Turkey Mozaik Foundation mali desteği ile Mimoza Çocuk Çalışmaları ekibi tarafından hayata geçirilen Mino’nun Şarkısı projesi çocuk odaklı ve hak temelli bir yaklaşımla çocuklara haklarını, yetişkinlere ise sınırlarını ve sorumluluklarını “uygun içerik ve araçlarla” hatırlatarak, çocukların bedensel söz haklarının ihlal edilmesini ve cinsel istismara maruz bırakılmalarını önlemeye katkıda bulunmayı amaçlıyor.
Mimoza Çocuk Çalışmaları Ekibi ile gerçekleştirdiğimiz röportajda; çocukların haklarını bilmesinin ve kişisel sınırlarını belirleyebilmesinin önemini, COVID-19 salgınının ve kısıtlamalarının çocukları nasıl etkilediğini ve proje kapsamında yapacakları çalışmaları konuştuk.
Mimoza Çocuk Çalışmaları ekibinin nasıl bir araya geldiğinden ve yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?
Mimoza Çocuk Çalışmaları Ekibi, “Çocuklar için daha iyi bir dünyanın mümkün olduğuna inanan“ yedi kadından oluşuyor. Ben (Nilüfer Numanoğlu Atalay) ve Emine İngiltere’de yaşıyoruz. Yolculuğumuz, kızlarımızın okullarında yürütülen “bedensel hak” eğitimlerinden etkilenmemizle başladı. Bir şarkı eşliğinde, eğlenceli, korkutmayan bu koruyucu-önleyici çalışmanın çocuklarımız üzerindeki etkisini fark edince “keşke Türkiye’de de böyle çalışmalar yapılsa” dedik ve çocuk hakları alanında çalışmalar yürüten kişilerle bağlantıya geçtik.
Bu bağlantılar sonucunda, Türkiye’de çocuğun insan hakları ve cinsellik eğitimi alanlarında çalışmalar yürüten, en önemlisi çocuklar için daha iyi bir dünyayı mümkün kılma sorumluluğunu hisseden bir danışman ekibiyle bir araya geldik. Mimoza’nın danışman ekibinde; Efsun Sertoğlu, Emrah Kırımsoy, Gözde Durmuş, Hatice Kapusuz ve Melda Akbaş bulunuyor.
Ekip olarak, 2020’nin Ekim ayından başlayarak öncelikle dilde, kavramlarda ve yaklaşımda ortaklaşmak için kendi aramızda uzun soluklu çalışmalar ve tartışmalar yaptık. Ekip içinde yürüttüğümüz bu çalışmalarda özellikle; çocukların bedensel söz haklarına, çocuklar için onay kavramına, yetişkin ve çocuk arasındaki güç ilişkisine, istismar ve şiddet biçimleri ile ilgili yanlış inançlara, Türkiye’deki çocuk koruma sistemine ve yetişkinlerin sorumluluklarına odaklandık, bu konularla ilgili üretilen materyalleri ve çocuk kitaplarını inceledik.
Üreteceğimiz içeriklerin çerçevesini, bu çalışmalardan sonra oluşturduk. 5-8 yaş arasındaki çocukları, bu yaş grubundaki çocuklarla temas ve iletişim halinde bulunan temel yetişkin gruplarından ebeveynleri/ bakımverenleri ve yine bu yaş grubuyla çalışan eğitimcileri ve okul psikolojik danışmanlarını hedef kitlemiz olarak belirledik. Hem çocuklar hem de yetişkinler için materyal ve içerikler üretmeye karar verdik. Çalışmalarımızın temel amacını; hak sahibi özneler olan çocukların özellikle bedensel söz hakları konusunda güçlenmelerini, onların çevrelerindeki yetişkinlerin ise bu konuyla ilgili sorumluluklarını fark etmelerini sağlamak olarak belirledik.
