve beraberlik değerlerini ufak da olsa bir katkıyla pekiştirmek istiyoruz. 2019’da yine bağışçılarımızın katkısıyla Ramazan Bayramı desteğini vermeyi başardık. Kurban Bayramına yaklaştığımız yaz aylarında ise erzak desteğinin yanında bir önceliğimiz daha vardı o da “Okula Dönüş” Programı kapsamında düzenlediğimiz okul üniforması dağıtımıydı. Bu iki öncelik arasında eğitim kazandı diyeceğim ve biz elimizdeki kaynakları 119 çocuğun okula devamını destekleyecek üniforma alımı için ayırdık.

Bu dönemde STDV’den nazik bir çağrı aldık. STDV bağışçılarının ve Turkey Mozaik Foundation’ın, hali hazırda desteklemekte olduğu ve potansiyel olarak destekleyebileceği sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya geleceği ve Türkiye’de var olan sosyal sorunların değerlendirmesinin yapılacağı çalışma ziyaretine davet edildik. Yakın bir zaman sonra, STDV ve Turkey Mozaik Foundation temsilcilerini merkezimizde ağırladık. SPI ve yararlanıcı topluluğu özelindeki sunumumuzun ardından, SPI’nın kurumsal ihtiyaçları ve yararlanıcı topluluğun ihtiyaçları da konuşuldu ve bu esnada SPI’nın erzak desteğinden, önceki yardımlarından ve yakındaki Kurban Bayramı için bir kaynak arayışı içinde olduğumuzdan bahsettik. Devamında ise genel anlamıyla yerinden edilme, geçici koruma kapsamında verilen haklar, sosyal hizmetler, eksikler, olası çözümler üzerine bir sohbetimiz oldu. Türkiye kökenli insanların konuya olan ilgisi, duyarlılığı, soruları ve aktif katılımı bize motivasyon sağlıyor, zira mülteciler-yerel halk ve sosyal uyum üçgeninde bunun değerli bir kaynak olduğunu düşünüyoruz. Bu pozitif ve ilham veren ziyaretten kısa bir süre sonra STDV’den güzel bir geri dönüş aldık. STDV bağışçılarının bir bölümünün erzak desteği ihtiyacının giderilmesine katkı sağlamak amacıyla derneğimizi desteklemek istediğini öğrendik. Bu destek bizi iki anlamda sevindirdi. Kısa bir sürede kurumlar arasında bir bağ oluştuğunu ve ihtiyaçların fark edildiğini görmenin yanı sıra iptal edilmenin eşiğine gelen bu destek için kaynak bulduk ve yararlanıcı topluluğun yanında yer alabildik. Bu desteğin yararlanıcı topluluk gözündeki en önemli değeri SPI’nın ayrım yapmadan kurumun tüm yararlanıcılarına bu desteği ulaştırması oldu.

Çocuk hakları alanında çalışan diğer sivil toplum kuruluşları ile birlikte yürüttüğünüz “COVID-19 sürecinde İstanbul’un Farklı Yerleşimlerinde Çocukların Haklarına Erişimi Araştırması”nın ön bulguları yakın zamanda yayımlandı. Çalıştığınız hedef kitlelerden biri olan mülteci çocuklar açısından raporun sonuçlarını nasıl yorumluyorsunuz?

Bu çalışma, içinde bulunduğumuz salgın sürecinin genel anlamda çocuklar ve kurumun hedef kitlesi olan mülteci çocukların haklarına erişmede ne gibi yoksunluklar yaşadıklarını ortaya koymak ve öneriler geliştirmek açısından çok önemli oldu. Çocukların COVID-19 sürecinde ve sonrasında maruz kaldığı ya da kalabileceği olası hak ihlallerini tespit etmek, görünür kılmak ve yetkilileri harekete geçirmek için yaptığımız çalışmayı, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin yaşama, hayatta kalma ve gelişme hakkı, bilgi ve medyaya erişim hakkı, sağlığa erişim hakkı, güvenli alan, eğitim hakkı, dinlenme, boş zaman değerlendirme, oyun oynama, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılma haklarıyla ilişkilendirerek bulguları ortaya koymaya çalıştık.