Çocukların bedensel söz haklarının ihlal edilmesinin ve cinsel istismara maruz bırakılmalarının önlenmesine katkıda bulunmak amacıyla hayata geçirdiğiniz Mino’nun Şarkısı kapsamında ne tür çalışmalar yapacaksınız?
Mino’nun Şarkısı’nın nihai kullanıcısı hiç şüphesiz çocuklar ancak yaş grubumuzun 5-8 yaş olduğunu düşünerek, bu yaş grubuna bakımveren ve rehberlik eden ebeveynleri, okul öncesi öğretmenlerini, sınıf öğretmenlerini ve okul psikolojik danışmanlarını da hedeflediğimiz içerikler üretiyoruz. Dolayısıyla çalışmanın etrafına örüleceği temel çıktımız çocuklar için üretilecek şarkı ve video, diğer gruplara da bu şarkı ve video üzerine çevrelerindeki çocuklarla rahat ve güvenli bir ortamda konuşabilmeleri için destekleyici materyaller ve içerikler üretmeyi amaçlıyoruz. Hazırladığımız içeriklerin olabildiğince yaygınlaşması için, tüm çıktılarının ‘telifsiz’ olması sürecin en başından bu yana önemsediğimiz noktalardan biri.
Çocukların haklarını bilmesi ve kişisel sınırlarını belirleyebilmesi neden önemli? Çocukları bu alanlarda güçlendirmek için yapılan çalışmalarda nelere dikkat edilmesi gerekiyor?
Çocukların haklarını bilmeleri; bu hakları koruma ve geliştirme sorumluluğuna sahip yetişkinlerden ve devletten haklarını talep etmeleri, yanı sıra maruz bırakıldıkları bir hak ihlalini tanımlayabilmeleri, bu tür durumlarda destek talep edebilmeleri bakımından önemli. Çocuğa doğumundan itibaren, kişisel sınırlarını tanımlayıp ifade edebilmesi yönünde rehberlik ve destek vermek ise aslında bir anlamda çocuğun kendi içini dinlemesini, ihtiyaçlarını fark edip anlamasını ve bunları dile getirebilmesini sağlıyor. Kişisel sınırlarını tanımlayıp ifade edebilmek çocuğun kendilik algısını, özgüvenini, öz saygısını güçlendiriyor, başkalarının sınırlarını fark etmesini kolaylaştırıyor, sağlıklı ve güvenli ilişkiler kurmasını destekliyor, aynı zamanda kendisini koruma ve savunma becerileri geliştirebilmesini ve ihtiyaç duyduğunda bu becerileri kullanabilmesini sağlıyor.
Çocuklarla bedensel söz hakkı, onay kavramı, kişisel sınırlar, duygularını/ihtiyaçlarını/sınırlarını ifade edebilme, hayır deme hakkı, sınır ihlalleri fark etme, öz koruma ve öz savunma hakkı, yetişkinlerin çocuklarla kurdukları ilişkinin nasıl olabileceği/olamayacağı, destek talep etmenin önemi gibi konuları konuşmak/çalışmak çok önemli ve gerekli. Ancak bu konuları çocukları korkutmadan, onların hak ve özgürlüklerini kısıtlamadan, cinsiyete dayalı ayrımcılık yapmadan; eşitlikçi, hak temelli, güçlendirici bir dil ve yaklaşımla ele almak gerekiyor. “Kendini koru, hayır de” gibi mesajlarla sorumluluğu bütünüyle çocuğa yükleyen, ahlaki ve çoğu zaman cinsiyetçi bir yaklaşımla verilen, “özel bölgelerine kimse dokunamaz, böyle bir şey olursa çığlık at ve oradan kaç, güvendiğin bir yetişkine anlat”tan öteye gitmeyen eğitimler çocuklar açısından korkutucu ve kafa karıştırıcı. Üstelik bu mesajlar çocukların yaşamları boyunca maruz bırakıldıkları sınır ihlallerinin ve istismar biçimlerinin tümünü kapsamıyor, bu nedenle “çocukları koruma” amacıyla yapılan bu tür çalışmaların aslında “riskli” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira bu yaklaşım çocuğun dikkatini sadece belirli noktalara çekiyor, bir anlamda riskin sadece burada olduğunu söylüyor. Bu da çocuğu karşılaşabileceği diğer sınır ihlallerini normalleştirmesine, buralarda savunmasız kalmasına neden olabiliyor. Ebeveynlerin/ bakımverenlerin, eğitimcilerin, psikolojik danışmanların, sosyal çalışmacıların… öncelikle bu tür yaklaşımlardan kaçınmaları gerekiyor.
Çalışma kapsamında çocuklar, yetişkinler, öğretmenler ve rehber öğretmenlerine yönelik olarak faaliyetler gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz. Çalışmalarınıza çocuklarla birebir ilişki içinde olan farklı paydaşları da dahil etmenizin nedeni nedir? Bu alanda farklı paydaşlarla çalışmanın nasıl bir önemi olduğunu düşünüyorsunuz?
Bu sorunun cevabı bir önceki soruda gizli aslında. Çocukların haklarını bilmeleri ve sınırlarını tanımlayabilmeleri için güçlenmeleri önemli, ancak bu hakları hayata geçirmekten ve çocukların bedensel söz haklarına, sınırlarına saygı göstermekten sorumlu kişiler yetişkinler. Çocuğa yönelik cinsel istismar konusunda çalışmalar yapılırken sadece ya da çoğunlukla çocuğa yönelik faaliyetler üstünde duruluyor. Aslında çocuğun etrafındaki yetişkinlerin değişimine ve dönüşümüne ihtiyaç var. Çocukların hayır diyebilmeleri, sınırlarını tanımlayıp ifade edebilmeleri oldukça kıymetli ama çoğu zaman özellikle en yakınlarındaki kişiler çocukların özel alanına ve sınırlarına müdahale ediyor, verilerin de gösterdiği üzere, çocuklar ağırlıkla en yakınlarındaki, güven ilişkisi kurdukları yetişkinler tarafından istismar ediliyor. Tüm bu nedenlerle çocuğun bakımından sorumlu yetişkinler, öğretmenler ve okul psikolojik danışmanları çocuğun etrafındaki en yakın halka olarak hem çocukların hem de kendileri ile beraber diğer yetişkinlerin bu konuda bilgi ve farkındalık kazanmalarında önemli bir rol oynayabilirler.
Çocuk kendini güvende hissetmediğinde, rahatsız edici bir durum ile karşılaştığında anlatır, kendini sözel olmasa da farklı biçimlerde ifade eder. Burada kilit rol çocuğun çevresindeki yetişkinlerde; çocuğu gözlemlemek ve dinlemek, çocuğun ihtiyaçlarını anlamaya çalışmak, ona destek olmak yetişkinlere ait sorumluluklar. Cinsel istismarı önleyici çalışmalarda çocukla birebir ilişki içindeki paydaşların güçlenmesine yönelik çalışmalar bu nedenle çok önemlidir. Özetle; hem çocuğu anlama, dinleme, ihtiyaç duyduğu desteği sunma konularında sorumluluklarını hatırlatmak, hem de çocukların bedensel söz hakları konusunda güçlenmelerine katkıda bulunmaları için yetişkinlerle çalışacağız.