Çocuklar ve bakım verenlerle yaptığımız telefon görüşmeleri sonucunda, mülteci ailelerin istikrarsız ekonomik koşulları nedeniyle yoğun baskı altında olduğu, gıda ve kira harcamalarını karşılayamadıkları ve yakın dönem gelecekleri açısından yüksek kaygı hissettiklerini gördük. Mülteci çocukların öncelikle aileleriyle birlikte yeterli yaşam standartlarının sağlanması gerekiyor. COVID-19 sürecinde ailelere kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının sosyo-ekonomik destekler sağlaması, ayni ya da nakdi desteklere dair bilgilere erişimin kolaylaştırılması, dil engeli dolayısıyla başvuru süreçlerinde destek verilmesi, kira desteğinde bulunulması, aylık gıda ve diğer ihtiyaçların market kartları aracılığıyla sağlanması, ailenin geçimini sağlayan yetişkinlerin COVID-19 sürecinde işlerini kaybetmesinin önlenmesi, işlerini kaybedenlerin araştırılması ve sosyal güvence sağlanması ve kayıtsız işgücü için çözümler üretilmesi mülteci çocukların yaşama ve gelişim bağlamında güvenli alana sahip olma hakkı açısından önemli görünüyor.

Ailelerin ekonomik durum ve sıkıntıları böyleyken, bazılarının evinde internet ve televizyon yok; bazı hanelerde ortak kullanılan bir tane akıllı telefon bulunuyor. Teknik donanım eksikliği mülteci çocukların uzaktan eğitim sistemine erişimini kısıtlıyor ya da engelliyor. Buna ek olarak, uzaktan eğitim, hali hazırda Türkiye’deki eğitim sistemine dahil olma mücadelesi veren mülteci çocuklar için dil engeli, müfredat farklılıkları gibi sebepler yüzünden de özellikle zorlayıcı ve ebeveynlerinin ya da bakım verenlerinin kendilerine destek olma olanakları da dil engeli dolayısıyla oldukça sınırlı. Bu süreçte mülteci çocukların Eğitim Bilişim Ağı (EBA) üzerinden uzaktan eğitime erişimde yaşadıkları bu zorlukların eğitim sisteminden kopmalarına ilişkin riski artırabileceğini düşünüyoruz. Bu yüzden eğitim sisteminin daha kapsayıcı olması ve mülteci çocukları da içine alabilen bir sistem haline gelmesi konusunda çeşitli önerilerimiz oldu. Ayrıca bakım verenlerin uzaktan eğitim sürecine dair etkin biçimde bilgilendirilmesi ve bilgilendirmenin farklı dillerde yapılmasının faydalı olacağını da düşünüyoruz.

Boş zaman değerlendirme, oyun oynama, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılımını, genellikle sokakta,parklarda arkadaşlarıyla oynayarak ve merkezimizdeki etkinliklere katılarak sağlayan çocuklar, bu süreçte arkadaşlarıyla görüşemediklerini, evden dışarı çıkmadıklarını, merkezdeki etkinlikler durdurulduğu için ne yapacaklarını bilemediklerini ifade ettiler. Sosyal bağları zayıflayan, evlerine kapanan ve zamanlarının büyük kısmını oturarak veya “sıkılarak” geçirdiklerini paylaşan çocukların savaş ve göç deneyimlerinde yaşadıkları travmayı tekrar deneyimliyor olabileceklerini dikkate almak durumundayız. Çocukların yaş ve gelişim düzeylerine uygun etkinlikler ve oyunlara erişimlerinin sağlanması, çocukların arkadaşlarıyla etkileşimlerinin sürmesi için çözümlerin bulunması, bakım verenlerin güçlendirilmesi, çocukların yaratıcılıklarını artıracak ve yeteneklerini keşfetmelerini sağlayacak çeşitlilikte materyal ve etkinliklere erişim fırsatlarını sağlamamız gerekiyor.

Yaptığımız çalışmada mülteci çocukların bu süreçle ilgili bilgiye ve medyaya erişemediklerini gördük. Bu süreçte zaten çocukları bilgilendirmek için yapılan, çocuk dostu haberler ve yayınlar bulunmuyordu. Bu yüzden çocuklar COVID-19 süreciyle ilgili bilgiye erişemediklerini, salgınla ilgili var olan bilgileri anlamadıklarını, bu sürecin kendilerini ilgilendirmediğini düşünüyordu ve çoğunluğu var olan bilgileri bakım verenlerinden alıyordu. Bakım verenlerin dil engeli nedeniyle bu konudaki bilgiye tam olarak erişemedikleri için bu süreci çocuklara aktarma konusunda zorluk çekiyordu. Bu süreçte genel olarak bilgiye erişim hakkı gözetilmeyen çocuklar için medyada çocuk dostu içerikler üretilebilir ve anadili Türkçe olmayanlar için de çeşitli dillere çevrilebilir diye düşünüyoruz. Sivil toplum kuruluşları olarak bilgiyi diğer dillere çevirerek aktarma görevini yerine getirmeye çalıştık ancak günden günde yeni bilgilerin olduğu, ulusal düzeyde tedbir gerektiren boyutta bir kriz döneminde yerel yönetimlerin kapsayıcı çalışmalarının sivil toplumun da verimini artıracağı fikrindeyiz ve bu çağrımızı raporda da belirttik.

Bu izleme çalışmasında çeşitli yoksulluk ve yoksunluklar yaşayan çocukların yaşadığı zorlukların bu süreçte nasıl derinleştiğini görebiliyoruz. Umuyoruz ki bu çalışma başta karar vericiler olmak üzere, çocuk hakları odaklı çalışmalar yürüten tüm kurumlara ve kamuoyuna, COVID-19 sürecinde özel koruma önlemi ile desteklenmesi gereken risk grubundaki çocukların durumuna ilişkin bir çerçeve sunar ve bu hedef grupların nasıl desteklenebileceğine dair atılacak adımlara ışık tutar. Ağustos 2020’de final raporumuzu İngilizce, Arapça ve Kürtçe dillerinde de yayınlayacağız, sizlerle de paylaşacağız.

COVID-19 salgını hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında da değişikliklere sebep oldu. Bu durum mevcut çalışmalarınızı ve yürüttüğünüz programları nasıl etkiledi? Salgın döneminde ve içinde bulunduğumuz kontrollü normalleşme sürecinde çalışmalarınıza devam etmek için kullandığınız yöntemler varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

Birçok anlamda ve yoğun olarak etkilendik diyebilirim. SPI, Toplum Merkezi olarak hizmet verdiği ve birçok programını gruplara yönelik hazırladığı için Toplum Merkezi aktivitelerini durdurma gerekliliği bizi kısıtladı. Bunun yanı sıra mülteciler, salgın gibi hayatın her alanını etkileyen bir krizden en çok etkilenebilecek risk gruplarından biri olduğu için hızlıca durum ve ihtiyaç tespiti üzerine çalıştık ve bir müdahale stratejisi geliştirdik. COVID-19 Müdahale Programı içerisinde bilgi paylaşımı ve bilgi kirliliğinin önüne geçme, farkındalık yaratma, çocuk dostu eğitsel içerik ve aktiviteler, sosyal hizmetlere yönlendirme ile ayni ve nakdi bağış gibi çalışmalar tasarladık. Hali hazırda var olan programları sağlık ve güvenlik tedbirlerini de kapsayacak şekilde yeniden düzenledik. 13 kişilik ufak bir takım ve büyük bir adanmışlıkla kolları sıvadık ve, çok yoğun bir tempoda çalıştık. Takımın çevrimiçi çalışma sistemine entegrasyonu ilk haftalarda zorlu oldu diyebilirim ama kısa zaman içinde teknik beceriler, kaynakların kullanımı ve zaman yönetimi gibi konularda takımın güçlendiğini de gözlemledik. Elbette bu süreçte takımın sağlığı, motivasyonu, kendilerini güvende hissetmesi en önemli noktalardır ve hassasiyetle yaklaşmak gerekir. Mart ayında Türkiye’deki ilk vakanın açıklandığı gün itibariyle uzaktan çalışmaya geçişi başlattık, Haziran ortasına kadar bu şekilde devam ettik, şu anki planda vakaların durumuna göre düzenlenmek üzere Ağustos’a kadar yarı zamanlı ofiste ve yarı zamanlı uzaktan olarak devam ediyoruz. Hizmetlerimiziçevrimiçi ve mobil takımlar ile yürütmeye devam ediyoruz. Yalnızca bir kez bir sosyal yardımın dağıtımı için merkezden çalıştık. Bunun haricindeki diğer yardımları çevrimiçi kredi yükleme yöntemi ile yürüttük.