Çocuklardan önce kendimizle, yetişkin akranlarımızla çalışmamız gerekiyor. Kendimizle, ebeveynlerle, eğitimcilerle, toplumun her kesiminden yetişkinle bu konuları konuşmadan, sadece çocuğu odağa alan bir eğitim yaklaşımı koruyucu-önleyicilikten oldukça uzak. Çocuk ve yetişkin arasında bu kadar belirgin bir güç ilişkisi varken, söz hakkı her daim yetişkindeyken, toplumda çocuklar hak sahibi özneler olarak görülmezken çocuklara “hayır diyebilirsin, kimse senin sınırlarını ihlal edemez” demek büyük çelişki. Çocuklar bebeklik döneminden itibaren sınırlarını çok çeşitli biçimlerde ifade ederler aslında. Bu sınırları tanımayan, sistematik olarak ihlal eden ve çocuklar için onlar adına yeni sınırlar belirleyenler çoğunlukla yetişkinlerdir. Yetişkinlerin çocuklara istedikleri zamanda ve şekilde fiziksel temasta bulunmaları, çocuk kendisini öptürmez/sevdirmezse küsmeleri ve hatta cezalandırmaları, çocukları katılmak istemedikleri sohbetlere zorlamaları, çocuklara yönelik rahatsız edici şakalar yapmaları… bu durumun örnekleridir. Listeyi uzatabiliriz elbette. Diğer yandan, içinde yaşadığımız toplumda çocuklardan, yetişkinlere koşulsuz saygı duymaları ve itaat etmeleri beklenir. Hepimiz böyle büyütüldük maalesef. Çocuklardan “söylenenleri yapmasını”, koşulsuz itaat etmesini bekleyen yetişkinlerin çocuğun karşısına geçip “hayır diyebilirsin” demesi çok kafa karıştırıcı değil mi? İstismarın herhangi bir biçim karşısında çocuğun hayır demediğini ya da diyemediğini düşünelim; bu durum istismar gerçeğini değiştiriyor mu? Hayır değiştirmiyor. Dolayısıyla istismardan korunmak çocuğun sorumluluğu değil, hem istismar etmemek hem de istismarı önlemek yetişkinin sorumluluğu. Tüm bu nedenlerle, öncelikle yetişkinlerin çocuk algısı ve çocukla ilişkilenme pratikleri değişmeli.
COVID-19 salgını ve bu kapsamda alınan tedbirler bir seneden uzun süredir hayatımızı etkiliyor ve çocuklar bu kısıtlamalardan en fazla etkilenen gruplar arasında yer aldı. Çocuk hakları konusunda uzman bir ekip olarak, sizce içinde bulunduğumuz ve bundan sonraki süreçte çocukları en çok etkileyecek meseleler neler olacak?
Mart 2020’den bu yana olağanüstü bir halk sağlığı krizini atlatmaya çalışıyoruz ve evet bu krizin en çok etkilediği grupların başında çocuklar geliyor. Pandemi öncesi dönemi hatırlayalım: toplumdaki çocuk ve çocukluk algısı malum, devletin kurum ve kuruluşlarında, eğitim sisteminde, medyada, yetişkinlerde… çocuk hak temelli bir yaklaşım yerleşmiş değil, çocuk koruma politikası ve mekanizmaları işlemiyor.Mevcut tablo böyleyken pandemiyle birlikte, virüsün yayılımını kontrol altına almaya yönelik tedbirler varolan çocuk koruma risklerini artırdı, hali hazırda ülkemizde çocukların yaşadığı sorunları ve eşitsizlikleri daha da derinleştirdi, diğer yandan da yeni çocuk koruma riskleri ortaya çıkardı.
Sürecin başından beri, bilim insanları fiziksel sağlık bakımından çocukların risk altında olmadıklarını ifade ettiler. Ancak pandemi nedeniyle okulların kapatılması, uzaktan eğitime başlanması, hareketin kısıtlanması gibi karantina işlemleri başlangıçta sağlık açısından gerekli olmakla birlikte, çocukların rutin yaşantılarını, sosyalleşmelerini, yaşları gereği ihtiyaç duydukları hareketliliği ve destek mekanizmalarını bozan etkilere sahipti. Çocukların hızla okula dönmesini sağlamak ve okulları açık tutmak üzere planlar yapılması ‘çocuğun üstün yararı’ ilkesi gereği gerekli iken Türkiye’de süreç maalesef tam tersi yönde işledi.
Pandeminin başında sloganlaştırılan ve uzun süre gündemde tutulan“evde kal” çağrıları çocuk hakları alanında çalışan bizler için düşündürücüydü. Zira, ülkemizde bakımverenlerin büyük kısmı çocukları baskı ve şiddet içeren disiplin yöntemlerine maruz bırakıyor; şiddet uygulamayı çocuğu yetiştirmenin meşru bir yöntemi olarak görüyor. Hak ve sınır ihlalleri, ihmal, istismar ve şiddet biçimleri düşünüldüğünde; evin her çocuk için “güvenli bir alan” olmadığını biliyoruz. Çocukların haklarının, özel alanlarının, sınırlarının en çok “ev” ve “aile” içinde ihlal edildiğini de… Çocuklar evden çıkamadıklarında; öğretmenlerinden, psikolojik danışmanlarından, arkadaşlarından, güvendikleri yetişkinlerden ya da sosyal hizmetlerden uzak kaldıklarında, aile dışındaki yetişkinler/uzmanlar tarafından gözlemlenip takip edilmediklerinde neler olacağına dair yoğun endişe hissettik, hissetmeye devam ediyoruz.
Halk sağlığı ile ilgili daha önce yaşanan acil durumlardan bildiğimiz üzere; okulların kapandığı, sosyal hizmetlerin kesintiye uğradığı ve hareketin kısıtlandığı durumlarda çocuklar daha fazla hak ihlali, kötü muamele, toplumsal cinsiyet temelli şiddet, sömürü, istismar ve şiddet riskiyle karşı karşıya kalıyor. Örneğin, 2014-2016 yılları arasında Batı Afrika’da yaşanan Ebola virüsü salgını sırasında okulların kapanması çocuk işçiliği, ihmal, cinsel istismar ve erken yaş hamileliklerinde büyük artışlara neden olmuştu.
Veriler, pandemi koşullarıyla birlikte Türkiye’de kadına yönelik ev içi şiddetin arttığını gösteriyor. Elimizde çocuklarla ilgili net veriler yok. Pandemi koşullarında devletin çocuklar için bir acil eylem planının olmadığını da gördük. Tüm bu süreç çocukların hepsini etkilemekle birlikte bazı çocukları daha derinden etkiledi ve etkilemeye devam ediyor: Kronik hastalığı olan çocuklar, özgürlüğünden yoksun bırakılan (hapishanedeki) çocuklar, kapalı kurumlarda kalan çocuklar, yoksulluk yaşayan çocuklar, sokakta yaşayan çocuklar, çalışmak zorunda bırakılan çocuklar, yerinden edilmiş (sığınmacı, mülteci) çocuklar, özel gereksinimi olan; özel bakım ve eğitime ihtiyaç duyan çocuklar, engelli çocuklar, kız çocukları, toplumsal cinsiyet normlarının ötesindeki çocuklar, pandemi nedeniyle ebeveynlerinin geliri düşen ya da tamamen kesilen çocuklar, ebeveynleri sağlık personeli olan çocuklar, ebeveynleri COVID-19 nedeniyle yatarak tedavi gören ya da vefat eden çocuklar…
Diğer yandan, evde kalmak zorunda olan milyonlarca çocuktan internete ve cihaza erişim imkanı olanlar; sosyalleşmenin, eğlenmenin, oyun ihtiyacını karşılamanın ve dış dünyaya erişmenin bir yolu olarak dijital teknolojileri daha fazla kullanmaya başladı. Çocukların dijital alan kullanımın arttığı bu dönemde onları çevrimiçi ortamlardaki risklerden koruma noktasında yapılması gerekenler de “çocukların iyi ve güvende hissetme hakkı” kapsamında gündemimizde olmalı. İnternete erişim imkanı olan çocukların istismara ve şiddete maruz kalmaması için önlemler almak sorumluluğumuz.
Bundan sonra başka pandemiler yaşamayacağımızın garantisi yok. Devletin, böyle zamanlarda artan çocuk koruma ihtiyacına yönelik çalışmalar yapması, acil eylem planları hazırlaması şart.
Son Yorumlar