Bir avantajımız da yerel düzeyde çalışıyor oluşumuz. Kurumumuz ve aileler arasında tanışıklık ve sürekli temas var, tüm topluluğu dahil ettiğimiz bir Whatsapp grubumuz bile mevcut. Dolayısıyla hem bireysel hem ortak ihtiyaçları beraber belirlemek, iletişim halinde olmak, desteği ulaştırmak ve yönlendirme yapmak konularında güçlüydük. İnternete erişim bu süreçte kilit bir nokta olduğu için özet olarak yöntemimiz “Madem durum bu, peki bunu nasıl etkili kullanırız?” oldu. Topluluğun, internete erişimi ve internet kullanımı konularını araştırdık, ihtiyaçlara göre, dijital platformlar nasıl kullanılır ya da yerel sosyal hizmetlere çevrimiçi olarak nasıl başvurulur gibi açıklayıcı video içerikleri oluşturduk. Eğitsel ve sosyal aktiviteleri çevrimiçi hale dönüştürdük, Örneğin çocukların bilim, teknoloji, matematik ve mühendislik becerilerini güçlendirecek bir STEM projemiz var. Phoenix Space zaten teknoloji bilgisi ve kullanımını geliştirmeyi amaçlıyor, dolayısıyla proje aktivitelerini dijital ortama dönüştürmek oldukça makul göründü. Gönüllülerin katılımıyla konuşma ve el işi kulübü gibi aktivitelere de devam ettik. SPI gönüllüleri yine yanımızda oldu ve aktivitelerin devamı için önerilerini ve zamanlarını paylaştılar. Tabi ki bu aktiviteler, merkezde olduğu gibi bir konfor ile gerçekleşmedi, kaldı ki internete erişimin ve ekipmanın kısıtlı olması hem süre hem formatta esnek olmamızı gerektirdi. Teknik sorunlar ve katılımda istikrarsızlık oldu, bazen yeterli motivasyonun olmadığını da tespit ettik, tüm bunları küçük düzenlemelerle aşmaya çalıştık. Mesela yararlanıcıların internet erişiminin zorluk derecesine göre bir aktivite için birden fazla çevrimiçi platformu, görüntülü ya da sesli görüşme, video ya da fotoğraf ve metin paylaşımı, ses kaydı gibi yöntemlerle entegre kullanmaya başladık. Aktivitelere katılım için gerekli olabilecek kırtasiye malzemelerini katılıma bağlı ve kademeli olarak temin ettik, evde bulunabilecek olan çeşitli malzemelerin yaratıcı kullanımını teşvik ettik. Ana amacımız daha etkili erişim ve katılımı sağlayarak salgın döneminin olumsuz etkilerini dönüştürebilmek olduğu için yeni yöntemleri denemeye devam edeceğimizi söyleyebilirim. Bunun için de her gün değişebilen koşulları değerlendirmek, devamlı olarak durum tespiti yapmak ve edinilen bulgulara uyum sağlayacak esnekliği göstermek gerekiyor.

Son olarak eklemek istediğim çok önemli bir nokta da ortakların ve iştirakçilerin bu sürece dahil edilmesi. Kurumdan neler bekleniyor, kurum var olan kaynaklarla neler yapabilir ve ortakların katkısı ne gibi kaynaklar yaratabilir? Bunların şeffaflıkla paylaşılması, diyaloğa dökülmesi, planların hassasiyet ve esnekliğe yer vererek yapılması kurumu dolayısıyla hedef grubu da güçlendirecektir.